Türkiye Cumhuriyeti’nin bir haftaya dünyayı sığdırdı gündemlere yeniden kavuştuk.

Bu haftanın şüphesiz en önemli olayı Yargıtay’ın Can Atalay nedeniyle aldığı karar oldu.

Karar Anayasa Mahkemesi üyelerini suçlu olarak gösterirken hukukçular arasında hukuk normlarını da ciddi bir şekilde tartışılır hâle getirdi.

Tartışmalar çoğunlukla yürütmenin siyasallaştırdığı yargının getirdiği bu absürt durumun sürdürülemez olduğu yönünde oldu.

Bu durum iktidara yakın kişiler tarafından anayasa değişikliği için gerekçe olarak gösterilirken karşıt görüşler ise hukuk düzeninin altüst olduğunu ve bunu hiçbir yasama çabasının düzeltemeyeceğini dile getirerek halihazırdaki hukuk kurallarına tamamıyla uyulması gerektiğine odaklandılar.

Bunun en belirgin örneği ise Ekonomik ve Sosyal Konsey’in toplanmaması olarak gösterilmektedir.

Basitçe anlatmak gerekirse, hukukun güçlülerin kontrolüne geçtiği bir sürecin adalet getirmeyeceği yönünde yaygın bir kanaat vardır ki kesinlikle doğrudur.

Şeriatın kestiği parmak acımaz, sözü esasında "o günün sorunlarının o gün çözülmesi" gerektiğine ilişkin önemli bir yol göstericidir.

Çünkü sorunun yaşandığı vakitte akla, bilime ve vicdana uymayan yargı kararları gündeme gelirse geride kalan sorunların bir yumak olarak geleceğe aktarıldığını ve bunun da ülkenin sürdürülemez yargı sorunlarına götürüleceğini işaret ediyor ki tam da o günleri yaşıyoruz şu an!

Mehmet abi, Şükran abla belki bunları düşünmez ama adliye koridorlarına kırk yılda bir işi düşünce “Nerde adalet!..” naralarını atar.

Evet, vatandaşımız devletin kritik dönemeçlerdeki yönetimine oldukça ilgisiz...

Bunu aşmak zor olsa da en nihayetinde vatandaşın bu sorunların çözümünü talep edeceği günler pek uzakta da değil.

Para, hukuk düzenini sever.

Kimse parasını haklarının neye göre korunacağını bilmediği bir düzene getirmek istemez.

Soyut normlar tabii ki uluslararası arenada güveni artırsa da, para babaları bazen hukuk ilkelerinden ziyade güçlü yönetimlerin güvencelerine de paralarını getirebilir.

Zira Çin bu konuda en iyi örneklerden birisi aslında...

Bu örneklere rağmen Türkiye'nin bambaşka bir hikâyesi var.

Türkiye, milenyumun ilk yıllarında art arda gerçekleştirdiği Avrupa Birliği entegrasyonu adımlarıyla hızla yatırım potasına girmişti.

Hukuk düzenin darbe yanlısı askerlerin vesayetinden çıkarılması bu aşamada epey belirleyici olmuştu.

Bugün gelinen noktada hukuk düzenini korumanın artık kimin sorumluluğu olduğunun bilinemediği garip bir durumla karşı karşıya kaldık.

Ben yine de çuvaldızı kendime batırarak üzerime düşen sorumluluğu kabul ediyorum.

Anadolu’da yüzyıllarca eğitim ve liyakat başta olmak üzere pek çok kritik eksiklikler görmezden gelindi.

Anlamlı bir çözüme başvurulmadı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım ölüm yıldönümünü anarken alfabenin değiştirilmesi ve ardından gelen eğitim seferberliği ile ne büyük bir iş başardığını her yönüyle anlamak bugün için daha kolay olabilir.

Velhasıl insanın çıkarını maksimize edeceği gerçeğine gelip çatan Türk toplumunun realitesigerek ekonomik gerek etnik gerek ise siyasi problemlerini aşmak için daha fazla zenginleşmekten başka çaresi olmadığın altını kalın çizgilerle çizerek bizlere gösteriyor.

Kurucumuzun yırtıp attığı Sevr’in ruhlarımıza bıraktığı o korkular bir miktar son bulsa da yetmez.

Bazen karamsarlığın en tepe noktasına ulaşıldıktan hemen sonra aydınlığa ulaşmak tesadüf değildir.

Yargıda rüşvet ile ilgili suç duyurusunda bulunan naif çabalar bir yana Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın istihbarattan bu konuda kapsamlı bir rapor istemesi başka bir yana...

Üyesi olduğum Küresel Gazeteciler Konseyi’nin yine üyesi olana Tolgan Şardan’ın yaşadıkları açıkça bir haksızlık olmasına rağmen verilmesi gereken mesaj bir yerlere çoktan verildi.

İçişlerinden sonra yargıda da bir temizlik operasyonu mu başlayacaktı acaba? diye düşünmeden edemiyor insan...

Siyasetteki sessizlik gündem değiştirme çabasından çok daha fazlasını temsil ediyor.

Avrupa Komisyonu'nun Türkiye hakkındaki raporunun da yaşanan sorunlara güzel bir şekilde mercek tutuyor olması da ayrı bir tesadüf...

Rant kapılarını ayrıcalıklılardan vatandaşa doğru akıtmaya başlarsanız üç vakte kadar kalkınmanın gelmesi kaçınılmaz.

Bolluk ve bereket için adalet terazisini doğru tartmazsanız vay ki hâlinize...

Benden söylemesi...