Filistinlilere yapılan zulmün nirvana yaptığı bir zamanda dünyanın sessizliğinin arkasında yatan sebebi düşünmeyen çoğunluklar özellikle Arap devletlerin içinde bulunduğu durumu hiç mi hiç anlamıyor!..

Hâlbuki bu cevabı çok basit olan bir soru...

Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’nın "aşırılık yanlısı Yahudiler" tarafından yakılmasından sonra bir araya gelen İslâm Dünyası, "İslam İşbirliği Konferansı Örgütü" (İKÖ)’nü kurdu.

İsrail’in yaptıklarına karşı birden çok kez savaşarak kaybeden Arap devletleri yeni bir savaş başlatmaktansa dünyayı kıskıvrak sıkıştıracakları bir ürün olan petrole sahip olduklarını hatırladılar ve petrol ambargosu başlattılar.

Sonrasındaki hikâye malum...

Petrol fiyatları bir anda fırladı.

Artan fiyatlar ulaşım maliyetlerini ve ona bağlı olarak da enflasyonu tetikledi.

Makro dengeleri bozulan Batılı ülkeler bu duruma daha fazla sessiz kalamazdı.

Nitekim kalmadı da...

Türkiye'de Erbakan’ın "ümmetçi bakış açısını temsilen" iktidara gelmesi, üstelik bir de İslâm devletlerini birleştirerek asgari müşterek oluşturmak adın D-8 isimli bir birlik kurması sonrasında bu işlerin nereye varacağını gören Batılıların, "sürekli kafalarına vuralım kafalarını kaldırmasınlar" stratejisini gündem getirdi..

Hedeflerini ortak pazar, ortak para olarak açıklayan D-8'in ortak yaklaşımı on yıl öncesinde petrol ambargosuyla yapılan ortak yaklaşımın ikinci versiyonuydu.

Daha sonrası malumunuz olduğu gibi...

Erbakan indirildi.

D-8 ülke liderleri bir bir koltuklarından oldu.

Batılı devletlerin petrol zengini Arapları bir araya getirecek gündemleri önlemek için istihbarat örgütleri çalıştılar, çabaladılar.

Sunî sorunlar bulup savaş tamtamlarını sürekli çalar hâle getirdiler.

İşte bu hikâyede Batı gelişti, semirdi, büyüdü...

Doğu ise savaşlar, kaos ve kargaşa ile yerinde saymaya devam etti.

Türkiye’nin bu hengamede kurucu değerlere sarıldığı zamanlarda hükümetlerin bu yükü taşıyamayarak bazen arka kapılardan dolanmak için "aparatlar" kullandığına şahit olduk.

Bu durumun getirdiği negatif sonuçların bedelini hepimiz ödesek de fatura sanki bir kişiye çıkmış gibi davranıldı.

Nasıl ki İsrail ile Filistin arasındaki mesele bir günlük bir mesele değilse Arapların bir bir Filistin Davasını unutması da bir günlük bir mesele değil.

Filistin Davası’nın yükünü taşımak istemeyen Arapların kendi yollarına bakması serüvenini izledik.

Hâlâ da izliyoruz. Muhtemelen de izlemeye devam edeceğiz.

Çünkü ekonomisini taşıyan dünyanın, ne yaptırımına ne de yeni hükümet değişimlerine kimsenin dayanacak gücü kalmadı.

“Silahlanalım. Savaşalım. Yâr etmeyelim.” çıkışları gerçekten oldukça uzak olsa da arkasındaki matematiği anlatmadan basit bir yargılama hatasına düşülebilir.

Esas mesele oldukça açık...

1990’da Batı dünyasının kazandığı Soğuk Savaş sonrasında Kapitalizmin dünyanın ucu bucağına tüm hızla yayılmaya başlamasını, çok kısa zamanda bir de Küreselleşme takip edince Soğuk Savaş döneminde kalan rekabet. örtülü bir ticaret savaşına dönüştü.

Ayrıca bir de ülkelerin birbirlerine olan giderek artan yüksek orandaki bağımlılıkları nedeniyle dünya artık o eski bilindik savaşların yaşanamadığı bir dünya haline geldi.

Üçüncü Dünya Savaşı yok.

Kimse boşuna beklemesin.

O savaş çoktan ticaret alanında başladı bile...

300 trilyon dolarlık dünya ekonomisinin her bir centine kadar siyasetin ticaret ile harmanlandığı bir sistem kuruldu.

İstihbarat operasyonlarıyla da bu düzeni sürdürmek ve de ülke bazlı çıkarını artırmak dışında kayda değer bir rekabet alanı kalmadı.

Irak ve Afganistan bu anlamda bildiğimiz savaşların sonu oldu.

Ne Ukrayna bir savaş ne de Afrika’daki isyanlar veya darbeler...

Hepsi sistemin paylaşımda adilane bir hâle gelmesi için sarf edilmesi gereken çabayı ifade ediyor.

Büyük yıkımların kimseye kazandırmadığı, aksine herkese kaybettirdiğini Rusya’ya yapılan yaptırımlar nedeniyle petrol gelirleri düşmesi beklenirken daha fazla gelir elde etmesinden anlayabiliriz.

Yapılması gereken, özgürlük ile güvenlik arasındaki çizgiyi diplomasi ile korumaya çabalamak ve çok iyi planlama yapmaktı.

İşte bu amaçla 12.Kalkınma Planı ve 2024 Bütçe Taslağı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz tarafından Meclis’e sunuldu.

Kalkınma planı, yenilik ve düzeni yaymaya çalışan bir düzlemde ilerlemeyi hedefe alarak gitse de başarı çoğunlukla hükümet programlarının uygulanmasına bağlı oluyor.

Bu nedenle yapılması gerekenlerin yazıldığı ama yapmaya gelince “Acaba biraz daha beklesek mi?” taleplerinin zirve yaptığı yazılı senetler olan Kalkınma Planları arkasında güçlü bir irade yoksa iyi çalışılmış metinlerden başka bir şeye dönüşmüyor.

Bütçe konusu ise bundan farklı değil.

2024 Bütçe Taslağı ile faize ayrılan payın yüzde 13’e yaklaşması bir yana Kur Korumalı Mevduat’ın faiz yükü nedeniyle basılacak para başka bir yana bütçe epey zorluklarla Meclis’e sunuldu.

Olması gereken belli: Ayağı yorgana göre uzatırken en fazla katma değer üreten alanlara yatırımı hızlandırmak.

Ama bu öyle kolay değil tabii...

Bunların hepsini başaracak irade aslında aynı...

Zoru görünce kaçanlar dışında derdi olanların öne atıldığı  o zorlu günlere geldik bir kez daha...

Olması gerekenden bir adım ötede hakkımızı almaya gayret gösterirken mücadele azmimizden bir şeyler kaybetmemek çok ama çok önemli...

Türkiye büyük bir ülke...

Potansiyeli de epey var...

Yapılması gereken sadece yol haritasını belirlemek...

Sonrasında ise planı harfiyen uygulamak...

Planlar ve onları gerçekleştirmek için sunulan bütçeler...

İşte bütün mesele bunu yetirebilmekte...