Suriye olayından sonra PYD konusunda gelinen noktada, Gazze ve Filistin konusunda, NATO ile ilişkilerimizde, AB ile yolculuğumuza, BOP ile birlikte yol yürümemizde, Uluslararası sistemle birlikteliğimizde kritik soru şu:  teklif edilen şartlara karşı duruşumuz ne olacak, HAYIR diyebilecek miyiz?

Her ülkede iktidar var. O ülkenin adil, meşru bir yönetim oluşturup oluşturmaması Muhalefetin varlığı ile ilgilidir. Uluslararası ilişkilerde, bu ilişkilerin meşru bir zeminde yürüyüp yürümemesinin en önemli göstergesi, taraf olarak, önümüze konulan şartlara  HAYIR diyebilme cesaret, irade ve özgürlüğü ile ilgilidir. Eğer “Akvaryum balığı” muamelesi görüyorsanız ya da “oltaya takılan balık” gibi görülüyorsanız, artık isterlerse yemlemeye bile gerek görmezler. Eğer siz ve çevreniz tehdit ve şantaja açıksa, yapacak bir şey yok. Onların açtığı yoldan, gösterdiği istikamette yürümek zorundasınız, dilinizle hangi şarkıyı söylerseniz söyleyin. Onun için politikacıların söylediklerine kulak verirken gözlerinizle ayaklarına bakın, o ayaklar nereye gidiyor ona dikkat edin bakalım ne göreceksiniz! Bunlar İsrail'le en tehlikeli anlaşmaları imzaladıkları gün, dilleri ile İsrail'e karşı en sert demeçleri verebilirler. İsrail de bunu anlayışla karşılar. Onlar ne dediğinize değil, ne yaptığınıza bakarlar. Onlar da bir kayıkçı kavgasına girip, en sert şekilde sizi protesto edebilirler. Bu tür işler “diplomasi münafıklığı”nın adetindendir.

Dine giriş daha ilk adımda “Hayır:  LA” demekle, muhalefetle başlar. Bakmayın birilerinin size vefa, sadakat diye İteati dayatmasına. Hiç kimseye RAİNA demeyin, UNZURNA deyin. Yoksa TEB’A ve REAYA’ya dönüştürürler sizi. Bir adım sonra o din ve devlet adamları İlahınız ve Rabbiniz olarak çıkar karşınıza. Ve devam ederiz,”… İLLALLAH” diye. Ancak Allaha kulluk ederiz, kula kulluk etmeyiz.

Bakın, madem RED’le başlıyoruz, aynı şekilde, Peygamberlerin yaşadığı dönemde, Ona karşı çıkan, peygamberlerin de kendilerine karşı çıktığı, din ve devlet büyüklerine, ilim ve makam ve servet sahiplerine bakın. Onlar gibi olmayın, onlara yardım ve yataklık etmeyin. Onlardan uzak durun. Yoksa onları yakacak olan ateş, size de dokunur.

Onlar “İNS’in ŞEYTAN’LARI”dırlar. Onlar FİRAVUN, NEMRUT, KARUN, BELAM, HAMAN, CALUD, EBU CEHİL, EBU LEHEB’lerin zihniyet ikizi’dirler. Bakın, onlardan uzaklaşmadan, onlara yakınlık duyarken Müslüman olduğumuzu söyleyemeyiz. İman ile şirk, Adaletle zulüm, aynı yerde buluşamaz. Bizim Müslümanlığımızda bir sorun var. Bütün suç Şeytan’da ya da onun dostlarında değil. Şeytan Şeytanlığını yapıyor. Şeytan’ın varlığı suç işlememizin bahanesi olamaz. Şeytan kendi suçunun cezasını çekecek, biz de Şeytan’a uymamızın cezasını çekeceğiz. Karanlık aydınlığın yokluğudur. Yoksa ışık gelince karanlık yok olur. Hak gelince batıl zail olur. Şunu görelim atık, bizim yoksulluğumuz, ötekilerin zenginliği kadar büyük, ya da şöyle de diyebiliriz, onların zenginliği bizim yoksulluğumuz kadar büyük. Bizim Allah’ımız var, onların Şeytanı. Aslında biz çok çok daha güçlüyüz. Kıyas bile olmaz. Şeytan da Allah’ın iradesi içindedir. Demek ki, biz Allah’ın rızası içinde hareket etmiyoruz. Onun için bize denmedi mi “Biz kendi hakkınızdaki hükmü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.” Sorunu biz kendi içimizde aramalıyız. Çözüm CHABAT’ta, AGARTHA’da değil. ABD’nin, AB’nin, NATO’nun ipiyle kuyuya inilmez.

Şunu görelim artık: Beşeri bir kurtarıcı yok! Kurtarıcılardan kurtulmadan kurtuluş da yok. Kişi’nin kurtuluşu kendi iradesine bağlıdır. Yaptıkları, söyledikleri, yapması ve söylemesi gerekirken söylemedikleri ile ilgilidir. “Allah’ın yardım şartı” buna bağlıdır. Allah (cc) Zalim ve cahil bir topluluğa yardım etmez. Kurtarıcı bir ideoloji, kurtarıcı bir rejim de yok. Daha doğrusu İdeolojilerin, rejimlerin de içi boşaltılabilmektedir. Hatta Dinin nasıl içinin boşaltılıp zulüm aracı haline getirildiği kendi içimizde de gördük, Gazze’de de gördük.

Günümüzde Demokrasi, Modern toplumların idolü ya da Mehdi’si, Mesih’i gibi bir şeydi. Bunun böyle olmadığını acı tecrübelerle gördük., AB’nin Irak’a getirdiği Demokrasi ile.. Bugün Suriye’yi konuşuyoruz. Suriye’nin sınırı, rejimi, iktidarı halk tarafından değil, kurucu babalar, yani İngiltere ve Fransa tarafından tayin edildi, diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi. Azınlıktaki bir mezhebe ait bir aile iktidar yapıldı. BOP Projesi de bölgedeki 20’den fazla ülkenin sınır, rejim ve iktidarlarında değişiklik öngörmüyor mu idi! Şimdi de, Siyonist bir ideoloji ve Evengelik bir Hristiyan mezhebi ve Kabbalist bir dini öğretiye dayalı  bir hareket katliam yapıyor, dünya boş gözlerle seyrediyor. Gazze’nin şahsında batı dünyası kavramları, kurumları, bilimi, sanatı, sömürüye dayalı ekonomisi ve siyaseti ile büyük bir çöküşün içinde. Media’sını da gördük bu süreçte. Görmek isteyenler için CoVID ve mRNA süreci, PCR, Maske dayatması aslında çok açıklayıcı, öğreticiydi ama insanların çoğu adeta ipnoz edilmiş gibi, gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Çobanların köpekleri gibi, VIP ve CIP’lerin Trolleri gibi koyunlaşan kitleleri güdüyorlar sanki. Sadece kalabalık halk toplulukları değil. Mesela Batı’dan gelen bir talep söz konusu ise, İstanbul sözleşmesi, Lanzarote örneğinde olduğu gibi, AL Parti-CHP, MHP-DEM fark etmiyor, eller aynı anda kalkıyor ve iniyor. 62 yıldır AB kapısında bekliyoruz, HAYIR sesi duyuyor musunuz, birkaç kişi dışında.

Kore’de HAYIR dediler duyduk. Almanya’da ve Fransa’da da HAYIR dediler. Gürcistan’da da HAYIR diyenler var. Gazze’de HAYIR diyenler bunun bedelini çok çok ağır  bir şekilde ödüyorlar.  Kanları ile bir destan yazıyorlar. Akıl, vicdan, merhamet sahibi insanlar o kanla hayat buluyor. Suriye’de ne olacak göreceğiz. Bu arada  Türkiye’de HAYIR diyenler içeri tıkılıyor, Suud’da kimse buna cesaret edemiyor zaten! Erdoğan bir şiir okudu diye içeri tıkılınca on binler o şiiri okuyarak HAYIR demişlerdi. Bugün o kişiye karşı seslerini yükseltenlerin başına neler geliyor görüyorsunuz. Oysa benzer bir durumda, Hatta Camide, hutbe okurken  kendini eleştirenlere karşı ne demişti hatırlayın: Ömer yanıldığında kendi uyarıp düzeltmek için ayağa kalkan müminleri yaratan Allaha hamdolsun!

Şark’ta liderler La Yüs’el. Açıkça söylemeseler de pek çoğu TEK ADAM! Hatta TANRI KIRAL gibi. Kitapta geçen şekli ile İLAH ve RAB! Yani, “hüküm koyan” ve “terbiye eden” konumda. Halk onların gözünde TEB’ ve REAYA! Yani “Tabi olan” ve Riayet eden”. Saltanat sahiplerinin gözünde “Ahali” KUL’dur. Zaten 2. Mahmud “Kullarım” diye hitap etmiyor mu idi topluma! Herkesi “kapılarında kul” gibi görüyorlardı. İnsancıklarda ya küçük menfaatlar karşılığı, ya da korkularından “efendileri”ne iteat ediyordu.

Sanırım bastırılmış kitleler İTEAT’de de, İTİRAZ ederken de çoğu zaman ölçüyü kaçırıyoruz. Susup susup konuşunca ölçüyü kaçırıyoruz. “İnceldiği yerden kopsun” diye bir söz var, “bıçak kemiğe dayanınca” olan oluyor. Bakıyorum sokaktaki insanlar ÇIDAM olmuş, dokunsan patlayacak!

Bizler alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Artık internet var. Sesimizi tüm dünyaya duyurabiliyoruz. Artık otomatik tercüme imkanları da var, dil bilmek de gerekmiyor mu? Sosyal medyada oyun ve eğlence ile vakit geçireceğimiz, Hakkın ve Halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olamaz mıyız! BİZ İNSANIZ diye sesimizi yükseltemeyiz. “Ayrı ayrı dillerde aynı şarkıyı söyleyenler”den olamaz mıyız? Hem de “haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı, zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da” diyemez miyiz?

Evet, evet; bir kişi ya da topluluğa olan düşmanlığımız bile, bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli. Evet, evet; doğduğumuz ana-babayı biz seçmedik, doğduğumuz toprağı da. Derimizin rengini de biz seçmedik, cinsiyetimizi de. İnsan bunlardan dolayı üstün ya da geri olamaz. Her toplum içinde iyiler ve kötüler vardır, gelin biz iyilerden olalım. Hz. Nuh’un evinde kötü birileri vardı, Firavunun evinde de iyi birileri. Yeryüzünün bütün iyileri birleşin! Gelin hep birlikte, adaletsizliğe, sömürüye, vurgun düzenine, soyguna, zulme, ehliyetsiz-liyakatsiz insanların göreve gelmesine, rüşvete, torpile, ihaleye fesat karıştıranlara, Riba’ya, kumara, alkole, uyuşturucuya, fuhşiyata HAYIR diyelim.

Başta demiştim; her ülkede iktidar vardır, önemli olan Muhalefet var mı, Muhalefet denen yapı da Mustafa Kemalin kurdurduğu Komünist Parti ya da serbest Cumhuriyet Fırkası gibi bir şey mi, değil mi. “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden, gerçeği olmasın diye, “var işte” demek için, yapıyormuş gibi yapmak için göstermelik bir takım şeylerin varlığı aslında bir aldatmadan başka bir şey olmayacaktır.   Onun için bakmak gerek, o iş, “sözde” mi, “özde” mi?  Kurulsa bile o kuş avlamak için kuşların yemlendiği bir kapan, bir tuzak olmasın sakın. 

Neye EVET, neye HAYIR diyeceğini bilmeyen, sert esen rüzgarlara göre dönüp duran bir rüzgar gülü belli bir hedefe yürüyen yolcunun istikametini değil, rüzgarın istikametini belirler ve sadece tedbir için bir veri olarak değer taşır.

Selam ve dua ile.