Suriye’de geçtiğimiz hafta Baas/Esad rejiminin beklenmedik bir şekilde devrilmesi hem Türkiye hem de Batı Asya bölgesi açısından büyük bir dönüm noktası oldu.
Türkiye, iç savaşın doğrudan tarafı olduğu için Esad rejiminin devrilmesi özellikle muhafazakâr ve İslamcı camiada büyük bir coşku yarattı. Aynı şekilde, Atatürkçü ve milliyetçi kesimler de Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönme ihtimali belirdiği için sevindiler.
Ancak, görünen o ki, bu coşku havası Suriye’deki değişime dair sağlıklı ve realist bir değerlendirmenin de önüne geçmiş durumda. O yüzden, bu yazıda bu konudaki düşüncelerimi biraz detaylandırmak istiyorum.
Esad’dan kötüsü de olabilir
Esad rejiminin diktatöryal ve despotik olduğu oldukça açıktı. Bir benzetme yapmak gerekirse, Türkiye’de 1930’lardaki tek-parti yönetimini 21. yüzyılda sürdürmeye çalışan bir rejimdi. Ya da, 27 Mayısçıların 1960’da gelip bugüne dek halen iktidardan gitmemiş olması gibi düşünmek de mümkün.
Otoriter rejimlerin temel sorunu burada. Çok uzun süre iktidarda kaldıklarından ve insanlar hep aynı lideri başta gördüklerinden, toplumun geniş kesimlerinden meşruluk üretememeleriyle doğrudan ilişkili olarak, toplumun çoğunluğu yaşadığı her sorunun kaynağını git gide daha fazla o rejimde ve liderde görmeye başlıyor. Ve, “bu rejim/lider bir gitsin de” psikolojisiyle kendisini o rejim/liderden kurtulursa her şeyin düzeleceğine inandırmaya başlıyor.
Dolayısıyla, Esad rejiminin yıkılması sonrası oluşan sevinç dalgasını anlamak mümkün. İnsanlar “Esad varken durum belliydi ve oldukça kötüydü, şimdi ise en azından bir şeylerin iyiye gitme ihtimali var” diye düşünüyor.
Ancak, tarihsel süreçlere realist bir bakış Suriye’nin iyiye gitme ihtimali olduğu kadar kötüye ihtimalinin de olduğunu gösteriyor.
Unutmamak gerekir ki benzer değişimler ve onu izleyen sevinç dalgaları, yakın geçmişte Irak, Mısır, Libya gibi Arap ülkelerinde de olmuş ancak bu ülkelerde daha sonra istikrarlı ve asgari düzeyde demokratik siyasal rejimler inşa edilememişti. Ki hâlâ da edilebilmiş değil. Bu ülkelerde ya Mısır’daki gibi başka bir despotik yönetim başa geldi ya da Irak ve Libya’daki gibi siyasal istikrarsızlıklar iç savaş doğurdu.
Dolayısıyla, meseleye romantik bakıp “Esad’dan kötüsü olmaz” diye düşünmemek gerekiyor. Kötünün her zaman daha kötüsü vardır. Özellikle de Orta Doğu’da.
Heyet Tahrir Şam’dan demokrasi çıkarmak
Suriye’de değişimin hangi yönde olabileceğine dair tahmin yürütmek için bu değişime öncülük eden yerel aktörlere ve onların arkasındaki uluslararası güçlere bakmak gerekiyor.
Esad rejimini “Suriye muhalefeti”nin devirdiği söylenmekle beraber, aslında burada gözden kaçan ya da Türkiye’de bilinçli olarak kaçırılan husus, Suriye muhalefetinin homojen bir yapı olmadığı ve içerisinde farklı fraksiyonların olduğu.
Eğer, Esad rejiminin devrilmesine öncülük eden Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) olsaydı, o zaman Suriye için belli bir ümit beslenebilirdi. Çünkü, Suriye Milli Ordusu kısmen de olsa laik ve demokratik bir damar barındırmakta.
Ancak, Suriye’deki değişime öncülük eden SMO değil, Heyet Tahrir Şam (HTŞ) oldu. Bu örgüt, radikal İslamcı El-Kaide’nin Suriye kolu olan El-Nusra Cephesi’nin 2017 yılında selefi cihatçı eğilimlerini bırakıp bir miktar ılımlılaşması sonucu kuruldu. Bu ılımlılaşmanın derecesi halen tam bilinmese de son tahlilde İslamcı bir örgüt olduğu ve laik veya demokratik herhangi bir yön barındırmadığı oldukça açık.
Nitekim, ABD, Batılı devletler ve Türkiye, kurulduktan sonra bu yapıyı “terör örgütü” listelerine aldı ve hatta ABD şu an de facto Suriye devlet başkanı da olan HTŞ lideri Muhammed el-Cevlani’nin başına büyük bir para ödülü koydu.
Böyle bir örgütten Suriye’de asgari de olsa demokratik ve temel hak ve özgürlükleri gözeten bir siyasal sistem inşa etmesini beklemek büyük saflık olur. Bu saflık bugün Türkiye’de kamusal alanda fikir beyan eden birçok yorumcuda mevcut.
Dış güçlerin etkisi
Öte yandan, şu aşamada HTŞ ve onun sivil yönetim kanadını temsil eden Suriye Kurtuluş Hükümeti’nden (SKH) radikal İslamcı bir tutum takınmasını beklemek de gerçekçi olmaz. Bunun sebebi ise bu oluşumların kendi ideolojilerinden çok reelpolitikte yatmakta.
Öncelikle, radikal İslamcı toplumsal politikalar izleyebilmek için ortada bunu izleyecek bir devlet ve devlet kapasitesi olması gerekir. Şu anda Suriye’de tam olarak bir devlet yok. Ne zaman ki devlet iktidarının Baas rejiminden SKH’ye geçişi tamamlanır, o zaman biz Suriye’de iktidarın yeni sahiplerinin gerçek yüzünü görmeye başlarız.
Ancak, SKH Suriye’de yönetimi tamamen devralıp düzeni sağladıktan sonra da bu konularda dikkatli davranacağını düşünüyorum. Çünkü, HTŞ Esad rejimini salt kendi gücüyle devirmedi. İsrail, ABD ve Türkiye’nin fiili bir işbirliğiyle devirdi. Dolayısıyla, ona iktidarı getiren arkasındaki müttefikleriyle iyi geçinmek mecburiyetinde.
Nitekim, bu “iyi geçinme”nin emarelerini şimdiden görmeye başladık. İsrail, Suriye topraklarını karadan işgal edip havadan yüzlerce hedefi bombalamasına rağmen Suriye’deki yeni yönetimden bunu kınamaya dönük hiçbir açıklama gelmedi.
Benzer bir durum, SKH’nin sosyal yaşama dair politikalarında da kendisini gösterecektir. Kendilerini iktidara getiren dış güçlerle iyi geçinmek adına ilk etapta isteseler bile radikal İslamcı bir tutumdan kaçınacaklardır.
Bu bağlamda, örneğin, mevcut ABD Başkanı Joe Biden, Suriye’deki iktidar değişimine dair yaptığı açıklamada, iktidara gelenlerin eski terörist olduğunu hatırlattı ve “değiştik” demelerine rağmen gene de gözlerinin üzerlerinde olacağını ve söyleme değil asıl olarak eyleme bakacaklarını belirtti.
Özetle, ben, Türkiye’de estirilmeye çalışılan olumlu havaya rağmen, şu aşamada Suriye’nin geleceğini pek parlak görmüyorum.
İç savaştaki tüm silahlı güçler (HTŞ, SMO, ÖSO, SDG ve Baas güçleri) ikna edilip istikrarlı bir yönetim kurulabilecek mi? Kuruldu diyelim, İslamcı SKH liderliğindeki bir yönetim Suriye’ye ne derece özgürlük ve demokrasi getirecek? Ya da, SKH’yi iktidara getiren dış güçler zamanla Suriye’den elini çekecek mi?
Meseleye ideolojik ve romantik perspektiften bakanlar görmezden gelse de, bu sorulara şu aşamada olumlu yanıt vermek oldukça zor.