Ülkelerin normal nüfus artışına göre planlanan yatırımlar, göçmenlerle birlikte sekteye uğrar.
Birçok ülkede yapılan çalışmalar her bir göçmenin, kullandığı altyapı hizmetlerinin gelişmesi için göçmenin yıllık maaşının dört katı kadar bir yatırım gerektirdiği ortaya koymaktadır.
Yani hastane, konut, okul, üniversite, sanayi tesisi vb. gibi yatırımlara ihtiyaç duyulmasına neden olmaktadır.
O zaman gerçekten göçmenler ekonomiye söylenildiği kadar katkı sağlamıyor mu?
Bu açık gerçeklikle birlikte konuya bakıldığında aslında bir ülkede kapasite fazlası yoksa yani bir ülkenin okulları, hastaneleri, konutları, üniversitelerinde halihazırda bir boşluk olmadığı durumda, ülkeye giren göçmenin ülkeyi büyük bir zarar uğrattığı açıkça görülüyor.
Peki göçmenlik zarar veriyorsa Amerika ve Avrupa neden sürekli göçmen alıyor?
Avrupa yaşlanan nüfusu nedeniyle artan, boşa çıkan kapasiteyi doldurmaya çalışırken bir yandan da ekonomik olarak büyümeden kaynaklı olarak yeni iş güçlerine ihtiyaç duyduğu için göçmen politikasını kontrollü olarak artıştan yana şekillendiriyor.
ABD’de ise durum çok başka…
ABD çok büyük bir ülke ve finansman sağlama ve iş fırsatları konusunda çok cömert bir ülke…
Nitelikli göçmenin ABD ekonomisini büyütmesi, niteliksiz göçmenin de işsizlik oranları epey düşük olan ABD’de üretimin devamını sağlaması noktasında çok önemli bir yeri var.
İkisinin de büyük katkısı olsa da esas katkı tabii ki de nitelikli göçmenden geliyor.
Yani roket ya da uzay mekiği yapacaksınız veya nükleer santral konusunda ulaşılması çok zor bir işgücüne ihtiyacınız var, diyelim.
İşte tam da bu aşamada göç politikalarını devreye sokabilirsiniz.
Birçok Avrupa ülkesinin genel yaklaşımı bu olsa da sanırım göçmenliği programlı bir şekilde uygulayan çok az devlet var.
Yatırım, altyapı ve nitelik noktasında en dengeli göç politikasını Kanada uyguluyor.
Yani en basit anlatımla vatandaşların refahını sürdürmek ya da geliştirmek için devletlerin göçe başvurması makul bir politikadır.
Fakat Türkiye’nin yaptığı çok ama çok başka…
Yetmeyen kaynakları daha verimsiz bir kullanıma heba ederken, kontrolsüz doğurganlık oranlarıyla birlikte nüfus dengesinin de önümüzdeki on yıllarda büyük değişimlere ulaşacağı kaçınılmaz bir gerçeklik olarak ortada duruyor.
Bazıları kızıyor olabilir, konuya faşizan bir bakış olarak da ötekileştirebilir.
Ama emin olun bundan çok daha fazlası var.
Türkiye’nin gelişmiş ülkeler sınıfına yakın bir doğurganlık oranına yakınsadığı bir dönemde göçmenlerin yüksek doğurganlığının getireceği sonuç basit analizlerle bakınca bile, 30 sene sonra ülkenin ana dilinin Arapça olup olmayacağının tartışmaya açılması sonucunu doğuracağı ayan beyan ortadadır.
Bugün asıp kesen hiçbir siyasetçinin o zamanları göremeyeceğini unutmamak gerekiyor.
Siyasal iktidarın görmezden geldiği bu çok ama çok önemli sorun, kısa zaman sonra Türkiye’nin ana gündem maddelerinden biri hâline gelecek.
Neden mi?
Çünkü kemer sıkma politikalarında yakın zamanda sonraki aşamaya geçilecek ve yükü paylaşmayan zenginlere, politikacılara ve Beyaz Türklere kimse bir şey söyleyemeyecek.
Geriye kim kaldı ki?
Tabii ki de Suriyeliler, Afganlar ve daha birçoğu…
Sorunları sürekli olarak öteleyen ve sorumluluğunu gölgeye çeken siyasetçilerin bu umursamaz tavrının hangi soruna çözüm üreteceğini düşünmekten yorulan vatandaşların bir kısmı artık düşünmeyi bıraktı.
Köşesin çekildi.
Ama köşelere çekilmek sorunlarımızı çözmeyecek.
Köşeye çekilmek yerine köşemizi bulmanın yolunu bulacağız.
Ve bunu tüm vatandaşlarımızla yapacağız.
Türkiye, medyanın ve meydanın akıldışılığına terk edilecek bir ülke kesinlikle değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır Devlet Başkanı Sisi ile bir araya gelmesi Devlet Aklı’nın önemli bir sonucuydu.
Mısır ve Türkiye’nin yaşadığı ekonomi zorluklar bu iki devletin bir araya gelmesiyle ortaya çıkacak kümülatif gücü maalesef büyük oranda kırıyor.
Türk Devletleri Teşkilatı ya da AB ile de ekonomik çözüm olası görülmüyor.
O zaman Anka kuşu gibi küllerinden doğan bir Türkiye, Ergenekon Destanı’ndaki gibi dağları eriten bir Türkiye olmak lazım.
Peki ama nasıl?
Öncelikle şu siyasileri değer vermekten vazgeçerek başlayacağız.
Ardından hesap sorarak.
En sonunda ise her şeyin kararının bir avuç ayrıcalıklının vermesine fırsat vermeyen bir sistem kuracağız.
Zor olsa da başarmalıyız.
Çünkü bulunduğumuz coğrafyada istenmiyoruz.
Ve bizi göndermek için sıraya girenlerin büyük çoğunluğu yüzümüze gülmekle meşguller…
Fakat size bu coğrafyada istenmeyen başka bir millet daha söyleyeyim mi?
Kürtler…
Türkler ve Kürtlerin birleşmesi hem Batı’yı hem de Güney’i öyle bir korkutuyor ki o nedenle iki taraf da bu iki milletin arasının sürekli kötü olmasını, sorunlu olmasını istiyor.
Bu politikalara ve istihbarat hareketlerine girişiliyor.
Bu gerçeği ise bir tek göremeyen biz Kürtler ve Türkleriz…
Çok önemli mesele bu…
CHP’nin yapacağı ön seçimi ve partiyi tüm siyasi tabanlara açmaktır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurucu Meclisi’nden biraz ilham alarak partinin bazı görüşlerin tekelinde kalmasına müsaade edilmemeli…
AK Parti için yapılacak şey ise seçim barajını indirmek mümkünse dar bölge seçim sistemini getirmek, Almanya’nın 200 yıldır uyguladığı Avrupa Birliği’nin Yerel Yönetimler Özerklik Şartını getirmektir.
Vali, kaymakam ve muhtarlıkları kaldırarak tasarruf kültürü meydana getirilmelidir.
Eş zamanlı olarak da PKK’nın tepesine tam anlamıyla çökmektir.
Ama iktidar ve muhalefeti oluşturan bu iki kesimin sadece kanun ve tüzük değişikliği ile bu yola girmekten kaçındığını görüyoruz.
Neden mi?
E benim iyi niyetli vatandaşım! Neden olacak?
Koltukları korumak tabii ki de?
Başka bir dert olabilir mi?
Biliyorum, siyasetin bu saçmalığı ve siyasetçilerin çapsızlığı sizi çok yordu.
İstedikleriniz yerine sunulan saçma politik söylemlerle oy tercihleriniz şekillendirilmeye çalışılıyor.
Bunun getirdiği sorunu anlıyorum. Anlatmaya çalışıyorum.
Sistem tıkanıklığını aşmak zor.
Sokağa çıkınca ya FETÖCÜ ya GEZİCİ olarak “vandallık”la suçlanıyorsunuz.
Demokratik haklarınızı kullanamadığınız ortada…
O zaman elinizdeki tek aracı kullanın:
Sosyal Medya…
Evet birçok trol var.
Evet algı çarpıtmaya çalışan etki ajanları var.
Evet takip ve beğeni budalası birçok kişi var.
Evet ahlakı zorlayıcı izanı aşan ifadeler var.
Evet ciddiyetsizlik ile dikte arasında bir skala var.
Ama sana etki edeceğin başka bir alan bırakılmadı be Fikret Abi…
Evlenmek çocuk yapmak ya da ev işine bakmak ya da indirimli marketlerde çalışarak ailesini bir arada tutmaya çalışan, başka bir vizyon biçilmeyen kadınlarımızdan Jale Ablamız da sesini çıkarmalı artık.
Kanun ve nizama uygun bir şekilde tepkinizi gösterin.
O çok büyük unvanlı kişilerin tweetlerinin altına yazın.
Düşüncenizi belirtin ama asla hakaret etmeyin.
Sizi manipüle etmelerine izin vermeyin.
Sizin gibi düşünmeyenleri ikna etmek için uğraşmayın.
Sadece kendi istek ve düşüncenizi söyleyin.
Çünkü artık sizin istekleriniz hiçbir yerde duyulmaz oldu.
Sesinizi kıstılar…
Benim gibi birkaç gazetecinin çabası da artık sesinizi duyurmaya yetmiyor.
Gündem değiştirme gayreti için harcanan kaynaklar hedeflerine ulaşıyor.
Sadece istediğini söyle…
Yakında senin sesini daha gür çıkaracak bir şeyler yapmaya niyetliyim.
Sen hele bir başla, emin ol gerisi gelecek.
Benden söylemesi…