Pazar akşamı yaptığı yazılı bir açıklama ile ABD Başkanı ve bir sonraki seçimde Demokrat Parti’nin başkan adayı Joe Biden adaylıktan çekildiğini açıkladı.
Malûm, Biden epey bir süredir yaşlılıkla bağlantılı olarak bunama belirtileri göstermekte, konuşmasındaki yavaşlama, unutkanlık ve mental fonksiyonlarındaki bozulma herkes tarafından fark edilmekteydi.
Son 1-2 sendir ABD Başkanı olarak durum bir şekilde idare edildi ancak özellikle Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Trump’la teke tek katıldığı bir televizyon programında bu sıkıntılarının seçimi kazanmasını mümkün kılmayacağı anlaşılınca, Demokrat Parti camiası karıştı ve Biden’a seçimden çekilmesi yönündeki baskı artmaya başladı.
Biden ve çevresi bir süre bu çekilme baskılarına karşı direndi. Yarıştan çekilmeyeceğini ve Trump’a karşı kazanabileceğini söyledi ancak durum ortadaydı. Nitekim, belli ki baskılara bir noktadan sonra dayanamadı ve en sonunda çekileceğini açıkladı, daha doğrusu açıklamak zorunda kaldı.
Kılıçdaroğlu benzerliği
Bu durum kaçınılmaz olarak Türkiye’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz genel seçimde aday olma sürecini akıllara getirdi ve bu bağlamda sosyal medyada çokça karşılaştırma yapıldı.
Burada gerçekten de bir benzerlik söz konusu.
Tabii, Kılıçdaroğlu’nun belirgin zihinsel bir rahatsızlığı yoktu. Ancak onun da başka sebeplerden ötürü Erdoğan’a karşı seçimi kazanması oldukça zor gözüküyordu. Kılıçdaroğlu, 13 yıldır CHP’nin başında bir isim olarak yıpranmıştı, lider karizması neredeyse hiç yoktu ve Erdoğan’a karşı çoğunluk muhafazakâr seçmenin gözünde bir seçenek olabilmesi mümkün değildi.
Nasıl ki Biden’ın bunama belirtileri artık gizlenemeyecek boyuttaysa, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a karşı kazanma şansını ortadan kaldıran bu sorunlar da ayan beyan ortadaydı. O kadar ki, genel seçimden bir yıl önce siyaset alanında uzmanlığı olmayan herhangi birisine bile sorsanız size bunu söyleyebilirdi.
Bu sebeplerle, tıpkı Biden’a yapıldığı gibi, genel seçim öncesi dönemde Kılıçdaroğlu’nun adaylığına da kamuoyunda epey itiraz edildi. Ancak bu itirazlar Kılıçdaroğlu’nun çevresindeki çıkar grubu tarafından o dönemde sistemli bir şekilde bastırıldı ve Kılıçdaroğlu ısrarla aday oldu. Nitekim en sonunda “aday olma” çağrısı yapanlar haklı çıktı ve Kılıçdaroğlu beklendiği üzere seçimi kaybetti.
Neden engellenemedi?
Bu noktada, akla derhal gelebilecek bir soru, ABD’de yapılanın Türkiye’de neden yapılamadığı.
Biden ve çevresi de kendi çıkarları gereği, kazanamayacağı belli olduktan sonra kendisine yapılan baskılara bir süre direndi ama sonuçta gene de çekilmek zorunda kaldı. Kılıçdaroğlu ise ne kadar baskı gelirse gelsin bunları bastırdı ve sonunda aday oldu.
Bu iki farklı sonucu açıklamak için iki ülkenin farklı koşullarıyla ilişkili olarak elbette birçok sebepten bahsedilebilir ancak asıl faktör siyasal kültürde ve bununla ilişkili olarak siyasal partilerin iç yapısında ve siyaset-medya ilişkilerinde yatmakta.
Hiyerarşik siyasal partiler
ABD’de siyasal partiler genel başkanın çiftliği değiller. Hatta parti başkanlarının gücü oldukça sınırlı. Partide daha çok kolektif bir liderlik söz konusu. Parti içerisinde farklı isimlerin farklı oranlarda ağırlıkları var. Ayrıca bu kişiler her zaman bir çıkar birliği içerisinde de değiller. Nitekim, Biden’a son dönemde Demokrat Parti’nin içerisindeki birçok “ağır toptan” “aday olma” çağrısı geldi/gelebildi. Örneğin, eski başkan Obama bunlardan birisiydi.
Türkiye’de ise siyasal partiler oldukça hiyerarşik. Özellikle genel başkanın parti üzerindeki ağırlığı aşırı yüksek olduğu için, genel başkan bir şeye karar verdiğinde partiden kimse parti-içi konumunu kaybetmemek için bu kararı sorgulamaya cesaret edemiyor. Bu yüzden, genel başkanın çevresine öbeklenmiş çıkar grubu genel başkanı bir şeylere ikna ettiğinde, artık buna kimse parti içerisinden dur diyemiyor. Nitekim, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatma sürecinde de bu mekanizma işledi. Bugünkü genel başkan Özgür Özel dahil, CHP içerisinden kimse Kılıçdaroğlu’nun adaylık dayatmasını kamuoyu önünde eleştirmedi/eleştiremedi, aksine herkes destek yarışına girdi.
Yozlaşmış siyaset-medya ilişkileri
ABD ile Türkiye arasındaki bir diğer fark da siyaset-medya ilişkilerinde.
Aslında, ABD medyasında da ciddi sorunlar bulunmakta ancak son tahlilde Türkiye’dekinden çok daha iyi durumda olduğu muhakkak.
ABD’de bir medya kuruluşu belli bir siyasi camiaya yakın olsa ve o çizgide yayın yapsa dahi, bu o kuruluşun bir siyasetçinin ya da bir siyasi hizbin birebir sözcüsü olduğu anlamına gelmiyor. Önemli meselelerde medya kuruluşları gene o camia içerisinde ama özerk bir pozisyon alabiliyor. Çünkü o siyasi camia ile medya kuruluşu arasında parasal bir ilişki söz konusu değil. Nitekim, şu son dönemde Demokrat Parti’ye yakın birçok medya kuruluşu Biden’a çekilmesi yönünde baskı yaptı/yapabildi.
Türkiye’de ise bir siyasi camiaya yakın hareket eden medya kuruluşları ve onlarla bağlantılı gazeteci ve yorumcular, doğrudan belli bir siyasi hizbin sözcüsü gibi hareket etmekte çünkü o siyasi hizbin yönettiği ranttan faydalanmakta. Bu şekilde parasal bir ilişkiye girildiği için o siyasi hizipten ayrı ve özerk bir pozisyon alabilmeleri söz konusu değil. Bu sadece iktidar için değil muhalefet için de böyle.
Nitekim, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatma sürecinde birçok gazeteci ve yorumcu Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansının oldukça düşük olduğunun farkındaydı. Buna rağmen, ikiyüzlü bir şekilde, kamuoyu önünde bu adaylığı destekledi çünkü parçası oldukları siyasi çıkar grubuyla ters düşmek işlerine gelmedi. O çıkar grubuyla ters düşmeleri demek, o grubun yönettiği rant pastasından da nemalanamamak demekti.
Eğer Türkiye’de de siyasal partilerin içi daha demokratik, siyaset-medya ilişkileri bu derece yozlaşmış olmasaydı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı engellenebilir ve bugün Türkiye’de bir iktidar değişikliği çoktan gerçekleşmiş olabilirdi.
Ancak maalesef olmadı ve bugün gelinen nokta ortada.
ABD’de ise Biden’ın çekilmesinin önümüzdeki seçimlerde Demokratları zafere taşıyıp taşımayacağını zaman gösterecek ancak her durumda Biden’ın adaylıktan çekilmesiyle Demokratların kazanma ihtimalinin eskisine göre arttığı muhakkak.