6 milyon nüfusa sahip Lübnan’ın  Yüz ölçümü 10.452 km². 1943’de bağımsız olmuş. Sınırlarını, rejimlerini ve iktidarı yine İngiltere ve Fransa belirlemiş “üniter, parlamenter, konfestyonist cumhuriyet”. Yani “mübarek cumhuriyetin her şeyi oluyor, “hamsi balığı” gibi. Biz de cumhuriyetin, “lokantası” da, “meyhanesi” de var, “sucuğu” da. Ve tabi “bizim Rabia” gibi “bizim cumhuriyet” sonuçta “Kemalist” bir cumhuriyettir. (Not: BİZİM derken, bu sıfatın ‘bizim market” le alakası yoktur. Oradaki “biz” aslında Müdafa-yı Hukuk, Kuvve-i Milliye maskeli CHF’ye göndermedir. “Kuvva-yı Milliye” ve Müdafay-yı Hukuk” cemiyeti, “heyeti temsiliye’nin çağrısı üzerine İstanbul’dan Ankara’ya gelen Meclis-i Mebusan’ın devamı olan, Kurtuluş savaşını yöneten, gayesi “Hilafeti ve İstanbul yönetimini kurtarmak” üzere harekete geçen bir grubu ifade etmektedir. Kars İslam Cumhuriyeti’nde olduğu gibi Cumhuri bir hükümet kurma iradesi ile hareket eden, kapısında sancak-ı şerif, kürsüsünde “Ve emruhum şura beynehüm” ayeti yazılı Meclistir” o meclis. Esasen bu Meclis, halk temsilcilerinin de katılımı ile oluşan 1. Cumhuriyete giden yolda Kurtuluş savaşı veren meclistir.

Lübnan Cumhuriyeti bu anlamda Konfesyonizm anlayışla din, etnisite ve siyasetin   fiili olarak iç içe ve bir arada bulunduğu, topluluklar arasında paradoksal bağların güçlü şekilde  karışık bir şekilde var olduğu toplumlarda var olan bir hükümet şeklidir. Bu yapıda Konfesyonist topluluklar siyasi ve kurumsal gücün kendi aralarında orantılı olarak dağıtılmasını ile oluşur. Lübnan nüfusunun %80’i Araplardan oluşur. Ancak burada Ermeni, Maruni, Dürzi, Falanjistler yanında Hizbullah da hem coğrafi, hem dini hem de etnik bir kimlik olarak ülkede yer aldı ve siyasi anlamda hukuki bir statü kazandı. Lübnan’da ayrıca yurtlarından çıkan büyük bir Filistinli topluluk da vardır.

Bugün ülkede Müslümanlar yanında (ki, ülke İİK üyesidir) Maruni kilisesi, Doğu Ortodoks, Doğu Katolik,  Ermeni Apostolik, Ermeni Katolik, Protestanlara ait kiliseler bulunmaktadır.

Müslümanlar Şii ve Sünni olarak çoğunlukta, ancak ayrıca Dürzi ve Nuseyri’ler de bulunmaktadır. Resmen tanınan 18 dini mezhep vardır (4'ü Müslüman, 12'si Hristiyan, 1'i Dürzi ve 1'i Yahudi)dir. Nüfusun yaklaşık %27'sinin Sünni, %27'sinin Şii, (Toplamda %54’ü Müslümandır) %21'inin Maruni, %8'inin Rum Ortodoks, %5'inin Dürzi, %5'inin Melkani ve %1'inin Protestan  Kalan % 6'sı çoğunlukla Lübnan'ın yerli olmayan küçük Hristiyan mezheplerinde mensup kişilerden oluşmaktadır.

Lübnan aslında Arap dünyasının, kültür, sanat, ticaret, eğlence ve kara para aklama işlerinin yapıldığı, turizm yanı ile Malta’ya benzer bir ülkedir. Beyrut 2 milyon nüfusu ile nüfusun üçte birine sahiptir.

1943 yılındaki Ulusal Pakt’a göre Cumhurbaşkanı Maruni, Meclis Başkanı Şii, Başbakanın Sünni olması ve yasama meclisi üyelerinin Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında 6/5 oranında paylaşılması söz konusudur. Gelinen noktada benden 6 yaş büyük olan Cumhuriyetin bundan sonra, İngiltere ve Fransa tarafından kurulduğu şekilde varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği belli değil. Çünkü İsrail, Hizbullah’ı oradan çıkartmak ve Lübnan topraklarının  Hizbullah’a, Hristiyanlara ve Dürzilere aid bölgesini işgal edip, daha sonra kendi işgal ettiği topraklardaki Filistinlileri buraya iskan ederek, dünyanın tanıyacağı, Türkiye, Mısır ve Suudilerin garantörü olacağı, başkentinin  Kudüs’ün doğusunda bir yerde (!?) Rejim ve sınırlarını İsrail’in belirleyeceği kukla, silahsız bir Filistin devletinin ön hazırlığına şahid oluyoruz.  Ve bu Siyonist plana göre, yeni ilan edilecek İsrail’in kontrolündeki Filistin devletinin içinde diğer Hristiyan unsurlar, Falaşa’lar, Arap Yahudileri, Falanjistler, Maruniler ve Dürziler de yer alacak.

Lübnan’da İsrail’in kendilerinin de tanıyacağı yeni bir Filistin için geri çekileceği bir siyasi operasyonun zeminini oluşturan bir harekatı izliyoruz. Nasıl İngiltere ve Fransa Suriye ve Lübnan diye orda bir devlet kurdu ise, İsrail de aslında ABD, İngiltere ve AB’deki Siyonist lobilerin desteğinde ve bu ülkelerin gözetiminde, şemsiyesi altında bu operasyonu gerçekleştiriyor. Bu süreci sonunda, eğer başarılı olurlarsa, Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısırın İsrail ile sınırlarında yeni düzenlemeler olacaktır.

Lübnan’dan sonra sıra Suriye’ye gelecek. Ve bu arada Kudüs konusunda da bir emri vaki ile, fiili müdahale ile karşılaşmak sürpriz olmayacaktır. Burada şu görelim, İsrail, bugün Sycos-Picot’un çizdiği sınırları, NATO ülkelerinin gözetiminde ve İslam ülkeleri kafalarını kuma soktukları bir ortamda 4 ülkenin sınırlarını, tek başına çizme konusunda bir irade ile askeri bir operasyon yapmaktadır. Ve bu işgal harekâtından sonra işgal ettiği topraklara, kendi içindeki Filistinlileri tehcir planı yapmaktadır. Dahası kendi içindeki Musevi olmayan ve kendi yandaşı unsurları, hatta Falaşa ve Arap Yahudilerini de sınırlarını kendilerinin çizim, rejimini kendilerinin tayin edeceği kukla Filistin devletinin içinde gayri Müslim öbekler oluşturarak, onları bu Filistin devletinin yasama, yürütme ve yargısına ortak etmek istemektedir. Bu komplosuna da Dahlan/Kushner projeksiyonunda olduğu gibi, Türkiye’yi (Türk dünyası, Müslüman ülkeler, Osmanlı Milletler topluluğu, Doğu Romanın Ortodoks mirasının tarihi mirasçısı olarak ve Karay, Hazara projeksiyonunun bir parçası olarak), Mısır (Afro-Arab grubu olarak) grubu, Suudi Arabistan (Kutsal topraklar, Arap Yarımadasının lideri konumundaki bir ülke olarak) Garantörü olurken, zaten daha şimdiden, Ürdün ve Mısır, hatta Şii Bahreyn, BAE bu plana destek vermektedir. Bu aynı zamanda bir HABAD senaryosudur. Bu senaryo Kıbrıs/KKTC ve Ukrayna senaryosunun bir parçasıdır.

Esasen Suriye operasyonunun tamamlanması halinde, Gazze ve Kudüs sorunu kendilerince çözülmüş olacaktır. Ve İsrail bir sonraki aşamaya geçecek, Arzı Mev’ud projeksinonu gündemine alacaktır.

Arz-ı Mev’ud projeksiyonu, başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak tan, Basra’dan başlayarak, Kuveyt, Suud, Arabistan’ın güney bölgesindeki topraklarının üçte biri ile, Sudanın Doğusunu ve Sina dahil, Mısırın Doğusunu içine almaktadır. Bunun hemen ardından hatta iç içe geçen süreçte, Ukrayna’dan başlayarak Kafkasları, Hazar denizinin iki yakasını da içine alan, Karaya ve Hazara operasyonuna tanık olacağız. Türkiye, Karay ve Hazara operasyonunun merkez ülkesidir. Zaten İstanbul’da şimdiden HABAT tarafında KKTC ve Rum kesiminden başlayarak Türkiye üzerinden Rusya, Ukrayna, Kırım bölgesi, TransKafkas’lar / Yecüc-Mecüc Koridoru, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, İran topraklarının önemli bir bölümü bu projenin kapsamı içinde yer almaktadır.

Tekrar dönelim Suriye’ye. Suriye kendinden ibaret bir ülke değildir. Şu anda Suriye’nin İsrail sınırlarındaki özellikle Bekaa ve Golan tepelerinde İsrail’in iddiaları var. Suriye’nin garantörü olan, sınırların tayin eden 2 ülke var: İngiltere ve Fransa. Suriye’de bir de kendi var. Suriye’de bir de Rusya var. Etti mi 4. Suriye’de bir İran, bir Yemen, bir de Lübnan Hizbullah’ı var. Etti mi 7.  Suriye ile en uzun sınırı olan Türkiye, artık Suriye içinde var olan bir ülke 8. Değil, aslında ilk sıradaki ülke biziz. Suriye’de görünmeyen bir başka ülke ABD. Yani 9. Ülke. Devlet olma iddiasında iki de örgüt var, DAEŞ ve PYD.. Kerkük’ü, Barzani’nin Kürdistanı’nı, Kerbela merkezli Kutsal Şii devleti olma iddiasına sahip Necef’i de sayarsak, bir düzineyi geçeriz. Dahası da var, bölgede İran’ın desteklediği bir Şii koridoru, bir de ABD’nin desteklediği Kürt koridoru konusu var. Tabi Kürt koridoru konusu PYD üzerinden yürütülse de, aslında işin içinde, şimdiden Süryaniler, Keldani, Asurilerin, Ezdiler, bölgedeki Hristiyan ve gayrimüslim bir unsur yanında farklı etnisiteye sahip Müslüman unsurların da yer aldığı yapının çatı örgütü, ABD’nin EĞİT/DONAT desteği verdiği SDG / Suriye Demokratik Güçleri’nin şemsiyesi altında PKK, PYD, KCK, YPG, KCK, PJAK gibi örgütler üzerinden Farklı Kürt, Arap, Süryani, Ermeni ve  soğuk savaş döneminde ve Irak’ın işgali sırasında, içinde İran devrimine karşı çıkan Halkın Mücahidinden gelen unsurların da yer aldığı, sınırlı sayıda da olsa, ABD ile birlikte hareket eden Türkmenlerin de bulunduğu IŞİD'e karşı mücadele için oluşturulmuş ortak bir operasyon gücünü de burada hatırlamak gerek.

Ki zaten, İsrail, hafta ortasında Rus, deniz ikmal üssü bulunan, Lazkiye bölgesindeki Tartus’a karşı bir saldırı düzenledi. Suriye’ye saldırı, rivayetlerde “Tarihin sonu”na işaret eden, Kıyamet savaşının gerçekleşeceği mekana açılan kapıyı işaret etmektedir. Şimdi, önce, Ekim sonundaki BRICS’i görmemiz gerek. 5 Kasım ABD seçimini görmek lazım. Ama İsrail bir emrivaki politikası ile işi geri dönülmez noktaya taşımak istiyor. Filistin devletini tanırken de, bu süreçteki savaş suçlarını örtmek istiyor. İsrail’in Filistin’i tanıması bu ONAM şartına bağlı olacak çünkü. Farkında mısınız, Gazze’de, Lübnan da yaşananları konuşuyoruz ama, çözüm için Abbas/Dahlan/FKÖ üçgeninde kurtarılmaya çalışılan bir Kukla Filistin devletini çözüm diye dayatıyorlar, bizim de buna EVET dememizi, bu kirli oyuna alet olmamızın ötesinde, bu ihanetin garantörü olmamızı istiyorlar.

Erdoğan dışarıda ABD’de diyor ama, içeride başka şeyler oluyor. Dönünce göreceğiz ağzından çıkan cümlelerle ayağının gitti yer aynı mı değil mi? O BM’nin Hitleri durdurması çağrısı, aslında Hitler gerçeğinin “kandırmacası” ile ilgili idi. Hitler, Avrupa’daki 2. Sınıf Yahudileri, Filistin’e gitmeye zorlamak için kurgulanmış bir proje idi. HolyWood’un da içinde olduğu bir proje bu. BM o gün Siyonist bir devletin inşası için oynanan bir oyunun son perdesidir. O BM, bugün İsrail’e karşı asla, böyle bir şey yapmaz, yapamaz. BM GK üyelerinin vetosunu yok sayan böyle bir önerme, kulağa hoş gelen ama muhteviyatı, geçerliliği olmayan bir talepten başka bir şey ifade etmez. Sahi “daha adil bir dünya” için örnek alınabilecek dünyada bir İslam ülkesi var mı, biz dahil! Dünya 5’ten büyük değil, fiili durum ABD’den bile küçük. Genç sivillerin sloganı tamam da, fiili durum, gerçekler ortada. Bütün İslam dünyasının bir İsrail bile etmediği ortada. Söz büyük de, gerçeklerin aynasında hali pür melalimiz ortada. Erdoğan bunların yanında BM Genel Kurulunda  “Cinsiyetsizleştirme meselesi bir tercihten ziyade artık küresel bir dayatmaya, tam anlamıyla kutsala ve fıtrata karşı bir savaşa dönüşüyor” demişte, aynen katılıyorum, ancak, bu konuda AKP içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilerin ve onların papatyalarının, malum holdinglerin İK’larında pozitif ayırımcılık uygulama kararına karşı, bu sözü edilen fahişelerin ve onların türevlerinin bu hezeyanları karşısında bizim yeşil sermayeye, siz bütün bunlar olurken, ne yapıyorsunuz diye sorduğum için, AK Parti genel başkanı olarak zatı alileriniz, partinizin genel merkez kadın kolları ve kadın milletvekilleri ve dahi 81 il kadın kolları başkanı, o da yetmiyormuş gibi, kızlarınızın da kurucu oldukları KADEM’in birlikte açtıkları dava devam ediyor. Buna ne demeli. 8 Ekimde İstanbul’da İstinafta duruşma var.

Onu geçtim, UN WOMAN’a yargı ve vergi muafiyeti, diplomatik dokunulmazlık, kamu, özel kuruluşlarla her anlamda doğrudan temas yetkisini kim verdi. GENDER’i alnımıza kim çaktı, toplumsal cinsiyet kimliği olarak, LGBT tercihlerini onaylayan, Biyolojik cinsiyeti reddeden. İstanbul sözleşmesinden çekildik dediniz, çekilmediniz, yasanın tahtında müstetir bir yasa var , aynen uygulanan, hatta GREVIO yerine UN WOMANla daha da şiddetli uygulanan. Zaten LANZAROTE’nin adı geçmiyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diye sormayalım m?

Her fırsatta uluslararası düzenle birlikte hareket etme kapsamında, bu iklim, gıda, politikaları, fıtrata karşı bir başkaldırı değil mi? Yeni Delhi’de G20’de verilen sözleri ne yapacağız.

Evet, heyecanla şu sözlerinizin pratikte karşılığını görmek istiyoruz. Daha söyleyecek o kadar çok şey var ki, say say bitmez. Evet o son cümle şöyle: “ Türkiye, ne pahasına olursa olsun, bu kuşatmayı yarmakta, bu korku iklimine direnmekte kararlıdır.” Daha önce bir direnme emaresi görmedik, ama ABD dönüşü bakalım ne olacak. Daha iki ay önce Adana’daki devlet destekli Karnavalı kim düzenledi!  Erdoğan Nevşehir’de, Hacı Bektaş şenliklerinde konuşurken, Nevşehir’deki AGARTHA zirvesini kimler düzenledi. Söz ile aleme akıl verirken, tabi bu arada kendi içimize de bakmamız gerek. Bakalım AGARTHA Lobisine bir operasyon çekilecek mi. Ve tabi DAHLAN/KUSHNER senaryosunun garantörü olma iddiasından vazgeçecek miyiz, Filistin konusunda. HABAT ile yol ayırımına gidecek miyiz? Yoksa bu verilen kaçıncı söz ve daha ne kadar bu sözlerle oyalanacağız göreceğiz. Selam ve dua ile.