Sosyalist ideallerin İngiliz sinemasındaki en çarpıcı yansımalarını şüphesiz Ken Loach filmlerinde görüyoruz.
Loach, sıradan insanın toplumdaki varoluş mücadelesini, yaşadığı sosyal ve maddi zorlukları, özellikle Thatcher dönemindeki baskıcı ve zorba politikaların İngiltere halkındaki yansımalarını, halkçı ve anti-kapitalist bakış açısıyla eleştirir.
Türkiye’nin yakın dönemin sinemasına damga vurmuş yönetmenlerinden biri olan Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filminde, bireyin varoluş mücadelesine dair yaptığı harika bir detay çıkarım var. Bu tespit bence Loach’ın filmlerini anlamlandırma yolunda bizler için önemli bir yol haritası niteliğinde. Filmin ana karakteri Sinan’ın, inşaatçı İlhami ile gerçekleştirdiği keskin diyalogda, yaşadıkları şehir olan Çanakkale’ye dair yaptıkları tespitte, Sinan, yazdığı kitapta, Çanakkale’nin tarihi değerlerini yansıtmaktan çok, Çanakkale çarşısında 80 yaşına gelmiş ve halen çalışmakta olan yaşlı bir amcadan söz eder. Sayıkladığı şeyler, üzerinden rant elde edilmeye çalışılan tarihi simgelerden çok, bölge insanının yaşadığı zorluklar, ekonomik sömürü ve hayatın acı gerçeklikleridir. İşte Loach’ın gözündeki İngiltere de tam olarak budur.
Kartpostal metası simgeleri, Big Ben ve Görkemli şatolar ile bir pazarlama markası haline gelmiş İngiltere’de, aslında hayatını devam ettirebilmek için Neo-Liberal politikalar altında ezilen, açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilmiş bir halk vardır ve Loach bu gerçekliği resmeder.
“Ben, Daniel Blake” filmi de tam olarak bunu anlatan bir yapım.
Film, Daniel Blake adında bir marangozun, geçirdiği kalp krizi sonrası sosyal güvenlik sisteminin ağına düşmesini ve bu süreçte yaşadığı bürokratik zorlukları sonrası sistem tarafından nasıl dışlandığını anlatır. Sağlık sorunları nedeniyle çalışamayacağını söyleyen doktor raporuna rağmen, devletin sosyal yardım sistemi onu yine de çalışabilir kişi olarak değerlendirir. Burada, Loach bizleri kapitalizmin bozuk düzenine ve insanı sadece üretim araçlarına hizmet eden birer meta olduğu gerçeğine dair bir sorgulamaya davet eder: Kapitalizm için insan hayatı, ekonomik verimlilik tablolarına göre indirgenmiş bir istatistiki detayıdır.
Daniel, sosyal güvenlik sisteminin karmaşası içinde kaybolur ve haklarını talep etmeye çalışırken karşılaştığı engellerle mücadele etmek zorunda kalır. Bu süreç, yalnızca Daniel'in hikayesi değil, aynı zamanda sistemin işleyişinin kurbanı olan birçok insanın ortak deneyiminin sembolüdür.
Filmin en önemli teması şüphesiz ki, kapitalist meta haline gelmiş sağlık sisteminin insanlara reva gördüğü fiziksel ve psikolojik sömürüdür. Parası olmayan birey sağlık hizmetlerine erişimde sorun yaşar. Bürokratik zorunluluklar içinde kaybolur. Bu kayboluş, kapitalizmin kar hırsı uğruna insan hayatını hiçe saydığının acı bir göstergesidir. Daniel'in yaşadığı sağlık sorunları, aslında toplumun ta kendisinin yaşadığı buhrandır.
Ekonomik sömürü, filmin diğer önemli bir temasıdır. Daniel'in işsizlik yardımı başvurusu, onu insanlık onuruyla bağdaşmayan bir işleyişin labirentine iter. Sistem, onu sayısız form doldurmaya, sürekli kanıt sunmaya ve sürekli reddedilmeyle yüzleşmeye zorlar. Bu süreç, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik olarak da yıpratıcıdır. Bu anlamda Daniel, sistemin üzerinden para kazanamadığı bir sosyolojik artıktır. Daniel’in yaşadığı sömürü, üretim araçlarını elinde tutan gücün topluma biçtiği değerin yansımasıdır.
Ne yazık ki, Daniel Blake'in hikayesi, izole bir örnek olmaktan çok uzaktır. Günümüz kapitalist sisteminde, bireyler sıklıkla ekonomik göstergeler ve kârlılık hedefleri uğruna silikleşmeye zorlanır. Bu düzende insani değerlerin yerini, maliyet-etkinlik hesapları alır. Loach, film boyunca bu acı gerçeği yavaşça ancak sarsıcı bir biçimde işlemeyi başarır.
Filmdeki karakterler, kapitalizmin yarattığı eşitsizliğin canlı örnekleridir. Yoksulluk sınırında yaşayan insanlar, gıda bankalarına muhtaç aileler, işsizlik kıskacında çaresizce çırpınanlar... Hepsi sistemin kurbanları olmuş birer Daniel Blake’tir.
"Ben, Daniel Blake", kapitalizmin yarattığı bu sömürü düzenine bir başkaldırıdır. Film, izleyicilere insani sorumluluklarını hatırlatır ve adil bir dünya için değişim çağrısında bulunur. İnsani değerlerin ekonomik çıkarlar uğruna nasıl harcandığı noktasında farkındalık yaratmayı başaran bu film, yalnızca basit bir adamın basit bir hikayesini anlatmakla kalmaz; aynı zamanda bir sosyal adalet manifestosu sunar.
Ken Loach'un bu başyapıtı, izleyen herkes için derin bir düşünme fırsatı sunarken, kapitalizmin yeniden değerlendirilmeye muhtaç çehresine de güçlü bir eleştiri getirir. "Ben, Daniel Blake", herkesin onurlu bir yaşam hakkı olduğunu savunan ve bu hakkın savunulması için bizi harekete geçirmeye çalışan bir eser. Eleştirel sinemaya dair bu başyapıtı, günümüz Türkiye’sinin ekonomik ve sosyal adaletsizliklerini de göz önüne alarak değerlendirmek ve filmi bu gözle izlemek izleyiciler için de derin bir anlam taşıyacaktır. Sinema dolu günler…