Türk yargı sistemi üzerine derinlemesine eleştirel bir analiz

İbn Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözü, Türk hukuk sisteminin tarihsel, sosyolojik ve siyasi dinamiklerini anlamak için güçlü bir kavramsal çerçeve sunmaktadır. Ancak bu coğrafyada kader, hukukun üstünlüğü idealinden saparak, keyfîlik ve adaletsizliklerle yoğrulmuş bir sistemin gölgesine dönüşmüştür. Türkiye'deki adalet mekanizması, teoride hukukun tarafsızlığını esas alması gerekirken, pratikte ideolojik ve siyasi kaygılarla şekillenen kararların sahnesi hâline gelmiştir. Adalet arayışı ise soyut bir kavramdan öteye geçememekte ve mahkeme salonları, vatandaşların güven duygusunu derinden sarsan bir illüzyon alanına dönüşmektedir.
Bu çarpıklığın en somut tezahürlerinden biri de, ceza yargılamasında tutuklama müessesesinin sistematik şekilde kötüye kullanılmasıdır. Belirtmek gerekir ki tutuklama kurumunun sorunları ve çözümleri bellidir. Bu yazımızda değerli okuyucularımızın zamanını alıp fazla ayrıntıya girmemek adına ve yazının niteliği gereği söz konusu sorunları ve çözüm önerilerini mümkün olduğunca kısa ve öz bir şekilde sunmayı amaçlamaktayız.

Tutuklama Tedbiri Hukuku Araçsallaştırmanın Yöntemlerinden Biri Haline Gelmiştir.
Tutuklama, TCK ve CMK’ya göre bir “koruma tedbiri” olup, yalnızca zorunlu durumlarda başvurulması gereken istisnai bir önlemdir. CMK’nın 100. maddesi uyarınca tutuklama ancak şu durumlarda uygulanabilir:

•    Kuvvetli suç şüphesi
•    Delilleri karartma veya kaçma tehlikesi

Ancak ceza kanunlarımızın amir hükümlerine rağmen koruma tedbiri olarak düzenlenen tutuklama, adeta ön infaz kurumuna dönüştürülmüştür. Sulh Ceza Hakimlikleri hiçbir değerlendirme yapmadan kopyala yapıştır şeklindeki gerekçesiz ifadelerle insanların ömürlerini çalabilmektedir. Belirtmek gerekir ki, özellikle siyasi davalarda veya toplumsal hassasiyet oluşturan suçlarda, somut deliller yerine soyut iddialar üzerinden verilen tutuklama kararları, bu tedbiri bir yargısal araç olmaktan çıkarıp siyasi ve ideolojik bir baskı mekanizmasına dönüştürmektedir. 

Tutuklama müessesinde ikinci ana sorun ise uzun süreli tutuklama süreçleridir. Malum olduğu üzere, Türkiye, AİHM kararlarında en sık “makul sürede yargılanma hakkı” ihlali nedeniyle mahkum edilen ülkelerden biridir. Basit bir soruşturma süreci yıllarca hazırlanamamakta ve insanlar iddianame hazırlanmadan hiçbir gerekçe olmadan özgürlüklerinden mahrum kalmaktadırlar. Nitekim, Sulh ceza hakimliklerinin kararlarına yönelik denetim mekanizmasının etkisizliği, bu süreci daha da derinleştirmektedir.

Üçüncü temel etmen ise, tutuklama tedbirine getirilen adli kontrol tedbirlerinin ise adeta kanunlarda sadece tozlu raflarda yer alan süs hükme dönüşmesidir. Halbuki adli kontrol tedbirleri; yurt dışı çıkış yasağı, imza yükümlülüğü veya elektronik kelepçe gibi yöntemlerle tutuklamanın getireceği hak ihlallerini önlemeyi amaçlasa da, bu araçların yerine doğrudan tutuklamaya başvurulmaktadır.

Çözüm Önerilerimiz:
Tutuklama müessesesinin kötüye kullanımını önlemek ve hukuk devleti ilkesini yeniden inşa etmek için kapsamlı reformlara ihtiyaç vardır. Bu reformların odak noktası, bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyarak adaleti sağlamak olmalıdır. Bu kapsamda;

1-    Tutuklama kararları sıkı denetime tabi tutulmalıdır
•    Sulh ceza hakimliklerinin kararları, bağımsız bir üst kurul veya heyet tarafından incelenmeli, keyfi uygulamaların önüne geçilmelidir.
•    Tutuklama kararlarının gerekçelendirilmesi zorunlu hale getirilmeli; “kuvvetli suç şüphesi” gibi soyut ifadelerle değil, somut delillerle desteklenmelidir.

2-    Alternatif koruma tedbirlerine başvuru zorunlu olmalıdır
•    Adli kontrol tedbirlerinin kapsamı genişletilmelidir.
•    Tutuklamaya başvurmadan önce tüm alternatif tedbirlerin uygulanmış olması zorunlu kılınmalıdır.

3-    Uzun tutukluluk sürelerinin önlenmesi gerekmektedir:
•    Masumiyet karinesi esas alınarak, keyfi şekilde uzayan tutukluluk süreleri yasal sınırlarla kesin şekilde kısıtlanmalıdır. Örneğin, bir bireyin belirli bir süre içinde iddianame hazırlanmadan cezaevinde tutulması yasaklanmalıdır.
•    Yargılama sürecinin hızlandırılması için yeni mahkeme heyetleri ve teknoloji destekli sistemler devreye sokulmalıdır.

4-    Haksız tutuklama tazminatlarının etkinleştirilmesi gerekmektedir.
•    CMK’nın 141 ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız tutuklama ve gözaltı tazminatı mekanizması etkin hale getirilmelidir. Örneğin, uygulamada yıllarca süren CMK m.141 tazminat davaları çok kısa bir şekilde sonuçlandırılmalıdır.
•    Tazminat davalarını etkisizleştirmek, vekalet ücreti vermemek suretiyle avukatları bertaraf etmeye yönelik kurulan ve yargısal bir kurum olmayan İnsan Hakları Komisyonu derhal kaldırılmalıdır. 
•    Yargı kararlarıyla keyfi bir şekilde özgürlüğü ihlal edilen ve haksız yere tutuklanan bireylerin ekonomik ve manevi zararlarını giderecek tazminat miktarları insan hak ve özgürlüğüne yaraşır bir şekilde artırılmalı ve ödeme süreçleri hızlandırılmalıdır. Nitekim uygulamada oldukça düşük olan tazminat miktarları, cezasızlık algısının bir tezahürü olarak, yargı mensuplarının maliye bütçesinden çok fazla bir meblağ çıkmadığını düşündüklerinden, bu tedbirleri gerektiği şekilde uygulamama eğiliminde olmalarına yol açmaktadır.
•    Tazminat ödemelerinde devletin sorumluluğu dışında, haksız karar veren hakimlerin kişisel sorumluluğu da devreye sokulmalıdır.

5-    Yargı bağımsızlığı güçlendirilmelidir:
•    Hakim ve Savcılara coğrafi teminat şartı getirilmelidir. Böylelikle siyasi baskıdan arındırılmış bir yargı mekanizmasından dolayı hakimler adil karar verme oranları yüksek olacaktır.
•    HSK’nın yapısı, yürütme organının etkisinden arındırılmalı ve yargıçların atama süreçlerinde tam bağımsızlık sağlanmalıdır.
•    Hakim ve savcıların liyakat esasına göre atanması güvence altına alınmalı, siyasi etkilere karşı koruma mekanizmaları oluşturulmalıdır.

6-    Hukuk eğitiminde reform yapılmalıdır.
•    Hukuk fakültelerinde insan hakları, adalet psikolojisi ve uluslararası hukuk konularına daha fazla ağırlık verilerek yargıç ve savcıların farkındalığı artırılmalıdır.
•    Meslek içi eğitim programları, yargı mensuplarına alternatif tedbirlerin kullanımı ve hukuki gerekçelendirme konusunda pratik bilgiler sunmalıdır.
•    Hakim ve Savcılar tutuklama tedbirleri başta olmak üzere bütün koruma tedbirlerini adaylık (hakim-savcılık yardımcılığı) süreçlerinde eğitim olarak bizzat deneyimlerek empati duyguları artırılmalıdır.

Sonuç olarak, coğrafya kaderdir; ancak bu kaderi değiştirecek irade ve gücü ortaya koymak hukukçuların sorumluluğundadır. Adaletin mabedi olan mahkeme salonlarını bir tiyatro sahnesinden çıkarıp hukukun üstünlüğünün gerçek anlamda tecelli ettiği mekanlara dönüştürmek, bugünden atılacak adımlara bağlıdır. Her bir adaletsizlik karşısında seyirci kalmak, gelecekte daha büyük adaletsizliklere zemin hazırlamak demektir. Bu nedenle, hukukun etkin koruma tedbirleriyle bireylerin haklarını koruyacak bir sistemin inşası, Türk hukukunun önündeki en büyük meydan okumadır.