Başlıkta da söylediğim gibi hayatta duyulmayan bu dil senle her an konuşur. Sabah uyandığında hissettiklerin sana geçireceğin gün hakkında çeşitli bilgiler ve mesajlar sunar. Hatta o günün nasıl biteceği de mesajlar arasındadır.

Bazı sabahlar yataktan çıkmak istemezsin ama bazı günler sabahı zor edersin bir an önce uyanmak istersin. Çünkü içinde muazzam bir coşku vardır. Peki, neden böyle oluyor? çünkü hayatında bir tesir, hayatın bir ritmi ve yaşadıkların böyle hissettirir.

Bir insanla ilk tanışmanda bazen onu yıllardır tanıyormuş gibi hissedebilirsin. Birkaç saniye içinde onun bencil mi, barışçıl mı, huysuz mu sevecen mi olduğunu hemen anlarsın. Sonra o kişiyle olumsuz deneyimler yaşasan da hayat bir gün o ilk saniyelerdeki hislerinin ne kadar doğru olduğunu sana ispatlar.

Olaylarında bir oluş hali, bir başlangıcı ve tekamülü vardır. Biriyle ortaklık yaparken hissettiğin huzursuzluk, borç verdiğin arkadaşına ödeyeceğine dair güvensizliğin eninde sonunda kendini gösterecektir... Bak oğlum sakın montunu okulda unutma dediğinizde unuttuğunda ya da bunlar beni hasta edecek, dayanamıyorum deyip hastalandığında, bu bir tesadüf mü yoksa hayat bizimle konuşuyor mu?

Peki ama bu hangi dil ve neden böyle bir dile ihtiyacımız var? Bizler ile iletişimde, konuşmanın dışında beden dilimizi, gözlerimizi, bakışlarımızı kullandığımız gibi, hayatla iletişimde olanı algılayıp anlamaya başladığımızda artık bir diğerini de anlamaya başlarız. Hepsi iç içe ve bağlantılıdır. İşte bu dil görünenin ötesinde eşyanın da bir hakikati olduğunu söyler bize…

Hayatı anlama çabamız bizi dışardaki olaylarla oyalanmaktan, dışarının kalabalıklığından ve içimizdeki huzursuzluktan alır ve bizi içimize yöneltir… Çünkü OL`AN doğrudur. Tam zamanında ve yerinde olmuştur. Çünkü sana bir ihtiyacından dolayı gönderilmiştir. Ve sen buradaki bilgiyi aldığında aynı olayı yaşama şansında bir daha olmayacaktır. Bu noktada sizi çok etkileyen, üzen yada kısır döngü halinde yaşadığınız olaylar varsa tefekkür ve meditasyon yani insanın kendi içine bakması, kendini dinlemesi, kalbiyle konuşması tavsiye edilir. Kalpten gelen ses Rahman ve Rahim olanın birleştiği yerden geliyor. Sadece Rahmandan ya da sadece Rahimden gelmiyor. Yani kalbin o huzur veren sesi eril ve dişilin de dengede olduğu yerden geliyor. Kalpte bütün bilgiler mevcuttur ve sorduğunuz her soruya cevap alırsınız ve kalbinizin sesini dinlediğinizde, onu anladığınızda işte yaşadığınız durumu da anlamlandırabileceksiniz. Şunu unutmayın kalp doğruyu söyler, hatta en doğrusunu. Örneğin çok güvendiğiniz birinin söylediğiyle kalbinizin söylediği çelişiyorsa bilin ki kalbinizin söylediği doğrudur. Tabi bunların öncesinde eril ve dişil dengenizi sağlamış olmanız önemli. Onlar dengede olduğunda kalp doğruyu söyleyebiliyor ancak...

İSRA Suresi 13.Ayette derki, “Biz her insanın kaderini; kendi çabasına bağlı kıldık.” Burada kendi çabası denilen şey dışardaki çabadan ziyade ne kadar içinize odaklanıp, kendinizde ne kadar değişim ve dönüşüm yaşattığınızdan bahseder naçizane fikrim… Ancak içine çekilip izlemeye başladığında zihin görünenin ötesini daha net, daha berrak görür. Bu noktaya gelebilmenin ilk şartı yargılarından arınıp kendi merkezine gelebilmektir. Peki, bu nasıl olacak? Farkında olacaksın, dışarının senin kim olduğuna karar vermesine izin vermeyip, bu görevi onlardan alıp, birde üstüne teşekkür edeceksin. Onlardan onay alma veya onları ikna etme çabanı bırakacaksın. Dışarıda olan her şeye şahitlik edebilirsin ancak içine yönelebildiğinde…

Kendi merkezimizde olduğumuzda şahitlik etmeye başlarız. Aksi halde şahitlikten düşer taraf oluruz. Burada şöyle bir hikayeyle bitirmek isterim.  Adamın biri ölür ve mahşerde bir bakar yargıç sandalyesinde de, sanık sandalyesinde de kendisi var, bunu görünce şaşırır ve döner Allah`a der ki, “Allah’ım beni sen yargılamayacak mısın? ve Allah der ki, “Seni ancak sen yargılayabilirsin ben ancak şahitlik edebilirim”

Sevgilerimle…