Alevi-Bektaşi topluluklarında önemli bir yeri olan, toplumsal düzen, ahlak, eğitim, yol- erkan gibi bir çok alanı düzenleyen veli inancını ve bu inancın kökeni ele almak istiyorum.
Arapça “veli/vela” biçimiyle, yakınlık, yaklaşmak anlamıyla ilintili olarak; dost, ahbap, yardımcı gibi anlamlar taşır. Tasavvufî terim olarak ise, veli kelimesi “Allah’ı seven, O’nu dost edinen ve Allah tarafından dost edinilen” anlamında kullanılır. Velilik; ermişlik, abdallık, erenlik, mürşitlik gibi bağlantılı kavramlar çerçevesinde dinî bir şahsiyet olarak, Allah’a yakın olan, nefsini terbiye eden, dünya hevesinden geçen kimsedir. Veli, kendinde keramet olarak adlandırılan olağanüstü özellikler, lütuflar bulunan insanlar tarafından Allah dostu olduğuna inanılan kişilerdir.
Türk toplulukları İslam’ı kabulünden önce benimsediği Göktanrı, Şamanizm, Manihaizm, Budizm, Yahudilik, Hristiyanlık gibi dinlerde benzeri görülen veli inancını İslam’ın kabulüyle günümüze taşımış ve üretimine devam etmektedir.
İslamiyet öncesi Türk toplumlarında hakim olan inançlarda veli kültürünün nasıl işlendiğine değinmek gerekirse. Veli inancının en etkin kullanıldığı dinlerin başında gelen Budizm’de, Buda’nın; muhataplarını ikna etmek için havada yürüme, vücudundan ateş çıkarma, organlarını kesip tekrar yerine koyma, ölüyü diriltme, kuru daldan meyve verdirme gibi mucizelerinden bahsedilir. Budizm’in Çin’e yayılmasından sonra Budist din adamları, misyoner faaliyetlerinin bir parçası olarak mucizevi fiillere sıkça başvurmuşlardır. Dolayısıyla Zerdüşt, Taoist, Budist ve Hindu geleneklerinin hepsi mucizeyi benimsemektedir. Temsil edilen dinin doğruluğu konusunda insanları ikna etmek taraftar toplamak ve taraftarlarının inancını pekiştirme amacıyla veli inancı kullanılmaktadır.
Şamanizm’de şamanların, cinlere karşı savaşları, öbür dünyaya gidip gelmeleri, gelecekten haber vermeleri, şifa dağıtmaları ve büyü yapmaları inanan toplumun inancını pekiştirmek ve bağlılığı arttırmakta kullanmıştır.
Netice itibariyle halk hangi devirde olursa olsun, kendine tebliğ edilen dinin geçerli çerçevesiyle yetinmemiştir. Bu sebeple insanlar, daima birtakım doğaüstü kuvvetlere ve bunların ortaya koyduğu olağanüstü olaylara inanmaya meyilli olmuştur. Bunun bir sonucu olarak o dinin asıl çerçevesine, popüler mahiyette ikinci bir çerçeve eklemiştir; bu popüler çerçeve ise asıl dinden çoğu zaman daha öndedir ve inançları tetiklemiştir. Bu doğal meylin neticesinde; Budizm, Yahudilik ve Hristiyanlık kaynaklı aziz menkıbeleri ve mitolojik anlatılar, İslam öncesi Arap sözlü kültürü ürünleri, Kur’an’da geçen peygamberlere ait mucizeler ve Hz. Muhammet hakkında anlatılan mucizeler birikip kaynaşarak İslam evliyasında görülen menkıbeler hâline dönüşmüştür.
Kuran’dan bir kaç örnek vermek gerekirse Âl-i İmran suresinin 179. Ayetinde “Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı, temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder. O hâlde Allah’a ve peygamberlerine iman edin! Eğer iman eder, takva sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.” Buyurulur.
Ayrıca Kehf suresinin 60-82. Ayetleri, Hz. Musa ile Allah’ın ilim lütfettiği salih bir kul (Hızır olduğu kabul edilir) arasında geçen hadiseyi anlatır ki Hızır, Kur’an’daki kıssada anlatıldığı üzere, gelecekte yaşanacak şeyleri görebilmektedir. Hızır’a Allah katından bahşedilen bu ilme “ilm-i ledün” denilmektedir.
Sonuç olarak A. Y. Ocak hocanın aktardığı gibi: Budizm’den, Yahudilikten, Hristiyanlıktan, ya da farklı yerel menşeli ögelerden gelen keramet hikayeleri, özellikle İslam’ın ilk dönemlerinde, basit bir isim değişikliğiyle İslam evliyasına aktarılmış ve İslam dininin propagandası yapılmıştır. Ortak kerametlerin temelinde bunu görmek gerekir. Budist bir azizin kerametleri, bir Hristiyan azizin propagandasında kullanılmıştır. Hristiyan bir aziz için anlatılan menkıbeler, sonradan gelen Müslüman veliye aktarılmış ve devam ettirilmiştir. Dolayısıyla kerametlerin kaynağını tek bir dine ya da kültür ögesine bağlamak, doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bunları dünyanın ortak inanç ve medeniyet birikimi olarak algılamak gerekir.
Vali inancının bize en temel katkısı, yazılı kaynakları neredeyse bulunmayan Alevi-Bektaşi topluluklarının veli inancı etrafında gelişen sosyal ve toplumsal olaylar neticesinde fikir sahibi olmamızı aynı zamanda bu toplulukların dünyaya ve insana bakışını anlamamızı sağlamaktadır.