Hukuk, adaletin terazisini şaşmaz bir dengeyle tutma vaadiyle yola çıkar. Maddi gerçeği arama uğraşı, adaletin kutsal görevi olarak tanımlanır. Ancak “terör” kavramı, bu teraziyi sarsan ve ceza yargılamasının omurgasını çürüten bir afyona dönüşmüştür. Ülkemizin hukuk tarihinde, özellikle son yıllarda, terör suçlamalarının bir silah olarak kullanıldığını, toplumsal kutuplaşmanın körüklendiğini ve bu durumun hukuku nasıl felç ettiğini gözlemliyoruz.
Son otuz-kırk yılın bilançosuna baktığımızda, bir milyonun üzerinde insanın terör suçlamasına maruz kaldığını görüyoruz. Kimisi yıllarca cezaevinde kaldı, kimisi yurtdışına kaçtı, kimisi beraat etti. Ancak geriye, adaletin zedelenmiş yüzü ve toplumun vicdanında derin yaralar kaldı. Geçmişte teröristlik, Kürtlerin, solcuların ve İslamcıların tekelindeyken, AK Parti dönemiyle birlikte herkesin bir şekilde bu yaftadan nasibini aldığına şahit olduk. Artık “terörist” olmak için Kürt ya da solcu olmak gerekmiyor; beyaz Türk’ten gazeteciye, akademisyenden sıradan vatandaşlara kadar herkesin bu kapsama alınabileceğini gördük. AK Parti, olumsuzlukta eşitlik sağladı ve toplumun her kesimini potansiyel suçlu haline getirdi.
Terör suçlamalarının bu kadar geniş ve belirsiz bir şekilde tanımlanması, hukuku siyasetin ve ideolojinin oyuncağı haline getirmiştir. “Terörist” ile “kahraman” kavramlarının bile siyasal iklime göre yer değiştirebildiği bir ortamda, hukukun bağımsızlığından bahsetmek mümkün değildir. Bugün terör suçlamaları, somut delillerden ziyade kanaatler üzerinden şekillenmekte, muhalefet etmek ya da iktidarı eleştirmek gibi demokratik haklar bile terörle ilişkilendirilmektedir. Bu, yalnızca bireylerin özgürlüklerini değil, toplumun adalet duygusunu ve devlete olan güvenini de derinden sarsmaktadır.
Hukuk sistemimizdeki bu zafiyet, terör suçlarının tanımındaki belirsizlikten kaynaklanmaktadır. Ceza yasalarımızda yer alan terör suçları, geniş yorumlara açık, keyfi uygulamalara elverişli bir yapıya sahiptir. Bu durum, yargının bağımsız hareket etmesini zorlaştırdığı gibi, adil yargılanma hakkını da yok saymaktadır. Oysa suçlu ile masum arasındaki ince çizgi, kanaatler veya siyasal tercihlerle değil, somut deliller ve evrensel hukuki normlar çerçevesinde belirlenmelidir.
Adaletin temeli, hukukun üstünlüğüne ve tarafsızlığına dayanır. Ancak bu temel, terör suçlamalarının bir silah gibi kullanılmasıyla zedelenmiştir. Bir toplum, hukuku keyfi bir araç haline getirdiğinde, yalnızca bireysel özgürlükleri değil, kolektif geleceğini de tehlikeye atar. Bugün bir mahallede terörist ilan edilen bir kişi, başka bir mahallede kahraman olarak selamlanıyorsa, bu çifte standart, adaletin ve toplumsal barışın önündeki en büyük engeldir.
Adalet terazisi bir kez şaştığında, onu yeniden dengeye getirmek kolay değildir. Bu nedenle yalnızca yasalar değil, yargı mercilerinin ve toplumun zihniyeti de değişmelidir. Terör suçlarının tanımları, evrensel normlara uygun hale getirilmeli; yargı mekanizması somut delillere dayalı ve tarafsız bir şekilde çalışmalıdır. Çünkü adalet, yalnızca bir ilke değil, toplumun ayakta kalmasının, bireylerin devlete olan güveninin ve toplumsal huzurun temelidir.
Unutmayalım ki muhalif olmak, demokrasinin vazgeçilmez bir unsurudur. Terör suçlamalarını bir afyon gibi kullanarak toplumu susturmak ve ayrıştırmak, yalnızca hukuka değil, geleceğe de ihanet etmektir. Adalet terazisinin bir daha şaşmaması ve toplumun vicdanında onarılamaz yaralar açılmaması dileğiyle…