Borsa neden rekora koşuyor biliyor musunuz?

Çünkü Türkiye, içinde bulunduğu durumdan öyle kolay çıkamaz.

İçinde bulunduğu durumu anlamak istemeyenlerle, çok iyi bilip gündemi değiştirmekten başka çaresi olmadığını bilenler arasında dönüp dolaşan bir gündem telaşı var.

Damat ile başlayan Çin Modeli çıkışı ve Trump’ın “Ekonominizi mahvederim!” hamlesine karşı yakılan dolarların bizi getirdiği durum bu…

Araya giren pandemi de tuz biber oldu tabii..

Bu kadar büyük bir umursamazlığa rağmen sanki hiçbir şey olmamış gibi davrananların varlığı ise gerçekten beni hayretler içinde bırakıyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de dediği gibi; “Türkiye yeniden oyuna girdi”.

Girdi ama nasıl?

ABD dolarına yüzde 5 faiz verilen küresel bir ekonomide Türk Lirasına reel faiz olarak eksi 18 veren bir Merkez Bankası’nın para politikası yok hükmündedir.

Ülkenin milyarlarca Dolar rezervi olursa bunu yaparsınız, nitekim böyle bir rezervi olmasına ve her türlü yaptırıma tabii tutulmasına rağmen Rusya bile faizleri pozitif seyirde tutmaktan geri kalmıyor.

Bu şekilde olmaz, olamaz da…

Mehmet Şimşek’in oyuna girdiğimiz söylemini bayram havasında sunanların aksine tablo sadece şu aslında:

Ekonominin alfabesini bozacak birçok düzenleme yapıldı.

Bu nedenle de yapılan bu düzenlemeler yurtdışından ülkeye para getirmek isteyenlerin güven kaybettiği bir ülke hâline gelmemize neden oldu.

İşte yapılan bu düzenlemelerin sadeleştirilmesi ve bundan sonra atılacak adımların “Türkiye’ye yatırım yapılırsa artık kazanılabilir” algısını perçinlediği bir duruma geldik.

Mehmet Şimşek’in anlattığı aslında tamamen bundan ibaret…

Kötü bir şey mi bu?

Hayır değil, tabii ki iyi bir şey ama ülkenin geçen 5 yıldaki kaybının yanı sıra düzen sağlamak için ortaya koyacağı çaba ile kaybedeceği gelecek 5 yıl göz önünde bulundurulacak olursa kaybın ne kadar büyük olduğu anlaşılır.

Hikâyenin başladığı yeri unutur sadece bugüne bakarsanız her şeyi gözden kaçırırsınız.

Neyse, borsanın yükselmesi de işte bu ekonomik sürdürülebilirlik aşamasına hâlâ daha geçilememiş olmasından dolayıdır.

Piyasalara yabancı girişi ile dolar gelirken bir yandan da kamu disiplininin oluşturulamamış olmasından kaynaklı enflasyonist etkinin kırılamayacağı düşüncesi borsayı coşturuyor.

Merkez Bankası’nın tüm enflasyon hedeflemelerini boşa çıkaran bu durumun arkasında FED’in faiz indirmeyeceğine olan inanç var.

Ben de FED’in 2024 içinde faiz indirmeyeceğini düşünüyorum.

Aynı durum Türkiye için de geçerli…

Her ne kadar baz etkisine bağlı olarak enflasyon yaz aylarında aşağı doğru ivmelenecek olsa da genel para politikası seyrinde değişmeyecek olmasının getireceği çok bir şey olmayacak.

Düşecek enflasyonla birlikte asıl parasal sıkılaşmayı yaşamaya başlayacağız.

Merkez Bankası iddia edildiği kadar çabuk faiz indirmeyecek!

Bunun arkasında fiyat istikrarını sağlamak için daha fazla faiz artışı yapılmasının politik yükünden kaçınmayı istemek var.

Enflasyon baz etkisiyle düşünce, reel faiz doğal olarak artı yüzde 10’a yakın bir noktada konumlanmış olacak.

Bu getiri de Türkiye’ye dolar yağmasını sağlayacaktır.

Ama öncelikle yaz dönemi bir görülmeli.

Yaz aylarıyla birlikte turizm gelirinde beklenen döviz getirisi olmazsa da Türkiye açık bir döviz krizine doğru sürüklenirse o zaman vay hâlimize…

Ekonominin bu denge ve arka plan okumaları birçok parametreyi takip etmenin yanında karar vericilerin siyasal tavrı ile dünyanın seyrini de takip etmeyi gerekli kılıyor.

Kolay bir denge değil.

Bu hafta, Muş Alparslan Üniversitesi’nde Ekonomi Muhabirleri Derneği olarak başta İletişim Fakültesi öğrencileri olmak üzere birçok fakülteden öğrencinin yer aldığı bir eğitim vererek bu dengeyi anlatmaya çalıştım.

Usta gazeteciler Hüseyin Tunçay, İsmet Hazardağlı ve Fehmi Çalmuk’un yanında ben de Finansal Okuryazarlık eğitimi vererek öğrencilerle buluşma imkânı elde ettim.

Öğrencilerin ilgisi ve olanların arka planını öğrenme arzusu gerçekten eşsizdi.

Geleceğe olan umudum daha da arttı.

Bu arada ilk kez geldiğim Muş’u da biraz gezdim.

Etnik dağılım olarak karışık bir yapısı var.

İnsanlar işinde gücünde…

Fakat bir şey dikkatimi çekti.

Muş’ta çay 5 TL, domates 19, salatalık ise 15 lira…

Milli gelirden en düşük kişi başı payı alan ikinci ilin Muş olduğu gerçeği alım gücünün düşüklüğünü etiketlere yansıtıyor.

Fakat fiyatlara bakınca da, “Acaba TÜİK fiyat ölçümlerini buradan mı alıyor?” diye düşünmeden edemedim.

Tabii ki geliri düşük olan illerde firmaların düşük karlara razı olduğu bir model ortaya çıkar.

Bu aynı zamanda enflasyona mücadelenin sahadaki yansımasıdır da…

Muş bu yansımayı gösteriyor ama büyükşehirlerde durum hâlâ aynı…

Enflasyon tüm hızıyla esip gürlemeye devam ediyor.

Bu sorun nedeniyle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti Genel Merkezi’nde ağırladığı CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e methiyeler düzen de var eleştirenler de…

Düne kadar CHP’yi terörist ilan edenlerin ekranlarda şimdilerde Özgür Özel yönetimindeki CHP’den pek memnun tavırları epey bir içimi gıcıkladı.

“Ah ulan para, sen kimleri böyle uşak ettin kendine?..” diye hayıflandım.

İşsiz bir gazeteci olsam da gece yastığa kafamı rahat koyuyorum.

Üç kuruşa tenezzül etmediğim gibi mesleğimin onurunu ayaklar altına da almıyorum.

Kimseyi kırmıyorum, hakaret etmiyorum.

Kimsenin kalemi de olmuyor.

Peki, “Vatandaş sahip çıkıyor mu?” derseniz, kendi başıma Don Kişot’luk yapıyorum.

Olsun. Evlatlarıma onurla taşıyacakları bir soy isim bırakıyorum.

Ama onurun kapitalist dünyada ne kadar yeri var ondan da pek emin değilim.

Neyse, cebimi zenginleştiremesem de dünyamı zenginleştirmek adına biraz kültür sanat işlerine de vakit ayırmaya başladım.

Derinleşerek dünyanın farklı bölgelerindeki farklı hayatları içselleştiriyorum.

İnsanlık dediğiniz koca bir medeniyet ve ben her bir petekten küfemi doldurarak kendi sihirli karışımımı yapmaya çabalayan simyacıyım.

İzlediğiniz, okuduğunuz kulis bilgilerini bu formül ile yorum ve analiz ediyorum.

Dünyanın küreselleşmeyle tüm değerleri tükettiği bir zamanda özgün olmanın hikmetini kaçırmamak gerekiyor.

Benden söylemesi…