Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Gerekirse AB ile yollar ayrılır.” açıklamasının üstüne MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Bizim için Avrupa Birliği bitmiştir. AB'yle doğmadık, AB'siz de ölmeyiz. AB'yle var olmadık, AB'siz de yolda kalmayız. 60 yıl kaybettik, bir 60 yıl daha kaybedemeyiz, onun bunun ağzına bakamayız.” demişti.

Bu kadar laf edildi ama değişen bir şey yok!


5 Ekim’de AB Siyasi Topluluğu’nun 3.toplantısı İspanya’nın Granada şehrinde gerçekleşecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, eğer son dakikada programı değişmezse toplantıya katılacak.

Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile 1963’te imzaladığı Ankara Anlaşmasının nihayeti üyeliği işaret ederken bu arada dillere pelesenk olan, “İstemezük!” tavrının gerçekçi hiçbir yanı yok.

Esas mesele, aslında istememek de değil bu arada...

Gerçek amaç, günü kurtaracak söylem üretmek, tabanı şah damarından yakalayacak söylemlerle diri tutmak ve yaşanan zorlukları aşmak için, "Lozan Anlaşması'nın 100.yılında kaynaklarımızı kullanacağız." tarzı palavralara inanan kitleyi domine etmek...

Yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oldukça "realist bir lider" olduğu ortada...

Hem AB hem ABD hem Rusya ile aşık atmak, öyle her baba yiğidin harcı değil.

Üstelik 20 yılı aşkın iktidar sürecinde, her ay kapıda payına düşeni bekleyenlerin sayısı giderek artarken bunu yapmak epey zor.

Ama Erdoğan’ın kıvrak zekâsı ve tabanı iyi tahlil eden 50 yıllık siyasi birikimi, bu gerçeği ayan beyan ortaya koyuyor.

Avrupa Birliği’ni dışlayan tüm söylemlere rağmen, AB’nin kapısına koşulmakta tereddüt edilmiyor.

O kadar laf ettikten sonra Avrupalılar ne yapacak sanıyorsunuz?

Tabii ki de arsızlaşarak “Madem kapımızdan kovamıyoruz o zaman denk görmeyelim, ötekileştirelim, küçük düşürelim.” demeyecekler mi?

Ayar üstene ayar yemekten bitap düşmeyen seçmenin derdi ekonomi olmasına rağmen, günün içinde bir yerde siyaseti vatandaşın gündemine sokan Erdoğan’ın başarısız olduğunu kim söyleyebilir ki?

AB mecarası Erdoğan ile başlamadığı gibi Erdoğan ile de bitmeyecek...

“Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriteri yaparız!” diyen hamaset çoktan unutuldu gitti.

Demokrasihukukun üstünlüğüinsan haklarıazınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmasıişleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını ve Birlik içinde piyasa güçleri ve rekabetçi baskı ile baş edebilecek kapasiteyi garanti eden kurumların istikrarının sağlanmış olması temel başlıklarında vücut bulan Kopenhag Kriterlerinden, kaçı sağlandı sizce?

Ya da her üyenin yıllık ortalama enflasyon oranının, fiyat artışı en düşük üç üye devletin yıllık enflasyon oranı ortalamasının en fazla 1.5 puan fazlası olabileceğini belirten Maastricht Kriterleri, ne alemde dersiniz?

Üye devletlerin planlanan ya da fiili kamu açıklarının, gayri safi yurtiçi hasılalarına (GSYİH) oranının yüzde 3'ü aşmaması gerektiği şartını epey bir para basarak zaten çoktan eşiğin ötesine geçirmedik mi?

Olması gereken; sürdürülebilir, verimli bir ekonomi kurmaktır.

Bunun yolu da kurallar bütününden ve bu kurallara uyarak hukuk devletine inanan halk ile siyasetçilerden geçer.

Aksi takdirde, sen çal ben oynayayım havası ile bu iş yürümez.

Erdoğan sonrasında Selçuk Bayraktar’ı koltuğa yakıştırmak, demokrasiyi içselleştirememenin göstergesidir.

Bu tartışmalar ve söylem yerine öyle bir sistem kuracaksınız ki, en çapsız siyasetçi bile gelse işler tıkır tıkır yürüyecek.

Hele ki etrafı ateş çemberiyle sarılı ülkemizin bu konuda hiçbir taviz verme şansı yok.

Akbabalar göklerde, çakallar etrafı sarmış; ama biz içimizdeki İrlandalılardan esas düşmanlarla mücadeleye bir türlü geçemiyoruz.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Hitler’in Yahudileri katletme girişimin arkasında Müslümanların olduğu açıklamasının gösterdiği hastalıklı düşüncesi ne kadar absürt ve ne kadar ciddiye alınmayacak bir şeyse, Türkiye’nin "AB sevdası bir hayal!" düşüncesi de o kadar ciddiye alınmayacak bir düşünce değil mi sizce de?

En azından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iki hafta önce söylediği sözün iki hafta sonra zıddını yapması ciddiye alınarak düşünülmemeli sizce ey ahali?..

Bence bunu siz bir düşünün....

Benden söylemesi...