Sinema, bazen bir duygunun ya da bir yüzün ardındaki bütün bir dünyayı anlatabilir. David Lynch’in 1980 tarihli The Elephant Man filmi, işte tam da bunu yapıyor: bir yüzün ardındaki acıyı, bir bedenin ardındaki insanlığı ve bir toplumun içindeki karanlığı anlatıyor. Bu, yalnızca sinemanın değil, bir sanat biçimi olarak insan hikayelerinin de nadir rastlanan bir başyapıtıdır.
Filmin hikayesi gerçek bir yaşamdan esinlenmiş. Joseph Merrick (filmde John Merrick olarak anılır) adında, 19. yüzyıl İngiltere’sinde yaşayan ve ciddi fiziksel deformasyonları olan bir adamın trajik hikâyesidir anlatılan. Filmin açılış sekansı, Merrick’in annesinin fil benzeri bir yaratık tarafından saldırıya uğradığını hayal eden bir görüntüyle başlar. Bu rüya benzeri sahne, Merrick’in yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda mitolojik bir “öteki” olarak görüldüğünü ima eder. Lynch, bu açılışı film boyunca yankılanan bir motif haline getirir. Merrick, her zaman bir masal figürü gibi görülür, gerçek bir insan olarak değil. Ancak Lynch’in dokunuşuyla bu masal, bir tragedyaya dönüşür.
Lynch, bu biyografik hikâyeyi bir belgesel soğukluğuyla değil, bir şiir hassasiyetiyle anlatır. Merrick’in dünyası, Viktorya dönemi İngiltere’sinin sisli ve kasvetli sokaklarında yankılanır; bir yanda sanayi devriminin çelik dişlileri, diğer yanda insanlığın sertleşmiş kalpleri arasında sıkışıp kalmıştır. Lynch’in seçtiği siyah-beyaz estetik, yalnızca Viktorya dönemi atmosferini yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun ikiyüzlülüğünü ve ahlaki gri alanlarını vurgular. Film boyunca kullanılan yoğun gölgeler ve sisli sokaklar, yalnızca dönemin sanayi devrimini değil, insanlığın karanlık yüzünü de temsil eder. Endüstriyel makinelerin çarkları, toplumu şekillendiren, ancak bireyi ezen bir sistemin sembolüdür.
David Lynch, sinema tarihinin en kendine özgü ve katmanlı anlatı diline sahip yönetmenlerinden biri. Filmlerinde gerçeklik ile hayal, güzellik ile grotesk, sessizlik ile çığlık arasındaki sınırları bulanıklaştırarak, izleyiciyi yalnızca hikâyenin değil, onun ardındaki anlamların da peşine düşmeye davet eder. The Elephant Man, Lynch’in bu sinematik dilinin erken dönem bir örneği olmasına rağmen, onun olgun bir sanatçı olarak dünyaya bakışının ipuçlarını taşır.
Lynch’in hikâyeyi anlatma biçimi son derece kontrollüdür; ancak bu kontrol, herhangi bir didaktik ton taşımaz. Merrick’in deformasyonunu ilk kez bir karnaval çadırında keşfettiğimiz sahne, seyirciyi rahatsız edici bir merakın içine çeker. Yönetmen, Merrick’i hemen gözler önüne sermek yerine, karanlık gölgelerin ve parçalı görüntülerin ardında tutar. Bu, yalnızca bir gerilim yaratmaz, aynı zamanda bizi Merrick’i “görmeden” önce onu “anlamaya” zorlar. Lynch’in sinema dili burada adeta bir alegoridir: İnsanlar, genellikle gördükleriyle değil, görmek istedikleriyle yargılar.
Bir sahnede, Merrick’in yüzü ilk kez tam anlamıyla görünür hale gelir. Lynch, bu anı bir dehşet unsuru olarak değil, bir kırılma noktası olarak sunar. Merrick’in yüzündeki deformasyon, toplumsal önyargıların bir aynası haline gelir. Siyah-beyaz estetik, Merrick’in hikayesini zamansız kılar; bu yalnızca 19. yüzyıl İngiltere’sine değil, insanlık tarihinin her dönemine dokunan bir anlatıdır. Merrick’in deformasyonu, yalnızca fiziksel bir trajedi değildir; onun yaşamı, toplumun acımasız yargılarının bir yansımasıdır. Lynch, Merrick’in “canavar” olarak damgalanmasını, toplumun kendi çirkinliğini bir başkasının bedenine yansıtma biçimi olarak işler. Merrick, bir karnaval ucubesi olarak sergilenirken, toplumun karanlık yüzü çıplak hale gelir. Onu izlemek için toplanan kalabalık, yalnızca meraktan değil, korkularını dışsallaştırma arzusuyla Merrick’in önünde dizilir. Bu noktada Lynch, Viktorya dönemi İngiltere’sini bir ahlak aynası olarak kullanır: Toplum, farklı olanı anlamak yerine, onu “canavarlaştırarak” kendi çirkinliğini gizler.
Filmin en çarpıcı sahnelerinden biri, Merrick’in tiyatro sahnesinde halk tarafından alkışlanmasıdır. Bu, bir zafer anı gibi görünse de, aslında Merrick’in toplum tarafından tamamen kabul edilmediğinin bir kanıtıdır. Bu alkışlar, gerçek bir insanlıktan ziyade, Merrick’in artık bir “ilginçlik” olarak görülmeye başlandığını gösterir. Lynch, bu anları rahatsız edici bir incelikle işler: Toplum, bir bireyin varoluşunu yalnızca kendi konforuna hizmet ettiği sürece kabul eder.
John Hurt’ün Merrick’i canlandırdığı performans, bence sinema tarihinin en etkileyici oyunculuklarından biridir. Hurt, ağır makyajın ardında Merrick’in tüm insani kırılganlığını ortaya koyar. Merrick’in kırık bir sesle dile getirdiği “Ben bir hayvan değilim. Ben bir insanım!” repliği, filmin doruk noktasıdır. Bu cümle, yalnızca Merrick’in değil, tüm ötekileştirilenlerin bir çığlığıdır. The Elephant Man, insanlığın ötekileştirme, korku ve anlayışsızlık üzerine yazılmış evrensel bir ağıttır. Lynch, Merrick’in hikayesini, toplumun farklı olanı yok etme ve kontrol altına alma arzusu üzerine bir alegoriye dönüştürür. Merrick, yalnızca bir karakter değil, her dönemde ötekileştirilenlerin bir sembolüdür.
Filmin son sahnesinde Merrick, bir insana yakışır bir şekilde ölmeye karar verir. Bu, yalnızca Merrick’in özgürlüğü değil, aynı zamanda insanlığın bir başarısızlığıdır. Lynch, Merrick’in ölümüyle izleyiciyi rahatsız bir sessizliğe terk eder: İnsanlık, bir kez daha, farklı olanı anlamaktan ziyade yok etmeyi seçmiştir. Bu film, karanlık bir odada yanıp sönen bir projektör ışığının, insanlığın en karanlık yanlarını nasıl ortaya çıkarabileceğini gösteren bir ders niteliğindedir. Sinema, insanlık ve empati üzerine bir düşünce deneyiyse, The Elephant Man, bu deneyin en değerli sonuçlarından biridir.
Lynch’in sinematik dili, metaforlarla ve ince görsel detaylarla örülmüş, izleyiciyi hem rahatsız eden hem de düşündüren bir dokuya sahip. The Elephant Man, bir filmin ötesinde, insanlığın karanlık yüzünü aydınlatan bir fener. Bu yüzden Lynch’in sineması, yalnızca izlenmek için değil, hissedilmek ve anlaşılmak için var.
16 Ocak itibariyle aramızdan bedenen ayrılan ancak kullandığı sinema dili ile hep var olacak olan usta yönetmen David Lynch’i de büyük bir saygı ile anıyorum…
Sinema dolu günler…