Son iki yüz yılın vahşi sanayileşmesiyle birlikte dünyayı kirlettik.
Küresel ısınma diye bir bela başımızı sardı.
BunuN sonucunda iklim değişikliği meselesi oluşmaya başladı.
Uzmanların yaptığı analizlere göre karbon salınımı bu yönde devam ederse Türkiye’nin de iklim yapısı değişeceği için tarımsal üretimi sıkıntıya sokacak büyük sorunlar kapımızda bekliyor.
Su stresi yaşayan bir ülke olmamız nedeniyle iklim değişikliği bizi sert vurarak kuraklık ile birlikte su kıtlığı çeken bir ülke olmamıza neden olacak!..
Üstelik bu sadece 10 yıl gibi kısa bir süre sonra gerçekleşecek.
Türkiye’nin bu sorunu aşmasının yolu, enerji üretiminde ya da ulaşımdaki karbon salınımını azaltması değil.
Çünkü dünyanın en büyük kirleticileri ABD ve Çin...
Onların hemen peşinden de büyük bir iştahla Hindistan geliyor.
Türkiye’nin karbon salınımı dünyanın maksimum yüzde üçü kadar bir boyutta yer alıyor.
Avrupa’ın başını çektiği karbonsuz ekonomi de maalesef buna çözüm olacak gibi değil.
Yani iklim değişikliği için kaçacak delik yok.
Yaşayacağız.
Ve bu değişimin tarımsal üretimimizde yüzde 20 ile 25 arasında etkisi olacak.
Şimdi hep bilikte düşünelim.
Nüfus artacak, göç almaya devam edeceğiz ve gıda üretimimiz azalacak.
Yani tam bir kaos kapımızda...
Yapılabilecek en hızlı çözüm öncelikle gıda tasarrufu olacak.
Ama bunun da yeterli olma ihtimali epey zor...
İkinci çözüm, sulama sistemini daha büyük yatırımlarla maksimum verime getirmek olacak ama şu ana kadar tarıma kanunen ayrılması gereken paraları bile tam tamına ayıramıyorken siz düşünün bu planın ne kadar uygulanabilir olduğunu...
Geriye üretimi artırmanın yolunu aramak için başka bir yöntem bulmaktan başka çözüm kalmıyor.
İşte bu da tohum!..
İki gün boyunca Antalya’da Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) tarafından düzenlenen “Yeni Yüzyılında Türkiye Tohumculuk Zirvesi” bu soruya cevap aradı.
TÜRKTOB Yönetim Kurulu Baskan: Hact Ömer Güler yaşanan bu soruna tek çözümün arge yatırımlarını daha da artırmak olduğunu söyledi.
Zirve boyunca ıslahçılarla bir araya geldim.
Sorunlarını, taleplerini ve devletin meseleye bakışını gördüm.
Öncelikle konu ile ilgili bir müjdeyi ben buradan açıklayayım.
Bu yıl başında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle tohumcuya arge için verilen kredi yeni yılda Ocak ayı ile birlikte yenilecek.
Kredi limiti 10 milyon Türk Lirasına çıkarılacak ve 7 yıl vadeyle piyasa faizinin altında bir faiz oranıyla finansman sağlanacak.
Yüksek enflasyon ve bununla mücadele için ortaya çıkan yüksek faiz sarmalı şu aşamada ilk etapta istenilen sonucu vermeyebilir.
Çünkü maliyetleri artan şirketlerin ayakta kalma çabası,önümüzdeki iki yılın hikâyesini oluşturacak.
Emin olun daha fazlasını yapmak istiyorlar ama kolay bir süreç değil.
Ben gerek kamunun gerek özel sektörün durumun farkında olduğunu ama buna yeterlilik sağlamak adına bir seferberlik başlatılması gerektiğinin kamuoyuna iyi anlatılamadığını gördüm.
Türkiye’nin gıda enflasyonunda hedefleri tutturamaması ve parasal sıkılaşma döneminden geçmesi işleri daha zor bir hâle sokuyor.
Bitkisel üretimi artırmak için arge yoluyla kaynak dağılımını geliştirmek kolay olmayacak.
Yeni finansman modellerinin gelmesi şart tabii...
Mısır üretiminden ziyade soya üretimini önceleyecek politikaları devreye almaktan destekleme modellerinde verimliliği artırmaya kadar çiftçinini birçok sorunu çözmek gerekiyor.
Ama sorun içinde sorun var gibi...
Zirve kapsamında Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Yönetim Kurul Başkanı ve Genel Müdürü Ahmet Güldal da bir sunum yaptı.
Çiftçilerin epey ilgi gösterdiği Güldal’ın satır arasında geçen bir ifadesi oldu.
Konum ve miktar belirtmeden bazı çiftçilere bölgesine uygun olmayan tohum satıldığı ve bunun da verimi düşürerek çiftçileri ciddi anlamda mağdur ettiğinden bahsetti.
Konuyu TÜRKTOB Başkanı Hacı Ömer Güler’e sordum.
Üye üreticilerin kesinlikle böyle bir şey yapmayacağını söyleyen Güler, çiftçiyi kandırmanın üreticinin kendi ayağına sıkacağı bir adım olacağını ve bunun da üyelerin farkında olduğu bir konu olduğunu söyledi.
Sektörün tüm paydaşlarının sorunları açıkça konuşması gayet yapıcı bir durum olarak not edilecek bir şey...
Sözleşmeli tarımı yaygınlaştırma uzun zamandır sektörün konusuydu fakat artık sorunların çözümü için kamunun aradan çıkarak arabuluculuk mekanizmasına sektörde yer vermesi, tohumculuk için bir tek arge sorununun kaldığı bir düzen kurulması sonucu getiriyor.
Bunlar bir yana tohumcuların yakındığı bambaşka bir sorunlar olduğunu öğrendim.
Son yıllarda belediyelerin popülist politikalarla çiftçilere sertifikasız tohum dağıtmasının bölgedeki bitkisel hastalıkları artırdığına vurgu yapıldı.
Güler’in şu ifadeleri dikkatimi çekt:
“Sertifikalı tohum demek en az yüzde 30 fazla üretim demek. Belediyeler 10 bin ton dağıtım yapıyor. Burada verilen tohumun kimliği belirsiz tohumlar olunca çiftçi de bilinçsiz olunca sorun oluyor. Belediyelerin bu popülist yaklaşımı ülkemizin bitkisel üretiminde rekolte kaybı sonucunu getiriyor. Yıllardır bunu bütün belediyelere söylüyoruz ama hâlâ bir önlem alınmadı.”
Benzer bir hastalık şikâyeti de Gıda Kontrol Genel Müdürü’nden geldi.
Nevşehir’de tohumluk patates üretme alanlarında artış olduğunu söyleyerek karantina altındaki bölgelerde de üretim yapılmaya başladığı bilgisini paylaşltı.
Bazı çiftçilerdeki bu kuraldışılığın zararını hepimiz rekolta kaybıyla yaşayacağız.
Dikkatimi çeken önemli başka bir gelişme de oldu bu arada...
Zirve benim için çok bilgilendiriciydi.
Ama sorun olarak gösterilen arge meselesine yönelik ortaya koyulan AGROPARK çözümüne çiftçilerin ilgisizliği beni oldukça şaşırttı.
Ciddi vergi istisnalarının uygulandığı Agropark’ın ilk örneği Mersin’de kurulu bir şekilde şirketleri bekliyor.
Fakat daha keşfedilmiş değil.
Tarım sektörünü daha çok makro politikalar ölçeğinde takip etmeye çalışıyorum.
Fırsat bulunca bu tarz detaylı bilgileri edinmek ve tabii ki bunları siz değerli okurlarıma ulaştırmak beni mutlu ediyor.
Belki alışkanlık edinir bu köşede sizlerin karşısına tarım konusuyla daha fazla çıkarım ne dersiniz?