Biz insanız. Allah (cc) bizi parmak uçlarımız gibi farklı yarattı ki “Tearüf“ edelim, “bilişelim”,  “iyilikte/hayırda” yarışalım diye.. Kötüler insanları daha kolay yönetmek için TEK TİP’leştirmek isterler. Bunun sonucu TEK ADAM rejimidir. Oysa Allah’tan başka her şey çoktur. Biz bu çokluğu iyi-kötü, doğru-yanlış, hak-batıl diye ayırırız. Sonuçta bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün vardır.

Bir Müslüman günde 40 kez Fatiha okur ve der ki: “Ya Rab, bana Hakkı Hak, batılı batıl göster ve HAK’da toplanmamızı nasib et”. Bu anlamda yaşadığımız zamana ve mekâna adil bir şekilde şahitlik ediyor muyuz? Mesela daha hafta başında BAE ve Mısır’a yapılan resmi ziyaretleri izlediyseniz, dünden bu güne ne değişti de, politikalar böylesine değişti. Sisi ile kardeş olduk, Mursi’yi unuttuk mu? Dün Mursi’ye destek vermekle hata mı ettik, bu Beştepe’deki Rabia işareti ne zaman kaldırılacak, yoksa zaten “Bizim Rabiamız”(!?)’la o defteri kapatmış mıydık. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile anlaştığımıza göre, artık Dahlan'la da masaya oturabiliriz. Zaten Filistin’le İsrail arasında arabuluculuk yapacaksak, kurulacak olan, başkenti Kudüs olan Filistin devletinin devlet başkanı olacak kişi herhalde Dahlan olacaktır. Madem HABAT’ı bile Beştepe'de karşıladık, artık Dahlan’ı da Beştepe'de görmek sürpriz olmayacaktır. Hatta Sisi’yi iktidara taşıyan Dahlan, Sisi’yle birlikte gelsinler. Hamas’la da bu gidişle aramıza mesafe koymak sürpriz olmayacak. Böyle bir buluşma aslında İliç faciasını da unutturur.

Bir Müslüman için, bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi onun önerisi değildir ve olamaz. O haksızlık kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsa, haklıdan yana, haksıza karşı çıkacaktır. Haksız olan babası da olsa, haklı olan düşmanı da olsa.

Önemli olan farklılıklarımıza rağmen barış içinde yaşamaktır. Bir konuda anlaşamamışsak, mutlaka anlaştığımız bir konu vardır. Tearüf ederek (bilişerek) uzlaştığımız alanları genişletebilir, çatıştığımız noktaları azaltabiliriz. Sonuçta kederler paylaşıldıkça azalacak, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalacaktır. Ama bunun için sabırlı olmamız gerekiyor. Merhametimizin gazabımızdan, sevgimizin nefretimizden büyük olması gerekir.

Siyaset bu anlamda topluma kötü örnek oluyor. En büyük sorun, siyaset sivile alan bırakmadı. STK’lar siyasetin arka bahçesi ya da siyasete zıplamak için bir sıçrama tahtası. Din de siyasetin arka bahçesinde konumlandırıldı adeta. Siyaset medya, STK, akademi ve iş dünyası ile gayrimeşru bir hayat yaşıyor. Siyasetin gayesi maslahattır. O da “sulhetmek”le mümkündür. Oysa bugün siyaset bir çatışma, rakibini yok etmeye çalışan Gladiatör’e, Terminatör’e dönüşme yolunda ilerliyor.

İnsanımızın maalesef bu çatışma ortamında aklı ile vijdanı barışık değil. Sonuçta dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vijdani kanaat farklılıkları taraftarı olduğu aidiyet duygusu ile varolmak için ötekini yok etmek gibi bir yola saptı. Bu iş aile içi , komşular arası çatışmaya geldi dayandı. Terör de aslında buradan bekleniyor.

Bakın bizi biz yapan, alameti farikamız olan bizi ötekilerden ayıran erdem nitelikli özelliklerimizi bir bir kaybediyoruz.

Sahi niçin çoğu kimse, israftan söz etmiyor. Yolsuzluk sadece ötekilerin işi imiş gibi takdim ediliyor. Torpil, rüşvet, herkesin ortak sorunu değil mi? Bankamatik memurlar sorunu niçin çözülmez. Ehliyet, liyakat, kalite, verimlilik, katma değer sorunu var. Bizde işçi ücretleri çok düşük, ama nihai üründe emek maliyeti yüksek, çünkü kalite ve verimlilik yok. Bir de hayali istihdam söz konusu.. Kamuda çok aşırı bir istihdam var. Sadece bankamatik memurları değil, faal olanların verimliliği de çok düşük. Mevzuat desen adeta çöplük. Kırtasiyecilik de öyle. Bu karmaşa içinde adamına göre işler kitabına uydurulabiliyor.

Vergiler çok yüksek. Vergininde vergisini alıyorlar. KDV, işlem başına peşin alınan bir vergi, kurumlar vergisinde ciddi bir vergi kaçağı söz konusu. Zaten devlet bütün işletmelerin zararına karışmıyor, karına ortak.  “Türk Sovyeti” hala canlı! Gümrüklerin hali malum. Şu ifritten sualin kılını çekmez akıl: “1 TL’lik PCR çubuğu nasıl 4 dolara” devlete fatura edilir? Sağlık AVM’leri insanımızın sağlığı için değil adeta ilca fabrikalarına çalışıyor. Milletçe MR kuyruklarındayız. Ben hastayım bu iş! Yap-İşlet-Devret işlerin kamuya maliyeti, sağladığı katma değer dengesi nasıl sağlanacak bu gidişle.

Türkiye kalkınacak diye bekliyoruz da, görünen o ki, hem “mevzuat müsaid değil”, hem “bu akıl”la bu iş olmayacak galiba. Ve bu konuda tek sorun siyasilerden kaynaklanmıyor. Bürokrasisi, STK’sı, cemaatı ve iş dünyası da böyle. Yani birbirimize benziyoruz. Hep birlikte övünmeyi dövünmeyi bırakıp, kendimizi gözden geçirmemiş, özeleştiri dedikleri bir nefs muhasebesine ihtiyacımız var.

Necip Fazıl’dan “Destan”sı bir çöküşün hikayesini dinlemek isterseniz:

“Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,

Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!

Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!

Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!

Allah'ın on pulunu bakleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;

Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!”

Dünyanın geldiği noktaya bakar mısınız, HABAT, AGARTHA, EPSTEİN “Şeytan Üçgeni” içinde bir siyasetten kime ne hayır gelir. Bana söyler misiniz, kaset ve dosyalar arasına sıkışmış bir uluslararası sistemle insanlığın hangi sorununa çözüm üretilebilir ki! Semptom tedavisi ile, tezahürleri perdeleyerek, artırılmış sanal gerçeklik dünyasında algı operasyonu ile geldiğimiz yer burası. Yeni uluslararası düzen arayışı için eskisinin yıkılması gerekiyor. “Tanrıyı kıyamete zorlayan” akıl, “Tarihin sonu”nu getirecek, “Medeniyetlerarası bir çatışma”nın  zeminini oluşturmaya çalışıyor birileri bugün. GlobalReset, TransHumanizm, ve iklim gibi konularla insanlığın gündemi perdelenmeye çalışılıyor. Gazze ile başlayan süreçte, tüm dünyada insanlar, yeni bir erdem ve vijdan hareketi başlatmış gözüküyor. “Biz insanız” diyen kitleler, bu gidişe dur demek için HAYIR diye sesini yükseltiyor.

İslam’ın Tevhid inancı “LA” ile başlar. Yani HAYIR diyerek, “La İlahe”, “Benim üzerimde bana rağmen hüküm dayatacak bir irade, otorite yoktur” anlamına gelen bu ifadenin hemen ardından “İllallah” geliyor. “Bizim İlahimiz ve Rabbimiz yalnız Allahtır”! Din ve devlet büyüklerinin İlahlık ve Rablik iddiasını, Tanrı krallık dayatmasını reddediyoruz.

Toplum, kaderi değiştiren, rızık vadeden kurtarıcı lider ve önder arayışından vazgeçmeli. Bunlar peygamberlerin bile elinde olmayan şeyler.

Yeryüzünün bütün erdemli insanlar, adalet, barış, özgürlük yolunda haydi, hep beraber bu konuda buluşmaya. Herkesin mal, can, namus, akıl, inanç ve nesline yönelik bir tehdit oluşturmamak şartı ile, katılımcı, çoğulcu, şeffaf, insan hak ve hukukuna saygılı olma iradesi ile, evet, herkes için adalet, herkes için, herkes için özgürlük!

Selam ve dua ile...