Politika Kasabasının Siyaset Bulvarında yürürken ister istemez Millet Bahçesine çıktı yolum…
***
Güneş etkisini azalttığı için palamut, akasya, çam ve diğer ağaçların gölgesini terk edip kendisini ultraviyole ışığa teslim etmiş emekliler ense kaşıyordu.
Bırakın yoksulluğu açlık sınırının altındaki asgari ücrete razı işsizlerden bazısı, belli ki perişan hallerin pençesinden kurtulma planları yapıyordu…
Minicik bebelere bile musallat olmuş alçakların varlığını bilen bir anne bahçede koşturan çocuğundan gözünü bir an bile ayırmıyordu…
Cep telefonuna odaklanmış bir genç, geleceğini düşünüyor gibi tedirgin değil günü yaşıyor gibi mütebessimdi…
Millet, bahçesinde umutsuzdu, mutsuzdu, huzursuzdu…
***
Biri, yürek yangınının ortasından el sallayan Nesimi Çimen’den medet umuyor olmalıydı…
Durumu anlayan Ruhsati, “Daha senden gayri aşık mı yoktur” diye ünleyince uyanan o biri türkü çığırmaya başladı…
Gördüm iki kişi mezar eşiyor
Gam gasavet gelmiş, boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor
Gelde bu dünyayı yor deli gönül
***
Memleket birbirinin yarasını deşenlerle, kendi mezarını eşenlerle doluydu…
Bilseler, türküler doğru yönü bulma yoluydu. Görmezden, duymazdan gelenler, bilmeli ki;
Mevlam kanat vermiş uçamıyorsun
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
Zorla ‘söyle’ denirse sözü ozana bırakırım! O da der ki;
Ruhsati dünyadan geçemiyorsun
topraklar başına vay deli gönül
***
Yönümü yönüne döndürerek Millet Bahçesinin kıyısına konuşlu siyasi parti binalarına bakınca söylendim:
- El sıkışmak iyi, normalleşme / yumuşama güzel, ip atlamak harika, ‘çözüm’ gerekli de yumruk sıkmak, parmak sallamak, şiddetten / terörden medet ummak neyin nesi?
Bir bilseler;
Siyaset kendinden geçmek değildir
Ağu ele… suyu içmek değildir
Terki diyar edip göçmek değildir
Kevnü mekana da kazık çakılmaz