TBMM gündemindeki 10. Yargı Paketi, infaz düzenlemeleriyle yaklaşık 100 bin hükümlünün tahliyesini öngörüyor. 31 Temmuz 2023 öncesi işlenen suçlar için denetimli serbestlik süresini uzatan yeni düzenleme, 5 yılın altında cezası kalan hükümlülerin cezalarını cezaevi dışında tamamlamalarına imkan tanıyor. Suç tarihinin esas alınmasıyla Anayasanın eşitlik ilkesinin gözetilmesini, cezaevlerindeki yoğunluğu azaltma hedefi anlamında infaz koşullarını insani kılma arayışını olumlu buluyoruz. Ancak, mağdur haklarının yeterince korunmadığına dair eleştiriler de yükseliyor.
Türkiye’de kısmi örtülü, özel ve genel af yasaları, her dönem toplumsal, siyasi ve hukuki tartışmaların odağında yer alır. cezaevlerinde oluşan yoğun mahkum kalabalığını azaltma amacıyla getirilen bu düzenlemeler, adalet ve hukuk devleti ilkeleri açısından ciddi tartışmalara yol açıyor. Yeni örtülü af düzenlemesi, yargıya olan güveni sarsabilecek nitelikte ve hukukun temel prensipleriyle çelişen unsurlar barındırıyor.
Adalet, yalnızca cezalandırmayı değil, affı da içerir. Ancak, affetme yetkisi öncelikle mağdura aittir. Devletin, mağdurun rızası olmadan affetme yetkisi kullanması, yetki gaspı anlamına gelir. Devlet, kişilere karşı işlenen suçları affedemez; ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebilir. Fail ile mağdur arasında barış veya uzlaşı sağlanmadan yapılan bu düzenlemeler, yeni suçların işlenmesine de zemin hazırlayabilir.
Adaletin sınavı: Eşitlik ve ayrıcalıklar
Her af yasası, “kimler yararlanacak, kimler kapsam dışında kalacak?” sorusunu beraberinde getirir. Yeni düzenlemenin, siyasi/terör suçlarını kapsam dışı bırakması, Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesi ve AİHS’nin 14. maddesindeki ayrımcılık yasağı ile açık bir biçimde çelişiyor. Adaletin herkes için eşit işlemesi gerekirken, suç türüne göre farklı uygulamalar getirilmesi, yargının tarafsızlığına olan güveni zedeliyor.
Ceza politikası krizi: af mı, reform mu?
Türkiye’de af yasalarının belirli aralıklarla çıkarılması, ceza politikasında sistematik ve tutarlı bir yaklaşımın eksikliğini gözler önüne seriyor. Hukukun temel ilkesi olan öngörülebilirlik, sıkça değiştirilen infaz düzenlemeleriyle zarar görüyor. Cezaların infazı konusunda net bir politikanın olmaması, toplumda cezasızlık algısını güçlendiriyor ve adalet duygusunu zedeliyor. Kalıcı çözüm, geçici af yasaları değil, kapsamlı ve sürdürülebilir yargı reformlarıdır.
Devletin affetme yetkisi: Mağdurların hakları nerede?
Affetme hakkı, hukukun ötesinde ahlaki ve vicdani bir meseledir. Suçtan doğrudan etkilenen mağdur, adaletin sağlanmasını talep etme hakkına sahiptir. Ancak devlet eliyle çıkarılan af yasaları, mağdurların iradesi göz ardı edilerek uygulanıyor. Bu durum, adaletin yalnızca sanık lehine işlediği algısını yaratıyor ve hukuka olan güveni sarsıyor. Adaletin temel amacı, yalnızca hükümlüleri topluma kazandırmak değil, aynı zamanda mağdurların haklarını korumak ve bireylerin intikam arayışlarını engellemektir.
Hukuki belirsizlik ve infaz sorunları
Türkiye’de infaz süreleri, suçun türüne, işlendiği tarihe ve hükümlünün durumuna göre büyük farklılıklar gösteriyor. Yeni af düzenlemesiyle birlikte bu karmaşıklık daha da artabilir. Mükerrir suçlular için infaz oranlarının değiştirilmesi, denetimli serbestlik sürelerinin genişletilmesi gibi değişiklikler, ceza sisteminin tutarlılığını zedeleyebilir. Suç işlemeyi itiyad yani alışkanlık haline getiren bireylerin rehabilitasyon süreçleri sağlıklı işlemezse, toplumsal güvenlik açısından riskler doğabilir. Hukukun temel amacı, suçu önleyici ve caydırıcı bir mekanizma oluşturmaktır.
Yeni af yasası ile getirilen düzenlemeler
Gündemdeki yeni af yasası ve infaz düzenlemeleri, cezaevlerindeki yoğunluğu azaltmayı ve infaz sisteminde bazı değişiklikler yapmayı hedefliyor. Ancak bu düzenlemeler, adil yargılama ve hukuk devleti ilkeleri açısından tartışmalara yol açıyor. İşte yeni af yasasıyla öngörülen başlıca düzenlemeler:
Mükerrir hükümlüler için infaz oranlarının değiştirilmesi:
İkinci kez mükerrir olan hükümlüler için 4/4 şeklinde uygulanan infaz sisteminin 4/3 olarak değiştirilmesi öngörülüyor. Bu değişiklik, koşullu salıverilme süreçlerini kolaylaştırarak cezaevlerindeki nüfusu azaltmayı hedefliyor. Ancak, tekrar suç işleme eğilimi yüksek olan mükerrir hükümlüler için yeterli rehabilitasyon mekanizması sağlanmazsa, cezaların caydırıcı olmadığı algısı güçlenebilir ve toplum güvenliği riske atılabilir.
Denetimli serbestlik uygulamalarının genişletilmesi:
Yeni yasa, denetimli serbestlik uygulamalarının geriye dönük olarak genişletilmesini ve kalıcı hale getirilmesini öngörüyor. Cezaevlerindeki nüfusu azaltma amacına hizmet edebilir, ancak denetimli serbestlik mekanizmasının etkin bir şekilde işletilmemesi, suç işleme oranlarının artmasına ve toplumda adaletsizlik algısının güçlenmesine neden olabilir. Bu tür uygulamaların mağdurların haklarını göz ardı etmemesi büyük önem taşıyor.
Sonuç: Devletin af yetkisi olmamalıdır, gerçek adalet için reform şarttır
Af yasaları, adalet sistemindeki yapısal eksiklikleri kapatmaya yönelik geçici bir çözümdür. Diğer bir deyişle yangın çıkan eve bir bardak su atmak gibidir. Ancak gerçek adalet, af düzenlemeleriyle değil, hukukun üstünlüğüne dayanan sağlam bir yargı sistemiyle sağlanabilir. Devlet, affetme yetkisini kendisine mal ederek mağdurların haklarını yok sayamaz. Adil bir yargı sistemi, suç işleyen bireyleri gerçekten rehabilite eden, mağdur haklarını koruyan ve ceza infaz sistemini tutarlı bir şekilde uygulayan bir yapıya dayanmalıdır.
Bugün çıkarılan af yasaları, yarın bir başka infaz kriziyle karşılaşmamıza neden olacaktır. Sürekli değişen ceza infaz politikaları, toplumda hukukun keyfiliği algısını pekiştiriyor ve adalet duygusunu zedeliyor. Devletin görevi, bireyler arasında barışı ve adaleti sağlamak, suçun önlenmesi için güçlü bir hukuki çerçeve oluşturmak olmalıdır. Hukukun üstünlüğü, popülist af yasalarıyla değil, yargıya nitelik kazandıracak köklü ve kalıcı reformlardı adalet, ancak bağımsız ve tarafsız bir yargının inşasıyla sağlanabilir.