Suudi Arabistan’ın özellikle Muhammed b. Selman’ın yönetimde etkin olmasıyla ciddi bir değişim geçirdiği bilinmeyen bir durum değil.

Suudi Arabistan için terminolojiden seçebileceğimiz son kelime olsa da kendi tarzında bir takım devrimler yaptığını söyleyebiliriz ama önce Suudi Arabistan’a yakından bakalım...

Muhammed b. Abdulvehhab’ın kurucu lideri olduğu Vehhabilik, Suudi Arabistan devletinin resmi mezhebidir. Vehhabilik hem dini hem de siyasi bir harekettir. Bu arada belirtilir ki Vehhabiler kendilerini bu isimle isimlendirmez, bu isimden hoşnut oldukları da söylenemez. Kendilerinin selef akidesine bağlı olduğunu ifade ederler ve etik davranmak gerekirse, kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa öyle kabul edilmelidirler. Sıkça ifade edildiği gibi, İslam tek ancak farklı farklı yorumları olabilir, Selef akidesi de en basit biçimiyle ifade edilecek olursa; dine sonradan girdiği düşünülen şeyleri, bidatları kabul etmeyen, selefe/öncekilere (Peygamber ve sahabeye, Ahmet b. Hanbel’e) uyulması gerektiğini savunan bir akidedir. Hac ve Umre ibadetlerini yapan Müslümanların, sahabeye ait mezarların “gösterişsiz, bakımsız” gördüklerinde üzüntüden helak olarak anlattıkları durumların arkasında bu akide yatmaktadır. (Daha detaylı bir okuma için https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3237297 )

Tüm Müslümanlar için kutsal sayılan Kabe’nin Mekke’de bulunması, Rasulullah (SAV)’in İslam’ı Mekke’den tebliğe başlaması nedeniyle de Suudi Arabistan’a bir tür kutsallık atfedilmektedir. Ve buna bağlı olarak da Suud’un yaptığı herhangi bir eylem, diğer Müslüman ülkelere göre daha fazla titizlikle ele alınır. Kutsal Kabe’ye ev sahipliği yapmak kolay bir iş değildir. Suudi Arabistan’ın kolay bir şey olmayan Kabe’ye ev sahipliği yapma işinde tümden başarısız oldukları söylenemez. Ancak Kabe’ye ev sahipliği yaparken itikadi selefi tutumuna uyduğu da söylenemez.

Bunlar, Suudi Arabistan’ın itikadi yönü ancak aynı zamanda Suud bir devlet. Yani sadece itikadi yönden oluşmuyor.

Devlet olan Suud’un yakın dönemine kuş bakışıyla bakacak olursak; 11 Eylül’ün terör saldırısının arkasındaki isim olan Usame b. Ladin’in Suud merkezli olması nedeniyle 11 Eylül sonrasında teröre destek vermekle suçlanacak bir ülke iken Trump döneminde, Muhammed b. Selman’ın da çabalarıyla Ortadoğu’da ABD işgalinin silahsız uygulaması olan “Yüzyılın Anlaşması”nda aktör olmak isteyen, İsrail ile normalleşmeye çalışan aynı zamanda satır aralarında olsa da Filistin meselesinde tamamıyla İsrail’in lehine tavır almayacağını belirten bir ülke profiline dönüştü. Müslüman Kardeşler’e oldukça karşı olan Suud’un Hamas’ın İhvan kanadından gelmesi nedeniyle Hamas’a mesafeli durduğunu ancak Filistin meselesini de tümden yok saymadığını belirtmek gerekir.

Özetle, Suudi Arabistan’a itikadi olarak yakıştırılamayan şeyler, aslında bir şekilde bir devlet politikası olarak -katılın ya da katılmayın- izah edilebilecek durumlar olarak ele alınabilir. Örneğin, İran ile kadim itikadi ayrılık nedeniyle, İran karşıtı olan İsrail ve ABD ile yaptığı, yapmaya çalıştığı ittifak doğru olmasa da anlaşılabilir bir durumdur. İran destekli Husilere karşı Yemen’de giriştiği savaş da... Ancak hem itikadi olarak hem de bir devlet olarak hiçbir surette açıklanamayacak durumlara da imza atmıştır.

Kabe’ye ev sahipliği yapan bir ülkenin, İran’la çekişme alanı haline getirdikleri Yemen’de Müslüman çocukların açlıktan kırılmasına neden olacak kadar ileri gitmeleri, hiçbir devlet politikası ya da hiçbir itikat ile açıklanamaz.

Kabe’ye ev sahipliği yapan bir ülkenin, Kabe’nin üzerine doğru yapılan, Kabe’yi yutan gökdelenleri inşa etmesi hiçbir devlet politikası ya da hiçbir itikat ile açıklanamaz.

Ve modernleşmek adına, çağı yakalamak adına, Suudi Arabistan’ı ileri götürmek adına, Suudi Arabistan topraklarında çırılçıplak insanları Kabe’ye benzeyen bir dekor önünde dans ettirmek, hiçbir devlet politikası ya da hiçbir itikat ile açıklanamaz.

Çünkü...

Çünkü Suudi Arabistan, Suudi Araplarındır ancak Suud sınırları içinde de olsa Kabe tüm Müslümanlarındır. İlerlemeyi, çağı yakalamayı, değişimi kadın bedenini nesne, cinsel obje haline getirerek kadın bedeni üzerinden yapmaya çalışan bir anlayışın, Kabe önünde bu tip çirkin bir tutum sergilemesi kabul edilemez. Aynı zihniyetin, düne kadar İslam’ı, selefe uyma zorunluluğunu, itikadı korumayı yine kadın bedenini peçeye, eve hapseden bir tavırla inşa etmeye çalıştığı düşünülünce bu kabul edilemezlik bir de tutarsızlık hali almaktadır. Dahası, bir yandan itikadı korumaya diğer yandan devlet işlerini itikat dışında yürütmeye çalışanların değişimi konser vermek zanneden vasatlığı da herhangi bir olumlu ilerleme sağlayamaz.

Meseli bilirsiniz; kendi mabedine teveccühü arttırmak için Ebrehe ordularıyla Kabe’yi yıkmak üzere Kabe yakınlarına gelince, Mekke eşrafının develerine de el koyar. Peygamber (SAV)’in dedesi Abdulmuttalip de kendisinden develerini iade etmesini talep eder. Ebrehe şaşırır, “Kabe’yi yıkmaya geldim, senin derdin develerin mi?” diye sorunca, Abdulmuttalip “Kabe’nin sahibi Allah, o Kabe’yi korur, ben develerimin peşindeyim.” der.

Suudi Arabistan, Kabe’yi Allah’ın koruyacağını unutmuş olabilir, elbette Suudi Arabistan’a Kabe benzeri bir dekor önünde konserler verdirdi diye savaş açılması gerekmiyor ancak Müslümanların da Kabe’ye yönelik bu hakarete karşı en azından Abdulmuttalip’in develeri için verdiği mücadele kadar bir mücadele vermesi, üç beş satırla dahi olsa kınaması gerekmez miydi? Bir mezar taşı görünce bidat diyerek yıkacak kadar selefi tutuma sahip olanların Kabe figürü önünde tepinilmesine ses çıkarması gerekmez miydi?

Gerekirdi. Ama yapmadılar. Yapamadılar. Çünkü bir baskı rejimi altında yaşıyorlar. Öyle ise demek ki neymiş, İslam “ben şeriat ile yönetiyorum” deyince değil ancak hür bir yönetim altında yaşatılabilir ve yaşanılabilirmiş, bilmem anlatabildim mi?