Bazı filmler vardır, belirli bir dönemin gerçekliğini yansıtıyor gibi görünse de aslında en temel ve evrensel gerçeklikleri keskin, alaycı ve fakat kitabın tam ortasından konuşan sert eleştiriler ile yansıtır ve bu anlamda her döneme ait kaçınılmaz doğruları ve teşhisleri içinde barındırır. Usta yönetmen Atıf Yılmaz’ın “Şekerpare” filmi de tam anlamıyla böyle bir film.

Yılmaz’ın bu eseri Osmanlı’nın son dönemlerindeki sosyolojik ve bürokratik yapıya dair değerli tespitleri içinde barındıran bir eser. Film aslında iki ana karakterin etrafında şekillenen bir kara mizah. Dönemin bakanlarından birinin kızı ile evlenmiş ve bu anlamda sırtını sağlam duvara yaslamış “Komiser Ziver” karakteri ile, idealist, hak ve hukuk kavramlarını hayatının merkezine koymuş ve tam da bu sebepten her yerin istenmeyen adamı olmuş “Bekçi Cumali” karakterleri.

Şener Şen’in müthiş bir performansla hayat verdiği Ziver karakteri, bürokratik çürümüşlüğün, rüşvetin ve kayırmacılığın ete kemiğe bürünmüş hali. Bakan kayınpederine güvenerek yerel halka psikolojik baskı uygulayan ve kendini dokunulmaz gören Ziver, aslında sadece Osmanlı’nın son dönemindeki bir polis şefi değil; her dönem ve her ülkede karşımıza çıkabilecek, gücünü hukukun değil, adam kayırmacılığın ve bağlantıların verdiği yetkiden alan bir figür.

Ziver’in kibri, halkı hiçe sayan otoriter yöneticilerin ve kamu gücünü kendi çıkarları için kullananların tarih boyunca değişmeyen bir yüzü. Devlet kurumlarındaki “torpilli” yöneticiler, liyakatsiz atamalar ve liyakatten çok sadakat ilkesi ile halka tepeden bakan kişilerin varlığını görmek, Şekerpareyi sadece nostaljik bir komedi değil, güncel bir toplumsal eleştiri haline getiriyor.

İlyas Salman’ın canlandırdığı Bekçi Cumali karakteri ise, var olması gereken idealizmin ve namuslu duruşun simgesi. O, rüşvete, yolsuzluğa ve zulme karşı direnen; adaleti savunan ama bu uğurda bedel ödeyen bir karakter. Cumali’nin hukuksuzluğa karşı verdiği tepkiler, aslında sadece bireysel bir isyan değil, sistemin kangrene dönmüş yapısına karşı bir başkaldırı. Onun namus timsali duruşu, bir anlamda toplumun ihtiyaç duyduğu vicdanı temsil ediyor. Ancak film boyunca gördüğümüz üzere, bu vicdan, kokuşmuş bürokrasi ve dokunulmazlık zırhına bürünmüş makam sahipleri tarafından sürekli bastırılmaya çalışılıyor.

Aslında çoğumuz belki de defalarca bu filmi izlediği için, filmin hikayesine aşinayız ve bu nedenle filmin olay örgüsünden çok, tehlikeli sularda yüzen metaforları, tespitleri ve son derece özenle seçilmiş replikleri üzerinden durmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu filmi yalnızca komedi janrında değerlendirmek, buzdağının yalnızca görünen yüzüne bakmak olacaktır. Şekerpare, yüzeyde tebessüm ettiren, ancak alt metninde Osmanlı’nın son dönemindeki bürokratik çürümüşlüğü anlatan bir eser. Elbette bu eserde günümüz Türkiye’sinin izdüşümlerini de görmenin mümkün olduğunu düşünüyorum.

Filmde Komiser Ziver ve onun yancısı Hurşit, yozlaşmış bürokratik mekanizmanın, liyakatten çok sadakat ilkesi ile kurgulanmış ve bu anlamda içi boşaltılmış devlet mekanizmasının birer kuklaları. Ziver’in, bakan kayınpederine güvenerek bölge halkına uyguladığı psikolojik ve maddi baskı, hukuku kendi menfaati doğrultusunda eğip bükmesi, bize Osmanlı'nın son dönemindeki liyakatsizliğin kurumları nasıl ele geçirdiğini anlatan bir kompozisyon. Zira gerek Ziver ve Hurşit karakteri arasında, gerekse Ziver ve Bekçi Cumali karakterleri arasında geçen çok çarpıcı diyaloglar var ve tüm bu replikler üzerinde düşünülmesi gereken değerli hazineler…

Filmin çarpıcı sekanslarından biri, Ziver’in bölge esnafından haraç alması sonrası esnafın isyan etmesi ve sonrasında karakolu basması sekansı. Esnafın birleşip haraçlara karşı isyan etmesi, toplumsal bilinçlenmenin, halkın kendi gücünü fark etmesinin sinyallerini verir. Ancak tüm bu umut dolu hareket, Ziver’in “Padişahım çok yaşa!” nidasıyla buhar olur. İşte burada sinemanın ince işçiliğiyle, toplumsal psikolojinin en kadim yaralarından biri olan öğrenilmiş çaresizlik kavramı, güçlü bir metaforla karşımıza çıkar. Osmanlı’nın son dönemine dair bu keskin tespit, aslında devlet mekanizmasını kendi çıkarları için kullanan zümreleri kutsayan, bireyi ise yalnızca biat eden bir tebaa olarak gören anlayışın sinemadaki en saf haliyle temsili. “Padişahım çok yaşa!” repliği, Osmanlı'da halkın, kendisini ezen yerel yöneticilere karşı bile sarayın gölgesinde kalma refleksini çok iyi anlatır. Ziver, burada sadece kendi paçasını kurtarmaz; aynı zamanda halkın bilinçaltına yerleşmiş, otoriteye boyun eğme alışkanlığını suistimal eder. Psikolojide öğrenilmiş çaresizlik, bireyin sürekli maruz kaldığı olumsuzluklara karşı mücadele etmeyi bırakması durumudur. Ziver’in “Padişahım çok yaşa!” demesiyle, halkın isyanının bitmesi tam da bu duruma denk gelir.

Ziver karakteri ile Bekçi Cumali karakteri arasında geçen diyaloglar da oldukça ilginç. Filmde beni en çok etkileten diyaloglardan biri, Ziver’in, Cumali’ye, “Bizim asıl işimiz önce düzeni bozup sonra usulüne göre düzeltmek değil midir?” repliği. Bu replik aslında tüm bu çarpık düzenin en veciz özeti. Ziver’in burada bahsettiği "usulüne göre düzeltmek", adaleti ve hukuku kendi çıkarına göre şekillendirmekten başka bir şey değil. Zira bu tespit aslında sadece Ziver’in ahlaksızlığını değil, devlet kurumlarını kendi çıkarlarına hizmet ettiren tüm bürokratik oligarşinin zihniyetini özetler. Ziver’in bu cümlesi, halkın gözünde meşruiyet kazanmak adına düzeni bilinçli olarak bozan ve sonra da kaosu “usulüne uygun” düzelterek kahraman rolüne bürünen yöneticilerin zihniyetini ortaya koyar.

Bu tür bir “kontrollü kaos” stratejisi, yönetenlerin halk üzerindeki denetimlerini artırmalarına ve kendi pozisyonlarını sağlamlaştırmalarına olanak tanır. Toplumu sürekli bir kriz ortamında tutarak, kaosun sorumlusu oldukları gerçeğini gizlerler ve “kurtarıcı” rolünü üstlenirler. Replikteki “usulüne göre” ifadesi ise apayrı bir hiciv barındırıyor. Buradaki “usul”, hukukun üstünlüğü değil; güçlülerin belirlediği kurallar aslında. Ziver, kendi çıkarına uygun “usuller” icat ediyor ve bu düzenin kanun koyucusu olarak, kendi çarpık adaletini tesis ediyor. Komiser Ziver’ in yaptığı şey, yalnızca düzensizlik yaratıp ardından düzen getirmek değil; düzensizliği fırsata çevirmek. Kaos ortamında, halkın gerçek sorunlarını unutturmak ve kendi iktidarını pekiştirmek. Bu taktik, sadece Osmanlı’da değil; dünya siyasetinde de defalarca denenmiş bir oyun.

Filmde bu durum, mizah yoluyla anlatılsa da aslında acı bir gerçeğe işaret ediyor. “Düzeni bozup sonra usulüne göre düzeltmek”, aslında toplumun gerçek sorunlarının üstünü örten, sadece günü kurtaran ve uzun vadede toplumu daha da derin sorunlarla baş başa bırakan bir yaklaşım.

Filmin önemli sekanslarından bir diğeri de Ziver ve Hurşit’in hayat kadınlarını takip ettikleri sahne sırasında hayat kadınlarının gizlice “İnkılapçı” sakladıklarına dair kuşku duydukları sahne. Zira bu mizansen ve alt metinde söylenilmek istenenler bence son derece derin anlam içeriyor. Ziver’in “inkılapçı” kelimesiyle kurduğu tedirginlik bağı, dönemin iktidar zihniyetinin sembolik bir yansıması. Osmanlı’nın son dönemlerinde, inkılapçılar yalnızca siyasi bir muhalefeti değil; köhneleşmiş, rüşvet ve kayırmacılık batağına saplanmış bürokrasiyi de tehdit eden bir yenilik hareketini temsil ediyordu. Ziver ve Hurşit gibi karakterlerin ve bu karakterler üzerinden sembolize edilen zihniyetin en büyük korkusu, bu düzen değişikliğinin, onların kurduğu sahte ve pragmatist düzeni altüst etmesi.

Şekerpare, belki de sinema tarihimizin en derin eleştirilerini, en hafif güldürü kalıbı içinde sunmayı başaran nadir eserlerden biri. Günümüz Türkiye’sini anlamak için, Osmanlı’nın son dönemine bakmak gerektiğini hatırlatıyor. Ziver’ler hep vardı, Hurşit’ler de... Ancak Cumali’ler de vardı ve var olmaya devam edecekler. Bu anlamda “Şekerpare” tarihsel bir perspektifi içinde barındırıyor. Devletin kutsallığına sığınıp halkı sömürenlerin, gün gelip kendi sistemlerinin altında kalacaklarını hatırlatıyor. Bu anlamda Atıf Yılmaz’ın bu eseri güldürürken düşündürmenin çok ötesinde, düzenin kendi varlığını devam ettirebilmesi için vatandaşla kurduğu tek taraflı sadakat ilişkisini anlamak adına da kıymetli bir rehber. Film boyunca yaşanan komik olayların ardında, aslında toplumun çektiği büyük sıkıntılar, adaletsizlikler ve yoksulluk var. Ziver’in her rüşvet aldığında, aslında halkın ekmeğinden çaldığını, her hukuksuz kararında toplumun vicdanını yaraladığını görüyoruz.

Filmdeki karakterler, sadece bir dönemin değil; her dönemin yozlaşmış bürokratlarını, adaletsiz düzenin çarklarını döndürenleri ve halkın adalet arayışını simgeliyor. Ziver gibi makamını kendi çıkarları için kullananlar, bugün de kamu ihalelerinde, belediye koridorlarında, bürokratik konfor alanlarında karşımıza çıkıyor. Cumali gibi namuslu ve idealist insanlar ise sistemin dişlileri arasında eziliyor.

Bugün, Şekerpareyi izlerken gülerken düşündüğümüz her sahnede, aslında kendimize bir soru sormamız gerekiyor: “Bu düzen gerçekten değişti mi, yoksa Ziver’ler sadece başka kıyafetler mi giydi?”

Sinema dolu günler…