Kadınlar, günümüz dünyasında geçmişte gasp edilmiş haklarını geçmiş dönemlere görece bir miktar elde etmiş olsalar dahi bu durum, erkek egemen bir dünyada yaşamadığımız anlamına gelmiyor. Kadının hür olduğu iddiasındaki Batı’dan neşet eden uluslararası büyük şirketlerin bünyesinde çalışan kadınlara topuklu ayakkabı dayatmasında da kadın giyiminde sadece 36-42 beden aralığındaki vücut ölçülerine göre tasarlanan ve büyük beden seçeneği olmayan kadın giyim firmalarının ürünlerinde de Taliban gibi baskı rejimlerinin kadını yok kılmak için kadınları eve ve burkalara hapsetmesinde de erkek egemen bir dünyada yaşadığımızı görebiliyoruz.
“Çalışan kadınlar ile eve tıkılan kadınlar aynı değildir” itirazının lüzumu yok zira bir yerde kadın, erkek nefsi/gözü için daha çekici göründüğü için topuklu ayakkabıya mecbur bırakılırken diğer yerde erkek gözü/nefsi harama kaymasın diye görünmez hale getirilmek isteniyor, bu minvalde maalesef baskı modern toplumlardan geleneksel toplumlara kadar hemen hemen her yerde var. Ancak genel kabul modern toplumlarda kadınların en azından giyim-kuşam konusunda daha özgür, kendi kararlarını verebilecek konumda oldukları yönünde. Oysa öyle değil, günde yaklaşık olarak 8 saat boyunca bir kadının ayağından boynuna kadar tüm vücuduna rahatsızlık verecek bir ayakkabıyı giymesinin kendi tercihin olduğunu söyleyebilir miyiz, hiç sanmıyorum.
Dışarıdan içeriye, genelden özele dönüp kendi coğrafyamıza baktığımızda hızlı ve baskı içeren ve bir miktar da suni olan modernleşme sürecimiz olduğu gibi bu duruma tepki olarak ortaya çıkan geleneğe sarılma, var olanı muhafaza etme dürtümüz de var. Nihayetinde bu etki-tepki sonucunda da çoğu kez olan, olması gerekenin çok uzağında kalıyor. Somutlaştıralım; Türkiye’de kadınlar, seküler ya da dindar olsun fark etmeksizin uzun süre baba, abi, eş, anne hatta yakın akrabanın nasıl giyinmeleri ve nasıl davranmaları konusundaki baskısı altında kaldı. Ancak belli bir noktadan sonra kadınların bu baskılara yönelik tepkileri açığa çıktı. Bu tepkiler birden çok şekilde kendini gösterdi ancak bunlardan bir tanesi sadece bir tanesi giyim tarzı üzerinden şekillendi. Buna göre dekolte giymek kadının özgür olduğunun bir göstergesiydi. Ağzımıza pelesenk olan “şort giyme özgürlüğü” meselesi gibi. Çünkü maalesef şort giyen kadınların şort giyme tercihi eleştiriye tabi tutuluyordu. Yanlış bir baskının sonucunda yanlış olmasa da gerçekten kadının tercihi olup olmadığı belli olmayan bir “şort giyme, dekolte giyme” tepkisi ortaya çıktı. Ancak sonuç, sadece bu tepkiyle alakalı değil.
Plajlardan, sahil kesiminden bahsetmiyorum. Okulda, Anıtkabir’de, metroda şort, crop adı altında iç çamaşırından farkı olmayan kıyafetler tercih edilir oldu. Elbette kimseye “şunu giymelisin, bunu giymemelisin” demeye çalışmıyorum zaten böyle bir hakkım da yok ancak kadın bedeninin bu denli nesneleştirilmesi, bu denli teşhir edilmesinin kadınların kendi olup olmadığını sorguluyorum. Sahi bu giyim tarzı kadınların kendi tercihi mi yoksa kendilerine dayatılan giyim tarzının kendi tercihleri olduğunu mu sanıyorlar? Ve hatta bunun bir özgürlük olarak yutturulduğunun farkında olunup olunmadığının da sorgulanması gerekiyor. Ve bunu erkek merkezli değil olması gerektiği gibi kadın merkezli olarak sorgulamaya çalışıyorum.
Sahi şortun, mini eteğin, askılı üst giyimin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak son dönem bu etiketle satılan ürünler ne şort ne bluz ne de tayt… hepsi iç çamaşırından farkı olmayan kıyafetler hatta son dönemde taytlar çok daha dar çok daha şeffaf vücut hatlarını daha fazla belli edecek şekilde tasarlanıyor. Üç beş tane işsiz güçsüz fenomen de bunları giyince bunlar “alınması ve giyilmesi gereken kıyafetler” olarak algılanıyor.
Peki öyle mi?
Alınmalı ve giyilmeli mi?
Acaba kadınlar, naylon oranı yüksek hatta içeriğinde hiç pamuk olmayan sağlıksız, rahatsızlık verici ve bedenlerini erkek gözü nasıl görmek istiyorsa öyle gösteren kıyafetleri kendi istekleriyle mi tercih ediyor ve bunun bir özgürlük alanı olduğunu, hür irade tercihi olduğunu mu düşünüyor?
Elbette bu soruların cevapları herkes için farklı, cevap aramadığımı da söyleyebilirim, sadece bu soruları sormakla mükellefim. Zira kadın bedeninin “benim bedenim benim kararım” adı altında, “benim bedenim başkasının kararı” üzerinden teşhir edildiğini, nesneleştirildiğini, kadınların kendi bedenleri üzerinde kendi hür iradeleri ile karar almalarının önünde erkek egemen bir anlayışla geçildiğini düşünüyorum. Elbette bu benim düşüncem ve kimseyi bağlamaz peki sen ne düşündüğünü biliyor musun?
Ve bu konuda bu minvalde görüş belirttiğimde yakın çevremden sosyal medyadaki takipçilere kadar birçok kadından şu yorumu alıyorum; başı açık, alkol alan, dindar olmayan, mayo ile denize giren bir kadınım ancak kadınların hatta genç kızların bu şekilde giyinmesine bir anlam veremiyorum. Oysa bu minvaldeki görüşlerin seküler kadınlar tarafından tepki alacağını hesaba katarak bu görüşleri paylaşmıştım ve görüldüğü kadarıyla ki hayır, tepki değil destek veriyorlar. Çünkü birçok kadın hem cinslerinin cinsel obje haline getirilmesinden rahatsız. Çünkü baskı altında tutulan kadınlar, hür bireyler olarak görülmek istiyorlar, zihinleri ile ortaya çıkmak istiyorlar, bedenleri ile değil bu nedenle kadınları bu şekilde giydiren anlayışa karşı çıkıyorlar. Aslında kadınların hür olduklarını gösteren gösterge bu, sadece giyim kuşama sıkıştırılmış ahval değil.
Ayrıca gerek olmasa da belirtmek isterim ki bu yazıda “erkek nefsine zulüm oluyor aman ört bacım” gibi bir telkin yok, nefis insanın kendisiyle alakalı bir durum, başkasını şekillendirmekle alakası yok. Dolayısıyla “aman ört bacım” değil, kız kardeşim birileri bizi dilediği gibi çekip çeviriyor, kontrolün kendi elimizde olması gerekmiyor mu, yazısı… Umarım muhatabına ulaşır.