28 Şubat muhtırası, toplumu ayrıştıran, apoletlilerin devleti yönettiği, başların ayak ayakların baş olduğu, ayrılıkçı azınlığa sahip bir zihniyetin Türkiye’de derin yaralar açtığı, izlerinin yıllarca sürdüğü ve nesilden nesile aktarılacak olan antidemokratik bir sürecin adıdır.

Yıllarca Türk halkını çeşitli tehditlerle sindirip ebediyete kadar koyun gibi güdülmeye mahkum bırakacaklarını ve tabiri caizse her daim horozlarını öttürebileceklerini sanan bu zihniyet, ne zaman ki kendilerine aykırı, Hak’tan yana, halkın yanında bir isim geldi, hain planları devreye sokmakta gecikmediler.

27 Mayıs ihtilali, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi ve 1993 darbe girişimi… ahh 93… nelere şahit oldun ! 1993, sadece Özal’ın kalp krizi, Mumcu’nun suikast, Eşref Bitlis’in ‘kaza’ ile öldüğü; 33Er’in katledildiği, Sivas’ta 37 can’ın yandığı bir yıl değil, toplumu Herc-ü merc etmeye niyetlenilmiş bir darbe yılıydı… bunları tek tek yazmayacağım elbette, zaten hangisini anlatayım.

Bir de yazımın başında da bahsettiğim ve yazımın konusu olan 28 Şubatımız var, 28 Şubat… post-modern darbe !

Henüz Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı bir Kur’an Kursunda Hafızlık eğimi almaktaydım o dönemde, askerler kursumuzu bastılar. Hiç ama hiç unutamadığım ve her hatırladığımda gözyaşlarımı tutamadığım bir gündü… Diyanet yayını olmayan tüm kitapları ve Kur’an-ı Kerim’leri kalorifer kazanına atıp yaktık ! Biz, en kutsalımızı yakmak zorunda bırakıldık. Kur’an Kursları kapatılmasın diye… neleeeer neler yaşadık. 28 Şubat, tamamen Müslüman kimliğini yok etme amaçlı başlatılan bir zulümdü.

Ama biz biliyoruz ki Allah, plan kuranların en hayırlısıdır. Nitekim onların kestikleri köklerden filizler yeşerterek bu ümmetin imdadına yetişmiştir. 1997 yılı 12 Aralık gününde fidanı kesmek için makasları ellerine alanlar, 24 temmuz 1999 da hiç ummadıkları şekilde kestiklerini düşündükleri o fidanın köklerinden filiz verdiğini görüp, palazlanmasına şahit olacaklardı elbette.  İbrahim’i yakmak için hazırlanan dev ateşi gül bahçesine çeviren Rabbim, bu ümmetin çektiği sıkıntılara, akıtılan kanlara dur diyecekti tabii ki. Ve öyle de oldu. Allah, ümmetin kabul olunan duasını daha fazla geciktirmedi. Evet, Recep Tayyip Erdoğan bu ümmetin kabul olunan duasıydı.

Bu ülke hiç bugünkü kadar özgürleşmemişti.

İşte Ak Parti iktidarını da ellerinde bir kukla gibi yöneteceklerini sananlar, ne zamanki bunun gerçekleşemeyeceğini anladılar, işte o zaman Jön Türkler’in mirasçıları !!! Devreye girdi. Mazlumların yanında zalime karşı dimdik duran, gönüllerde taht kurmuş, ülkesinin hem ekonomik hem de siyasi gücünü arttırmış, ülkenin refah seviyesini yükseltmiş, öteden beri gelen Kürt- Türk sorununu ortadan kaldırmak, kardeşlik ilkesinin farkındalığını oluşturmak için önemli adımlar atmış bir Başbakan’a çeşitli darbe girişimlerinde bulundular. Hatırlayın, henüz Başbakan iken zırhlı arabasında kilitli kalması, bindiği atın huysuzlaşarak üzerinde taşımaması… bunların normal seyrinde olmayan şeyler olduğunu akli selim olan herkes anlar muhakkak.

Sosyal medyanın aktif rol aldığı, Arap baharını ülkemize taşıyıp, Ortadoğu’da başarılı oldukları planlarının finalini ülkemizde yaşatmak için zemin hazırladıkları gezi olayları… çeşitli algı operasyonlarıyla ülkeyi kaosa sürükleme çabaları da başarısız oldu. Çünkü halk, bir asırdır özlemini çektiği yönetime kavuşmuştu. Kolay kolay harcatır mıydı karanlık güçlere? Ülke, bu refahı yakalayabilmek için ne canlar feda etti. Eskisi gibi meydanlarda at koşturtur muydu artık size…

Gezi eylemlerinin de ellerinde patlamasının akabinde, sinsice hazırlanmış 17 Aralık operasyonu ile açtık gözlerimizi sabaha. Tüm çirkin hain ve sinsiliklerini gözler önüne sermekten hiç çekinmediler. Artık biliyorlardı ki kolay kolay ulaşamayacaklar emellerine.

Son olarak askeriye başta olmak üzere devletin çeşitli can alıcı organlarına yerleşmiş olan hücreler, gözlerini karartıp kendi vatandaşına kurşun sıkma pahasına 15 Temmuz darbe girişiminde bulunarak tam bir Siyonist zihniyeti altında ‘bize kalmayan dünya onlara da kalmasın’ düşüncesi ile hırsları uğruna ne kanlar akıttılar.

Bunlar göründüğünden çok daha derin konular esasen.

Şimdi gelelim, son yıllarda yaptıkları karşısında daha ne kadar hayrete düşeceğimizi bilemediğimiz, hepimizin hakkını gasp eden ve özgürlüklerimize kast edenlere…

28 Şubat’ın ülkedeki demokrasi ve özgürlükler üzerindeki etkilerini görmek, bugünün siyasi atmosferini anlamak için kritik bir öneme sahiptir.

Bu dönemde sivil-askeri ilişkileri, eğitim sisteminde yapılan değişiklikler ve dini duyarlılıkları olan bireylerin maruz kaldığı zorluklar, dayatmalar, eğitim hakkı ellerinden alınanlar, ikna odaları… hafızları hiçbir zaman terk etmeyecektir.

Bu bağlamda 28 Şubat’ın toplumsal hafızadaki izlerini ve günümüzdeki yansımalarını düşünerek, demokratik değerlerin korunması adına çıkarılacak derslere odaklanmak oldukça önemlidir.

28 Şubat, Türkiye’de İslamofobi izlerini derinleştiren bir dönem olmakla beraber, bu dönemde dini duyarlılıkları olan bireyler, özellikle kamu kurumlarında ve medyada maruz kaldıkları baskılarla oldukça derin izlere sahip oldular.  İslam’a yönelik önyargılar ve stereotipler, 28 Şubat sürecinde artarak toplumda yer buldu.

Devletin bazı medya organlarının dini değerlere karşı tavır alması, İslamofobi’nin yayılmasına zemin hazırladı. Bu dönemde dindar vatandaşların iş yaşamında, eğitimde ve kamu hizmetlerinde karşılaştığı ayrımcılık, İslamofobi’nin somut izleridir.

28 Şubat’ın bu izlerinin, Türkiye’de İslamofobi tartışmalarına katkı sağlayarak devam ettiğini görmekteyiz.

1997 yılının 28 Şubat’ında başlayan, demokrasi tarihine kara bir leke olarak giren post-modern darbenin günümüz Türkiye’sinde artık bir karşılığı kesinlikle yoktur. Açtığı yaraları, verdiği acıları görmezden gelerek siyasi arenada darbeyi yapan cuntacıları aklamaya yönelik kurulan her bir söz, 28 Şubat mağdurları açısından büyük bir ihanet olarak yorumlanmaktadır.

28 Şubat ile ilgili siyasilerin söylem ve eylemlerine bakarak durdukları yeri net bir şekilde görebileceğimiz donelere sahip olduğumuzun da altını çizmek istiyorum.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, 28 Şubat’ı yapan komuta kademesinin hapishanelerde ölüme terk edildiği, hepsinin yaşlarının oldukça ilerlediği, Sayın Cumhurbaşkanının af yetkisini kullanarak bu kişileri kurtarması gerektiği fikri ise 28 Şubat’ta hayatları kararan, gençliğinin baharında hayatlarını tankların soğuk demirleri altında bırakanları görmezden gelmekten başka bir şey değildir.

Vicdan ve merhametini kaybederek hayatları yıkanların yargılanacağı ve verdikleri acının sadece demir parmaklıklar arkasında kalarak ödeneceğine asla inanmıyorum. Verilen acının hesabını mahşerde en net şekilde alacaklarına olan inancım tamdır.

Allah bu azınlık ayrılıkçı din düşmanlarına bir daha böyle bir fırsat vermesin.

Selam ve dua ile…