Türkiye değişiyor, dönüşüyor… Her değişim ve dönüşüm olumlu olmayabilir ama yaşadıklarımız olumlu. Bu havanın ruhuna uygun bir yazı yazayım dedim. Dün akşamdan itibaren başka bir siyaset ikliminin etkisi altına giren Türkiye’nin dününe, bugününe ve yarınına dair diyeceklerimi ‘notlar’ halinde aktarmak, paylaşmak istiyorum…

***

Abdullah Öcalan’ın adının geçtiği son yazım 22 Ocak 2025 tarihinde bu köşede yayımlanan, “Muz tüccarlarının getirdiği Öcalan dediğini yapar! Ancak…” başlığını taşıyordu.

‘Ancak’ ile ilgili farklı yorumlar yapmam için farklı gelişmeler yaşanmalı ama diyeceklerimi, “Öcalan dediğini yapar” ifademin gerçekleşmiş olmasıyla harmanlamak istiyorum.

***

Önce, hafıza labirentimin dünkü sokaklarında dolaşayım biraz…

Dolaşırken gördüm ve hatırladım ki Yozgatlı ben ile Tuncelili Hüseyin, Elazığlı Şükrü ile Erzurumlu Sadullah ve daha birçok Türk/Kürt aynı sınıfta okur, aynı takımda futbol oynar, birlikte gezer daha da önemlisi birbirimizin evinde kalırdık…

Ne o günlerin öncesinde ne o günlerde ne de sonrasında Türk ve Kürt çocukları / gençleri olarak birbirimizle kavga etmedik. Deneyenler oldu ama akan kana rağmen direndik ve kazandık. 12 Eylül Darbesine 5-6 ay kalana kadar olay bile olmayan mahallemizde yaşanan bazı sıkıntıların sebebi de Kürt / Türk eksenli değildi…

Yine de her birimizin en azından gece afişlemeleri ya da duvar yazıları gibi illegal yanları vardı! Korsan bildiri dağıtmak ya da üç-beş dakikalık korsan mitingler için de ‘legaldi’ diyemem!

***

Bizim nesil siyasetin göbeğinde yaşadı. Çok arkadaşımız sokak artasında öldürüldü. Öldürenler de oldu! İki çarpıcı örnek:

Bir: CHP’li Canan Kaftancıoğlu’nun kayınpederi olan TRT prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu’nun katillerinden biri mahalleden arkadaşımdı…

İki: Gümrük ve Tekel Bakanı olarak başarılarıyla nam salan MHP’li Gün Sazak’ın katillerinden biri de fakülteden sınıf arkadaşımdı…

İnanın, bu ve benzeri cinayetlerin, katliamların hiçbirinde ‘Türk / Kürt’ ayrımı, kavgası yoktu ve olmadı da. Bu yüzden, bugünkü ılıman iklime dünkü bizlerin katkısı çoktur diye düşünüyorum…

Yine de yakası kalkık paltolarımız, her şeyi taşımaya uygun parkalarımızla ilan edilmemiş bir illegal yanımız vardı!

***

Sağcısıyla, solcusuyla dönem gençliği günün büyük bölümünü evinde değil siyasi seminerlerin, toplantıların, yürüyüşlerin içinde geçirirdi. Bu vesile ile Tandoğan - Kurtuluş arasında çok yol aşındırdık!

***

PKK’nın kurulması ve ardından yaşananlara ilişkin yazılan söylenen çok şey var ama gerek adını andığım yazımda yer alan sözlerinden gerekse muhakeme safhasında anlattıklarından çıkardığım ‘Abdullah Öcalan gerçeği’ ile zihinlerde yer eden terör imajı birbirinin zıddı. Bunun nedenlerinden biri ve belki de en önemlisi (daha önce bazı yazılarımda belirttiğim gibi) emperyal güçlerin her birinin ayrı bir PKK’sı olmasıydı!

***

Bugün, dün okunan ‘Abdullah Öcalan bildirisi’ ile 40 yıldır akan kanın durmasının mümkün olabileceği bir sürecin kapısı açıldı. Bu süreç, (hep olduğu gibi) Türklerle Kürtlerin kol kola yürüyeceği aydınlık bir geleceğin muştusudur. Yeter ki adını andığım yazıda sözünü ettiğim ‘ancak’a izin verilmesin…

Dünümüzü kemiren ve fakat törpülenmiş ‘illegal’ yanımızı günümüzün legal ninnileriyle uyutmak herkesin, coğrafyanın, bölgenin hayrına olacaktır…

***

Bahsettiğim yazımın ilk cümlesi şöyleydi:

“Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin üzerinden 26 yıl geçti.”

Kendi adıma söylüyorum: “Silah bırakın” çağrısı yapan Abdullah Öcalan’dan söz ederken, açılan kapının kapanmaması, başlayan sürecin aksamaması adına artık “teröristbaşı” ya da “terör örgütü elebaşı” gibi nitelendirmeleri kullanmayacağım. Tamam, ‘sayın’ da demeyeceğim ama diyene de tepkim olmayacak…

Yer kürenin sarsıldığı, tarihin akışının değiştiği günler yaşanırken sıfatlara, nitelemelere takılıp kalırsak arzu edilen sonucu almamız mümkün olmaz…

Ey Kari! Yazacak, konuşacak çok şey var ama sürece yayalım…