Atatürk’ün Başkumandanlığında 30 Ağustos 1922’de zaferle sonuçlanan ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmasına vesile olan Büyük Taarruzun yıldönümü sadece Türkiye için değil, bütün Türk Dünyası için önemli bir gündür. Bugünden itibaren 30 Ağustos zaferi sadece Türkiye’nin değil, bütün Türk dünyasının ortak zaferi olarak Türk Devletleri başkentlerinde “ortak bayram” olarak kutlanmalıdır. Çünkü bu zafer, Türk Dünyasının yegâne istinatgahı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuna neden olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız devlet olarak ortaya çıkmış olması, bütün bağımlı mazlum ve mağdur milletlere “kurtuluş müjdesi” olmuş, bütün mazlum halklar gözlerini Ankara’ya çevirmişlerdir. Hint Müslümanları Bombay’dan Atatürk’e telgraf göndererek açık desteklerini ifade ederken, bugünkü Türkistan Cumhuriyetlerine mensup soydaşlarımızın da Atatürk’e teslim edilmek üzere topladıkları 100 milyon altın ruble ile moral destek için gönderilen “3 Kılıç ve Kur’an-ı Kerim”; yastık altılarında ve yüreklerinde Atatürk’ün resimlerini saklayan Suriye ve Irak Türkmenlerinin duaları, İngilizlere ve Fransızlara gösterilen mukavemet, soydaşlarımızın Çanakkale’de ve kurtuluş savaşında verdikleri şehitler Türk dünyasının Anadolu Türklerine karşı sevgi ve bağlılıklarının açık ve en güzel ifadesidir.
Mustafa Kemal Atatürk 17 Ocak 1921’de TBMM’nde yaptığı konuşmasında “Türkistanlı kardeşlerimiz, Sakarya zaferi münasebetle bize 3 kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim göndermişler. Türk milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes kitabı, Türk milletine hediye ediyorum” diyerek, Türk dünyasının manevi kardeşliğini Anadolu Türküne emanet etmekle, Türk dünyasının “ortak kaderi”ne vurgu yapmıştır.
Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında Türkistan’dan Azerbaycan’a, Kafkaslar’dan Türkmeneli’ne soydaşlarımızın şehadet şerbetini içerek Anadolu’daki kardeşlerine verdiği maddi ve manevi desteği unutmayan Mustafa Kemal Atatürk; 1933 yılında 15316 sayılı kararname ile, “yabancı memleketlerden Türkiye’ye gerek pasaportla ve gerek kaçak olarak iltica ve hicret eden Türk ırk ve hasrına mensup kimselerin, vatandaşlık muamelelerinin ikmaline kadar huduttan kabul edildikleri tarihten itibaren küçük sanatlarla iştigallerine ve çalışmalarına müsaade olunması” talimatını vererek, Türkiye’nin “gidecek yerim yok” her Türk’ün vatanı olduğunu emir buyurmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelinde harcı olan soydaşlarımıza sahip çıkmak, siyasi bir gereklilik değil, milli bir zaruriyettir. Bu çerçevede sınırlarımızın hemen ötesinde sahipsiz, silahsız, himayesiz kalan mağdur, masum ve mazlum kardeşlerimizi kollamak ve savunmak ve uzak coğrafyalarda milli kimlikleri yok olma tehdidi altında kalan soydaşlarımıza sahipsiz olmadıklarını hissettirerek yardım elini uzatmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel ve hatta birinci vazifesidir. Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın varlığı da bunun açık delilidir.
Türkiye, sadece Edirne’den Ardahan’a kadar uzanan 784 bin km genişliğindeki coğrafyadan ibaret değildir. Ankara, 12 milyon km genişliğindeki Türk coğrafyası ile ortak kadere sahiptir. Dolayısıyla ilk gününe girdiğimiz “Türkiye Yüzyılı”; aynı zamanda Türk dünyasının da ortak yüzyılı olarak tarihe geçecektir.
Türksoy, Türk Akademisi ve Türk Devletler Teşkilatı’nın güçlendirilmesi, Nahçıvan koridoru, Türkiye-Basra Körfezi Koridoru gibi çalışmalar, Türkiye yüzyılının aynı zamanda Türk dünyasının da asrı olacağının açık göstergeleridir.