10 düzine partimiz, onun da 100 katı STK’mız var, ama biz ne siyasi toplum ve ne de sivil toplumu biliriz. 2020 yılı itibarıyla resmi verilere göre, 121 bin 720 dernek, 5 bin 775 vakıf, 604 sendika, 3 bin 3 oda ve 53 bin 259 kooperatif bulunmaktaymış. Bugün dernek sayısının 130 bine ulaşması gerekiyor. Buna “cami dernekleri” ve “okul aile birlikleri”, “üniversitelerdeki öğrenci kulüpleri” dahil değil. 90 bin camiyi, 70 bin okul aile birliğini, 208 üniversitedeki 5 bin 200 civarında tahmin edilen öğrenci kulüplerini, bu sayıya derneklerin şubelerini de katarsanız çok daha büyük bir sayıya ulaşırız. Hatta bunlara spor kulüplerinin de eklenmesi gerekir.
Türkiye’de en çok ne konuşulur mesela? “Şeriat”, “Laiklik”, “Cumhuriyet” değil mi? Bir onların manasını bilmeyiz. Bilmediğimizi de bilmeyiz, öğrenmek de istemeyiz. “Cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkündür.”
Bakın “biz” derken, “hepimizi” kastediyorum. Bu kavramlar uğruna ölmeyi-öldürmeyi göze alanlar ve bundan aynı derecede nefret eden herkesi kastediyorum. “Bir başkadır benim memleketim” ha bu “memleket” lirik ezgisi; ne türküdür, ne de şarkı. (Lirik: Eski Yunan edebiyatında lir isimli müzik aleti eşliğinde söylenen koşuğa verilen ad). Yahudilerin Filistin’i işgal ederek vatan yapma özlemini anlatan bu ezgi 1972 yılında caz şarkıcısı Ayten Alpman tarafından Fikret Şeneş'in tercümesi ile “millileştirildi.” Hatırlarsanız Kıbrıs Harekatı’nın parolasıdır bu ezgi.
Hadi buradan başlayalım: Bu ezginin gerçek adı “Der Rebbe Elimelech” İbranice bu ezginin Türkçesi “Kendini Rabbe adamış” anlamına gelen “Haham Elimelech”. Bu “Yahudi Şeriatçısı” kim biliyor musunuz? 1717’de Polonya doğumlu (Ölümü 1787) “Lizhensk'li Elimelech Weisblum” bu kişinin türbesi halen Polonya’da. Dikkat “Şeriat” kelimesi en çok “Tevrat” ta geçer. Sonra “İncil”de, en az da Kur’an-ı Kerim’de!
Durun bakın, bu işin ucu nereye vardı? Kaynağı itibarıyla diğer Hasidik gelenekler gibi Rebbe’nin liderliğinde yerele bağlı olarak evrenselleşmeyi esas alan, yani Glokalist bir hareket olarak ortaya çıkan Habad-Lubaviç ekolü, Hasidik cemaatlerin izledikleri takip Hasidik hanedana göre pek çok gruba ayrılırlar. En önemlileri Chabad, Satmar, Bobova ve Gur'dur. Hasidizm Kabala felsefesinden önemli ölçüde etkilenmiş ve beslenmiştir. Kabala dedik de, bir ucu İspanya’ya gitti. İspanya’daki adres belli, Meymonedes. Yani “Musa bin Meymūn (30 Mart 1135 Córdoba, İspanya -13 Aralık 1204, Fustat, Mısır). Sefaradi Yahudisi filozof, hahambaşı, Talmud bilgini ve çoğaltıcısı. Orta Çağ'ın tartışmasız en önemli Yahudi düşünürüdür. Yahudi bilginler arasında 2. Musa lakabıyla veya adının baş harflerinden oluşan RaMBaM adıyla bilinir. Buradan Muhyiddin-i Arabi’ye (28 Temmuz 1165, Murcia, İspanya-16 Kasım 1240, Al Salhiyeh, Suriye) ulaşırız. “Tam adıyla Muhyiddîn Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî el-Hâtimî et-Tâî, ünlü İslâm düşünürü, mutasavvıf, yazar ve şair. Şeyhü'l Ekber.”
Meymonedes’in etkilendiği kişiler arasında İbn Rüşd, Aristoteles, İbn Sina, İbn Bacce, Fârâbî, Gazzâlî, İbn-i Zühr, John Philoponus sayılır.
(Ortada İbni Sina (Avicena), sağında Galen solunda Hipokrat)
İbni Rüşd deyip geçmeyin bu arada, İbni Sina, Farabi, Gazzali’ye bizim çağdaşlar burun kıvırsa da az-uz değildir bunlar ve daha niceleri. Bunlar Orta Çağ’ı aydınlatan fenerlerdir. İbn-i Rüşd, Endülüslü-Arap felsefeci, hekim, fıkıhçı, matematikçi ve tıpçı. Telif ve tercümeleriyle Aristo'yu Avrupa'ya yeniden tanıtan kişidir. İslam felsefesinde Aristocu akım olan Meşailiğin önde gelen isimlerindendir.
Nasıl İslam üzerinde olumsuz anlamda “İsrailiyat”tan söz ediyorsak, aslında Meymonedes, hatta Kabalistik düşünce, tapınakçı gelenek ve Rönesans üzerinde ciddi bir “İslamiyat” etkisi vardır. Meymonedes de özellikle Hindistan’daki Sufi gelenek, Ahmedilik, Safevi Şiası, Vehhabizm üzerinde etkisi olmuştur. Meymonedes Muhyiddin-i Arabi’den etkilenerek onun Kur’an-ı Kerim’i yorumlama metodunu Tevrat’a uygulamıştır. Kabala biraz da bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Geri başa dönersek "Noam Elimelech" Hasidik Yahudiliğin el kitabı sayılır. Bu lirik ezgi de onun “milli marşı” gibidir. Bu ezgi Haham Elimelech'e adandığı için o isimle anılıyor. Yoksa bu ezgi 1927'de Polonya’da doğan daha sonra ABD’ye göç eden Hasidik bir Yahudi olan Moysche Nadir tarafından yazılıp bestelenmiş. 1927'de, bu şarkı sözlerini yazarken müziği Polonya Yahudi folklorundan esinlendi. Bu ezgi bir yanı ile Kudüs’e, Filistin topraklarına, Arz-ı Mev’ud’a göçü anlatırken, aynı zamanda 1905 Rusya’sında Yahudilerin yaşadıkları zulmü ve vatan özlemini dile getirir. 1964'te ünlü “Damdaki Kemancı” müzikalinde de bu ezgi yer alır. Bu ezgiyi dünya çapında tanıtanların başında Fransız sanatçı Mireille Mathieu'dur. Şarkı birçok ülkede, değişik dillerde bestelenip yayınlandı.
Habat’çıların Hasidik bir Yahudi topluluğu olduğunu söylemiştik ya, hani şu Türkiye’de Hahambaşılık açan, KKTC’ye adeta üs kuran, pedofilik, Agartha çetesinin arkasındaki örgütü hatırlayın. Beştepe’ye çıkartma yapanlar, ABD’de havranın altındaki tünellerde pedofilik satanistlerin ayin yaptığı topluluktan söz ediyorum. Bilmem biliyor musunuz, Gazze katliamının baş sorumlusu Netenyahu da o topluluktan.
En başa dönecek olursak, millete sorun, Cumhur “Halk” der, “Cumhuriyet” de onlara göre “Halkçılıktır”. Amma velakin, bizim “ilerici” ve “çağdaş”lar “6 Ok”un bir ucunda “Cumhuriyetçilik”, öteki ucunda “Halkçılık” olduğunu bile hatırlamazlar.
Mesela rakıyı içince, denize döktüklerini zannettikleri Yunan’la kardeş olduklarını hatırlarlar. Cumhuriyet’in işkembecisi, meyhanesi olur da peki bu Arapça kelimenin Türkçesi nedir onu bilmezler. Ha bu arada antifaşist, solcu, sosyalist Cumhuriyetin hangi sermaye ile kurulduğunu da bilmezler. Onu Hitler’in doğum günü kutlamasına gidenlere sormak gerek. Mussolini’nin “terbiye diktatörlüğüne hayran” olanlara, “Anadolu yaylalarında, çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylülerini arayanlara” sormak gerek. Neyse biz şimdi Normandiya’yı bir kenara bırakalım, “2 devlet, 1 millet” olarak, İsrail’in Gazze katliamına ilk destek veren, bugün sıfır gümrükle şarap ithal ettiğimiz “Can Azerbaycan”a bakalım. “Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar.” Biz Türkiye’nin “Kara gömlekli yavru kurtları olarak” bu marşlarla büyütüldük. Amerikan süt tozu ve margarinleri ile beslendik ve onların aşıları ile aşılandık!
İtalya’yı biliriz de Vatikan’ı bize anlatmadılar ki. Biz laikliği de başka türlü öğrendik. Din ve devlet ayrı imiş. Bize yalan söylediler. Ama batıda laiklik varlık ve meşruiyetini İncil’den “Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın Hakkı Sezar’a” ayetinden alan bir kilise şeriatı olduğunu bize söylemediler. Biz Fransa’yı hep laik zannederdik, sonradan öğrendik, birçok kilise mektebinin Fransa’nın himayesinde olduğunu ve Fransa’nın Alsace Laorenne eyaletinde laiklik değil, kontrat kurallarının uygulandığını yeni yeni öğreniyoruz. Tanrı’nın egemenliği Vatikan’a aitmiş, yeryüzü egemenliği krala. Biri insanın ruhunun egemenliğini, öteki bedeninin egemenliğini temsil edermiş, meğer bunlar ayrılmaz, birbirini tamamlarmış. İnsanı vaftiz eden kilise, kıralı da, meclisi de, bakanı da takdis ederek manevi korumaya alırmış, kral da kılıcı ile kiliseyi korurmuş.
Şeriat, “hakkı / hukuku koruyan düzenlemeyi” ifade edermiş. “Gayrimeşru” dediğimizde, “Şeriata uygun değil” dermişiz. “Hak” Allah’ı ifade edermiş.
Aldatıldık ey halkım! “Sivil”, siyasal olmayan demekmiş. İngilizcesi “Non Government Organization”. Hiçbir siyasetçi ve bürokrat sivil değil. Onların sivillerin hizmetçisi, paralı memuru. Koruyucusu… Ama ehram tersine döndü. “sivil toplum”dan önce “siyasi topluluk” oluştu. Kendisine servet, silah ve iktidar emanet edilen gücü biri eline geçirirse, toplumu dini, mezhebi, ideolojik, politik, etnik, felsefi kanaat farklılıkları ile ya da menfaati gereği baskılaması diye, önce devlet kuvvetler ayrılığına göre, yasama, yürütme ve yargı diye bölündü. Sonra da Self Determination hakkı getirildi. Bu haktan ilk söz edilen belge Virginia Konvansiyonu tarafından 12 Haziran 1776'da yayınlanan Virginia Haklar Bildirgesi idi… Bu belge, daha sonra ABD Bağımsızlık Bildirgesi'nı ve ABD Anayasası'nı etkiledi. Bundan yaklaşık bir asır sonra da Antonio Francesco Gramsci (22 Ocak 1891, Ales, İtalya - 27 Nisan 1937, Roma, İtalyan sosyalist kuramcı. İtalyan Komünist Partisi'nin kurucu üyelerinden Benito Mussolini ve faşizmin sert bir şekilde eleştirirken, Sovyet rejimine de eleştiriler getirmekten geri durmadı. Sivil toplum fikri ona aittir. Siyasi toplumu denetlemesi için sivil toplumun da örgütlü olması gerektiğini savunuyordu. Ama Siyasi topluluk sivil toplumu arka bahçesine altı ve bu gün sivil toplum siyasete sıçramak isteyenlerin trampen tahtasına döndü. Ortaya gayrimeşru bir ilişki çıktı. Daha önce kutsanan devlet’e karşı ilk kuşku ABD’de başladı ve Yüzyıla yakın bir zaman sonra da Avrupa’da Sosyalist bir düşünür tarafından Sivil Toplum tezi ortaya atıldı.
Tabi, modern devleti kontrol altına alma gereği batıda, 1648 Westefelya anlaşmasından hemen sonra Ulus devlet ve Uluslararası düzen tartışmaları ile birlikte başladı. Thomas Hobbes (1651) ve Jean-Jacques Rousseau (1762) “Toplumsal sözleşme kuramı”nın en ünlü filozoflarıdır. Burada 1789 Fransız devrimini de önemli bir yol ayrımı olarak not etmek gerek. Hukuk devleti kavramı hukukçu ve Prusya Kraliyet Parlamentosu Milletvekili Otto Baehr tarafından kullanıldı1864 yılında yayınlanan 'Der Rechtsstaat- eine publizistische Studie' (Hukuk Devleti Öğretisi) adlı makalesinde idari tasarrufları mahkemelerce denetlenen bir devlet tanımı yaptı.
Sivil örgütlenmeye bizden bir örnek olarak, ilk sendikanın Osmanlıda kurulduğunu biliyor mu idiniz. Buyurun o zaman: Bilinen ilk sendika 1894-95 yıllarında İstanbul'da Tophane fabrikası işçileri tarafından gayri resmi ve gizli olarak kurulan “Amele-i Osmani” (Osmanlı Amele Cemiyeti)dir. Bu Cemiye kısa süre sonra dağıtıldı.
Siyaset, aslında “at eğitmek” gibi bir anlama sahip, Politika “Polis” den yani “Şehir”, “Medine” anlamına gelir. Medeniyet “Civilisation” aynı kökten gelir. Dini, Mezhebi, etnik, ideolojik, politik ve felsefi kanaat farklılıklarına sahip fert ve toplulukların bir arada yaşamasını sağlayan hukuk düzenini ifade eder. Polis, bu şehir düzenini denetleyen ve koruyan kişi ve topluluğu ifade eder. Medeni topluluklar bu anlamda bir hukuk topluluğu oluştururlar. Bizden olan, yetkisini bizden alan ve bize hesap veren, bizim denetlediğimiz, bizi biz yapan, bize ait değerleri korumak üzere görevlendirdiğimiz Siyasilere karşı duruşumuzu “Raina” değil, “Unzurna” şeklinde ifade etmemiz gerek. Yoksa siyasileri İlah (Hüküm koyucu), Rab (Terbiye edici) konuma yükselterek, kendimizi “Teb’a” (Onların emir ve talimatlarına tabi olan), “Reaya”, (koydukları emir ve yasaklara itirazsız bir şekilde riayet eden) konumuna düşürürüz. Onun sonucu da “Tek adam”, “Tanrı krala kadar gider.
Bize din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmememiz emredilmedi mi?
Neyse, bu günlük’te bu kadar. Selam ve dua ile…