Bir mağduriyet öyküsü olarak değil, bir Türkiye yakın tarihi olarak ifade edilecek olursa, Türkiye’deki mevcut tek tipçi rejimin hedeflerinden biri de dindar kesimdi. Bu doğrultuda dindar kesimin iradesi yok sayıldı, partileri kapatıldı, siyaset yasakları getirildi. Bu milli iradeyi gasp etme politikalarının zirve noktası da 28 Şubat’tı. Öyle ki 90’lı yıllarda “terörle mücadelenin” aşırı yükseldiği dönemlerde dahi dindar kesimi zapturapt altında tutmak isteyen bir kesim, “İrtica, PKK’dan daha tehlikeli” açıklamaları yapıyordu, bu doğrultuda gazete manşetleri hazırlatıyordu. O yıllarda iradesine müdahale edilen dindar kesimin kendi içerisinden çıkan AK Parti, en meşru biçimde, seçimle oyların çoğunluğunu alarak 2002’de iktidara geldiğinde dahi parti kapatma, TSK’dan sert açıklamalar, 2007 e-muhtıra, Cumhuriyet Mitingleri ve daha birçok engellemeler ile karşılaştı. Bu nedenle de meşruluğunu aldığı kaynağa vurgu yaparak “milli iradeyi” her şeyin önünde tutacağı söylemini hiç terk etmedi. Ta ki çeyrek asır sonra ilk kez yerel seçimlerde birçok belediye başkanlığını kaybedene kadar. Kaybettiği noktada milli irade söylemini terk etmese de milli iradeyi duymak istemedi, şöyle ki...
2019’da İstanbul yerel seçimlerinde AK Parti adayı değil de CHP adayı Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandıktan sonra Yüksek seçim Kurulu (YSK) seçimi iptal etti ve birkaç ay sonra seçim yenilendi. Şimdi bu durum, milli iradeyi yok saymak değil midir?
2024’te yerel seçimleri mitinglerinde, eğer AK Parti kendi kalelerini, büyükşehirleri kaybederse, kendilerinden olmayan başkanların kazanması halinde bu başkanların çalışmalarında zorluk çıkarılacağı imalarında bulunuldu. Bu da milli iradenin hizmet almasını engelleme girişimi değil midir?
Ekonomik problemlerin oldukça arttığı zamanlarda bir CHP hizmeti olarak sunulan “kent lokantaları” iktidar ve çevresince doğrudan hedef alındı. Peki ya bu, milli iradenin hizmet almasını engellemek değil midir?
Bugün, yani 25 kasım 2024’e gelindiğinde ise CHP’li belediyelerin halka hizmet olarak açtığı kreşlerle ilgili bir engelleme meselesi ortaya çıktı. Buna göre; CHP’nin açtığı kreşlerin kapatılması söz konusuydu ve duruma tepkiler gelince, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, "Belediyelere gönderdiğimiz yazı kreşlerle alakalı değildir, kreşle alakalı olamaz. Kreşler bizim bakanlığımızın yetki ve sorumluluğumuzun alanı dışındadır. Bizim herhangi bir belediyeye kreşi kapatın, ya da şu kritere göre açın gibi bir şey söyleme durumumuz yoktur. Toplumu manipüle etmek için söylüyorlar, yalan söylüyorlar. Bizim bahsettiğimiz ana okulları ve ana sınıfları ile ilgili yazıdır." dedi. Konu ile ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ise "Ortada kreşlerin kapatılmasına ilişkin bir karar ve yazı yoktur. Anayasa Mahkemesi’nin CHP’nin başvurusu üzerine aldığı “Belediyeler anaokulu açamaz.” kararı vardır. Yavuz hırsız, ev sahibini bastıramayacaktır." dedi. Ve bu açıklamalara tepki de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’ndan geldi, İmamoğlu X hesabı üzerinden resmi belgeyi de paylaşarak “Milli Eğitim Bakanı, “gönderdiğimiz yazı kreşle alakalı değil anaokulu ile alakalı” demiş. İşte resmi yazı burada. İlk satırdan itibaren belediyelerin kreşlerini dile getiriyor. Resmi yazıya kreş yazıp, sonra “ben kreş demedim anaokulu dedim” demek bu akla yakışır. Ayrıca son satırdaki “mezkur hüküm” ifadesi de kreşleri kapatmaya kadar gidecek bir ifadedir.” dedi.
Şimdilik durum net değil ancak yine bir belediye hizmetinin engellenmesi durumu olabilir mi? Onu zaman gösterecek ancak milli iradenin hizmet almasının engellenmesinden daha önemli konular var; kayyım ile milli iradenin sesinin kısılması.
Uzunca bir süredir iktidar kayyım siyaseti izliyor ve bu doğrultuda İstanbul’dan Batman’a kadar birçok belediyeye kayyım atandı. Tabi bu yeni bir durum değil, bir önceki yerel seçimden sonra da belediyelere kayyım atanmıştı, 2024 seçimlerinden sonra da belediyelere kayyım atandı ve atanmaya da devam edecek gibi görünüyor.
Kayyım atamalarına gerekçe olarak belediye başkanlarının terör örgütü üyeliği olması, terör örgütü propagandası yapması gösteriliyor. Yani “milli iradeye kayyım atadıysak, sebebi güvenliktir” denilerek gelecek olası tepkilerin önüne geçmek hedefleniyor. Yargı dışındakiler, kim terör örgütü üyesi, kim değil bilemez ancak güvenliği önceleyen bir iktidarın, eğer güvenliği önceliyorsa kayyım atanan belediyelerin başkanlarıyla ilgili olarak seçimden önce gerekli güvenlik soruşturması yapması gerekmiyor muydu? Eğer başkanlar bahsedildiği gibi terörle alakalı ise milli irade soruşturmadan etmeden bu kişilere nasıl emanet edildi? Ve günün sonunda ortaya çıkan sonuç milli iradenin sesinin kısılması değil mi?
Gelelim sadede... bu tip milli iradeye müdahale girişimleri, vaktiyle kendilerine “irtica, terörden daha tehlikeli” diyerek meşru siyaset yapma hakları elinden alınmış yöneticiler tarafından yapılıyorken, hangi söz, hangi eylem bu tutumların yanlış olduğunu kendilerine izah edebilir, bilemeyiz. Ancak...
Ancak denemekte fayda var; kayyım siyaseti, gazetecilere soruşturma açılması, CHP’li belediyelerin milli iradenin hizmet almasına engel olabilme ihtimali pahasına engellenebilmesi gibi tutumlara tepki vermek, İmamoğlu’nun kayığına binmek, teröre destek vermek, gazeteciliğin etki ajanlığı olarak kullanılmasına destek vermek değildir. Dün, kendilerine siyasi yasak getirilirken, hükümetleri düşürülürken, gazetecileri yargılanırken, “İrtica, PKK’dan daha tehlikeli” açıklamaları ile terörden daha tehlikeli gösterilirken nasıl ki iktidar kadrolarına, “milli iradeye” sahip çıkmak adına sahip çıkıldıysa bugün de aynı gerekçelerle milli iradeye sahip çıkılmalı. Bu nedenle milli iradenin kısılan sesini olması gerektiği kadar açmak, iktidara muhalefet etmek değil iktidara daha önce yürüdüğü gibi milli irade doğrultusunda yürümesi gereğini hatırlatmak, hem iktidar hem de ülke için yapılacak doğru şeylerden biridir.
“İktidarın, milli iradeye balans ayarı yapmaya kalkması güvenlikle alakalı değildir” denilemez, Türkiye’nin gerçek bir güvenlik, gerçek bir terör sorunu var ancak aynı zamanda kendi gücünü tescillemek, kendisine gelebilecek herhangi bir muhalefeti engellemek adına milli iradeye balans ayarı yapmak, sadece muhalefeti susturmak, muhalefete balans ayarı yapmak değil, Türkiye’ye ayar çekmektir ki, bu ülkenin de bundan bir hayır gördüğü görülmemiştir, bunu da en derinden iktidar partisi tecrübe etmiştir.