bi' memleket gibidir gemi..
her şey düzenli ve kontrol altında olmalıdır…
kaidelere uyulmalıdır…

kanunlara…

nizamlara...

ben de bu memleketin baş şeyi gibiyim…

başbakanı gibiyim mesela…
denize çıktın mıydı bu küçücük gemi bi' memleket oluverir...

bu gemide güvenlik de eğitim de sağlık da eğlence de benden sorulur…

Türk Sinemasının en önemli soluklarından biri olan “Yeni Sinemacılar” akımının en görkemli eserlerinden biri olan “Gemide” filmi hakkında bir şeyler yazmak istiyorum.

Zira bu filmin, Yakın dönem Türk Siyasi tarihinin giriş, gelişme ve süregelen dönemine dair benzerlikler taşıyan bir kompozisyon olduğunu düşünüyorum.

Hele ki yukarıda yazıya döktüğüm, gemi kaptanı İdris’in replikleri üzerinden bir okuma gerçekleştirirsek günümüze dair ne de benzer bir kontrast yakalamış olacağız öyle değil mi?

1998 yılında usta yönetmen Serdar Akar tarafından çekilmiş bir film “Gemide”

Erkan Can’ın efsanevi performansı, Haldun Boysan, Yıldıray Şahiner ve Naci Taşdöğen’in usta oyunculukları ile beraber film, derin alt metinli senaryosu ile yakın dönem Türk Sinemasının yüz akı işlerinden biri. Film aynı zamanda  Cannes Film Festivali'nin resmi bölümü olan “Semaine de la Critique”e seçilen ender Türk filmlerinden biri.

Filmin konusu, bir grup denizci ve gemide geçen olaylar üzerine odaklanır. Gemideki erkek mürettebatın, gemiye alıkoyarak bindirdikleri bir kadına karşı davranışlarını ve aralarındaki güç ilişkilerini mercek altına alır. Bu anlamda "Gemide" filmi, erkek egemen bir toplumda şiddet, cinsellik ve iktidar ilişkilerine dair çarpıcı bir eleştiri getirmektedir. Temel anlatım, mürettebatın karanlık dünyalarını ve huzursuz yaşamlarını gözler önüne sererken, ahlaki ikilemler ve insani zayıflıklar da ustalıkla işlenir. Filmin karanlık ve bazen kasvetli atmosferi, denizin sonsuz yalnızlığını ve karakterlerin içsel çatışmalarını temsil eder niteliktedir.

Sinematografik açıdan bakıldığında, filmdeki görüntü yönetimi ve yapısal tercihlerin detaycılığı, hikayenin gidişatına önemli ölçüde katkı sağlar. Dar mekanlar, kapalı alanlar ve buna tezat denizin uçsuz bucaksızlığı, karakterlerin sıkışmışlık hissiyatını güçlendirir. Bu tercih, izleyiciye karakterlerle daha yoğun bir empati kurma fırsatı verir. Serdar Akar, kamera kullanımı ve ışıklandırma tercihleriyle klostrofobik bir atmosfer yaratmayı başarır. Bu teknik tercihler, izleyiciyi adeta geminin içine hapseder ve karakterlerin psikolojik gerilimini daha da yoğun bir şekilde hissettirir.

Filmin, dönemin İstanbul’una dair tespitleri de son derece değerli. Kartpostallarda ya da tanıtım filmlerinde gösterilen şehirler gibi resmedilmiş bir İstanbul’u değil, arka sokakları, karanlık dünyası, gece hayatı ve özellikle şehrin laleli, Aksaray gibi gece tenhalarına dair resimleri son derece efektif. Zira hiç İstanbul’u görmemiş birine bile şehrin diğer yüzünü bu kadar temiz ve cesurca gösterebilmek de ancak Serdar Akar gibi usta bir yönetmenin başarabileceği bir durum.

Film, birkaç sahnede “Azize, bir Laleli Hikayesi” filmi ile kesişiyor. Zira iki film de birbirine entegre edilmiş bir senaryo üzerinden yürüyor. Azize filminde, ellerindeki hayat kadınını bir grup serseriye kaptıran birkaç adamın hikayesini izlerken, Gemide filminde ise bir grup serserinin elinden bir kadını zorla alıkoyan bir gemi mürettebatının hikayesini izliyoruz.

"Gemide" filmi tüm bu kompozisyonun dışında aynı zamanda toplumun alt kesimlerine ve birçok zaman göz ardı edilen sınıflarına dair çarpıcı bir yorum sunuyor. Bu sosyal gerçekçilik, filmin ele aldığı dünya ile izleyici arasında güçlü bir köprü kuruyor. Arka planda yatan toplumsal dinamikler ve adalet kavramı sorgulamaları, filmin alt metnini zenginleştiriyor.

"Gemide" filminin başarısının en önemli unsurlarından biri, karakter çeşitliliği. 

Film, farklı sosyal sınıflardan, yaş gruplarından ve mesleklerden insanlara dair basit ama etkileyici fotoğraflar sunuyor.

Bir tarafta toplumda değer görmemiş, bireysel hezeyanlarını bir kadın metası ve ona kurduğu hegemonya üzerinden tatmin etmeye çalışan mürettebat, diğer yanda tüm bu kaotik yapıyı belirli bir düzen içinde korumaya çalışan ancak tüm benliğini ve hükmünü kaptanı olduğu gemiye borçlu olan ve fakat her ne olursa olsun adaletli davranmaktan vazgeçmemeye çalışan bir gemi kaptanı, bir diğer yanda ise hem karada, hem denizde kısacası nerede olursa olsun erkek hegemonyası altında ezilen ve bir meta gibi görülen kadın.

Tüm bunları gerek İstanbul’un karanlık yüzünde, gerekse bir gemi kamarasında son derece efektif bir şekilde yansıtabilmek kolay bir başarı değil.

Bence Serdar Akar Türk Sinemasında devrim niteliğinde bir işe imza atıyor. Yeni Sinemacıların Türk Sinemasına getirdiği soluğu bu anlamda çok değerli ve kıymetli olarak görüyor ve bu anlamda özellikle Türk Sinemasına merak duyan izleyicilerin Gemide filmini keşfetmeleri adına çağrıda bulunuyorum.

Sinema dolu günler…