2023 yılında Netflix’te yayınlanan, başrollerini Taner Ölmez ve Erkan Kolçak Köstendil’in paylaştığı Yaratılan dizisinden bahsetmek istiyorum. Her şeyden önce Türk sinema ve dizi sektöründe gotik bilim kurgu konseptli bir yapımı gerçekleştirmek son derece cesur bir iş.
Pınar Bulut’un kaleminden çıkan bu yapım, Mary Shelley’nin klasikleşmiş eseri Frankenstein hikayesini yerel bir anlatı ve kültürel bağlamla yeniden harmanlayarak ekrana taşıyor. Özellikle benim gibi bu türe merak duyan insanların, bizden olan unsurlarla, sinema tarihinin en derin karakterlerinden biri olan Frankenstein karakterinin harmanlandığı gotik bir yapıma şahitlik etmesini büyük bir mutlulukla karşıladığımı söylemeden geçemeyeceğim.
Dizinin en dikkat çeken yönlerinden biri atmosferi. 20. yüzyıl başlarındaki Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerini betimleyen yapım, dönem kostümleri, mekân tasarımları ve karanlık görsel diliyle gotik bir ambiyans yaratmayı başarıyor. Özellikle dizinin karanlık ve kasvetli renk paleti, Frankenstein’ın karamsar doğasına bir selam niteliğinde. Ancak bu atmosfer sadece batıya özgü bir gotiklikle sınırlı kalmıyor; Osmanlı mimarisinden, o dönemin kültürel dinamiklerinden ve İstanbul’un sisli sokaklarının kaotik enerjisinden besleniyor.
Mary Shelley’nin Frankenstein romanı, bilimin sınırlarını zorlamanın etik ve felsefi sonuçlarını irdelerken insanın Tanrı’yı taklit etme arzusunu ele alır. Yaratılan ise bu evrensel temayı yerel bir bağlama taşımış. Taner Ölmez’in canlandırdığı Ziya karakteri, Shelley’nin Dr. Frankenstein’ına benzer şekilde bilimin sınırlarını zorlayan bir kişilik olarak karşımıza çıkıyor. Ancak burada dikkat çeken bir fark, hikâyenin içine Osmanlı’nın son döneminin çalkantılı sosyal ve dini dinamiklerinin işlenmesi. Bilim ve inanç arasındaki çatışma, Ziya’nın toplumla olan geriliminde somutlaşıyor.
Dizide Erkan Kolçak Köstendil’in hayat verdiği “yaratık” ise Shelley’nin yarattığı yaratık karakterinden daha duygusal ve insani bir boyutta resmediliyor. Bu yaratık, yalnızca “insanın” değil, aynı zamanda Osmanlı toplumunun “öteki” ile olan ilişkisini de simgeliyor. Yaratığın dışlanmışlığı, farklılıkların toplumdaki korku ve önyargıyla nasıl karşılandığını gözler önüne seriyor.
Yaratılan’ın temel teması, farklı olana bakış açısı üzerinden şekilleniyor. Yaratık, fiziksel görünüşü ve varoluş biçimi nedeniyle hem bilim dünyası hem de sıradan insanlar tarafından tehdit olarak algılanıyor. Bu bağlamda, dizi yalnızca bireyin ötekileştirilmesini değil, toplumun kolektif korkularını ve dışlayıcı reflekslerini de eleştiriyor.
Erkan Kolçak Köstendil’in performansı, yaratığın derin insani yönlerini etkileyici bir şekilde yansıtıyor. Karakterin, kendisini yaratan Ziya’ya duyduğu öfke ve aynı zamanda bir aidiyet arayışı, insan olmanın karmaşıklığını sorgulatıyor. Ziya’nın kendi yaratımına duyduğu pişmanlık ise, Shelley’nin romanında olduğu gibi insanın Tanrı’ya öykünmesinin sonuçlarını düşünmeye itiyor.
Dizdeki İhsan karakteri, hikayenin duygusal ve felsefi omurgasını oluşturuyor. İhsan, bilimin sınırlarını zorlayan, idealist ve bir o kadar da inatçı bir bilim insanı olarak karşımıza çıkıyor. Ancak karakterin dönüşümü, onu bir “yaratan” konumundan “yaratılan” konumuna taşıyarak insanlık ve ahlak üzerine derin bir sorgulamayı beraberinde getiriyor.
İhsan, dizinin ilk bölümlerinde, bilimsel bilgiye olan açlığı ve yeni bir şey yaratma hırsıyla tanımlanıyor. Onun için bilim, sadece doğayı anlamanın değil, doğaya hükmetmenin bir aracı. Toplumun ve dönemin inanç sistemine meydan okuyan bu bilimsel yaklaşımı, karakteri hem heyecan verici hem de tehlikeli bir alana yerleştiriyor.
Bu noktada İhsan’ın motivasyonları, klasik Frankenstein hikayesindeki Dr. Victor Frankenstein ile benzer bir çizgide ilerliyor: İnsanlığın sınırlarını zorlamak ve ölüme meydan okumak.
İhsan’ın hırsı, bir bilim insanının merakından öteye geçerek neredeyse bir Tanrı kompleksine dönüşüyor. Bu kompleks, onun insanlığını sorgulanabilir kılıyor. Dönüşüm öncesi İhsan, yarattığı yaratığa karşı sorumluluk duygusu taşımayan, bilimsel başarıyı her şeyin üzerinde tutan bir figür olarak, empati eksikliğiyle dikkat çekiyor.
İhsan’ın dönüşümü, fiziksel olduğu kadar metaforik bir dönüşüm. Dönüşüm sonrası İhsan, yalnızca fiziksel anlamda bir yaratığa dönüşmekle kalmaz, aynı zamanda toplum tarafından dışlanma, ötekileştirilme ve yalnızlık gibi duyguları da birebir tecrübe eder. Bu noktada, İhsan’ın hikayesi, fiziksel yapısı nedeniyle ötekileştirilmesinin, toplumda farklılıkları sebebiyle ötekileştirilen insanların gözünden toplumu yargılama ve bu insanlar ile empati kurarak aslında insan olmanın ne anlama geldiğini anlamaya başladığını gösteriyor. İhsan, bilim insanı olarak üstlendiği rolün sorumluluklarını daha derin bir şekilde kavrar ve yaptığı hatalarla yüzleşir. Kendisinin bir yaratık konumuna düşmesi, onu daha önce hor gördüğü veya önemsemediği “öteki”lere karşı bir farkındalığa taşır.
Dönüşüm sonrası İhsan’ın yaşadığı en büyük trajedi, bir zamanlar toplumdan dışlanan bir yaratık yaratırken şimdi kendisinin aynı toplum tarafından dışlanmasıdır. İhsan’ın bu süreçte giderek daha insancıl bir figüre dönüşmesi, onun içsel bir arınma yolculuğuna çıktığını da işaret eder.
Dizi boyunca İhsan’ın hikayesi, toplumsal normların bireyler üzerinde nasıl baskı kurduğunu eleştiren güçlü bir araç haline geliyor. Toplum, normlarından sapan bireylere karşı hoşgörü göstermek yerine onları dışlamayı tercih ediyor. İhsan’ın dönüşüm öncesi ve sonrası yaşadığı bu ötekileştirme süreci, özellikle dönemin Osmanlı sosyolojik yapısının farklılıklarla baş etme konusundaki yetersizliğini gözler önüne seriyor. Dönüşüm sonrası İhsan, adeta toplumsal korkuların ve önyargıların bir sembolü haline geliyor. Ancak dizi, bu korkuların yalnızca toplumun yarattığı bir yanılgı olduğunu da açıkça vurguluyor ve bu anlamda toplumun değer yargılarının aslında nasıl da gerçek bir “canavar” olabileceğine dair eleştiri getiriyor.
Severek izlediğim bir başka yapım olan “Penny Dreadful” dizisi ile “Yaratılan” dizisi arasındaki karakter benzeşmelerine de değinmeden geçemeyeceğim.
Netflix’in “Yaratılan” dizisindeki İhsan karakteri ile “Penny Dreadful” dizisinin John Clare karakteri arasında dikkat çekici benzerlikler var. Bu iki karakter, gotik edebiyatın, ötekilik, insanlık arayışı ve toplumsal dışlanma temalarını derinlemesine işleyerek izleyicilere güçlü bir duygusal bağ sunuyor. Her iki yapım da benzer bir gotik atmosfer ve tematik yoğunlukla şekillendiği için, *Yaratılan*’ı sevenlerin “Penny Dreadful’u” da seveceği söyleyebilirim.
Hem İhsan hem de John Clare, toplum tarafından fiziksel görünümleri ve varoluş biçimleri nedeniyle dışlanan karakterlerdir. İhsan’ın dönüşüm sonrası toplumdan gördüğü dışlama, onun aidiyet arayışını ve yalnızlığını pekiştirir. Benzer şekilde, John Clare de grotesk görünümü nedeniyle sürekli dışlanmış ve yalnız kalmıştır.
Bu iki karakterin ortak noktası, dışlanmışlıklarına rağmen sevgi ve anlam arayışlarını sürdürmeleridir. İhsan’ın Ziya’ya olan bağı ve insanlardan anlayış beklemesi, John Clare’in yaratıcısına duyduğu öfke ve insanlara karşı duyduğu derin hüzünle paralellik taşır. Her ikisi de “öteki” olmanın acısını derinlemesine hisseder ve bu acı, onları daha insancıl bir noktaya taşır.
John Clare, “Penny Dreadful” dizisi boyunca insan olmanın ne anlama geldiğini anlamaya çalışan, aynı zamanda toplum tarafından insan olarak kabul edilmeyen bir figürdür. İhsan da benzer bir yolculuğa çıkar; dönüşüm öncesi insan olmaya dair bir aidiyet arayışı, dönüşüm sonrası ise bir yaratık olarak toplumdan tamamen dışlanması, her iki karakteri insanlık kavramını sorgulamaya iter.
Her iki karakterin en büyük trajedisi, insanlara duydukları sevgiden asla karşılık bulamamalarıdır. İhsan ve John Clare, “insan” olmanın biyolojik olmaktan ziyade bir ruh hali, bir empati biçimi olduğunu ortaya koyar.
Hem “Yaratılan” hem de “Penny Dreadful”, gotik edebiyatın temel unsurlarını ekranlara taşır. Kasvetli atmosfer, karanlık renk paleti ve insan doğasının karanlık yönlerini irdeleyen temalar, bu iki yapımı birbirine bağlar. İstanbul’un sisli sokaklarında geçen “Yaratılan’ın” atmosferi, “Penny Dreadful”’un Viktorya dönemi Londra’sındaki karanlık ve kasvetli dünyasıyla büyük benzerlikler taşır.
İki yapımda da geçmişin ağırlığı hissedilir. “Yaratılan”, Osmanlı’nın son dönemlerinin toplumsal yapısını işlerken; “Penny Dreadful”, Viktorya dönemi İngiltere’sindeki ahlaki çöküş ve bastırılmış arzuları ele alır. Her iki yapımda da bireyin toplumla çatışması ve toplumsal normların bireyi nasıl ezdiği ana temalardır.
Yaratılan dizisi, Osmanlı’nın son dönemlerinde, toplumsal ve siyasi çöküşün etkilerinin en derin şekilde hissedildiği bir dönemi konu alır. Dizi, yalnızca bir bilimkurgu ya da korku hikayesi değil; aynı zamanda Osmanlı’nın son dönemindeki sosyal yapının, birey-toplum ilişkilerinin ve toplumsal çürümüşlüğün metaforik bir anlatısıdır. Toplumun “farklı” olana bakış açısı ve bu farklılıkla başa çıkma biçimi, Osmanlı'nın çözülüş dönemindeki geleneksel yapının katılığıyla birlikte günümüz Türkiye’siyle de paralellikler taşır.
Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılın sonlarından itibaren yaşadığı en büyük zorluklardan biri, modernleşme ile geleneksel yapılar arasında bir denge kurma çabasıydı. Yaratılan, bu sıkışmışlığın bireyler üzerindeki etkisini çarpıcı bir şekilde işler. Bilimin ve modern düşüncenin temsilcisi Ziya karakteri, bu sıkışmışlığın bir sembolüdür. Osmanlı toplumunda geleneksel değerler, bilim ve yeniliğe karşı büyük bir direnç gösterir.
Osmanlı’nın son döneminde artan sosyal çürüme, sınıflar arası uçurumun derinleşmesi ve halkın yoksullaşmasıyla belirginleşir. Bu dönemde, farklı olan bireyler ya da gruplar, toplumun sorunlarının kaynağı olarak görülür ve günah keçisi ilan edilir. Dizide, İhsan’ın ötekileştirilmesi ve “yaratık” olarak damgalanması, bu toplumsal eğilimin bir yansımasıdır.
Osmanlı toplumundaki bu ötekileştirme, dini ve kültürel çeşitliliğin çözülmeye başlamasıyla daha da belirgin hale gelir. Yaratılan’da bilimsel yeniliğin temsilcisi olan Ziya ve onun yarattığı İhsan, toplum tarafından yalnızca bir tehdit değil, aynı zamanda toplumsal çöküşün bir simgesi olarak görülür. Bu bakış açısı, Osmanlı’nın kendi içindeki farklılıkları yönetme becerisini yitirdiği son dönemine güçlü bir göndermedir.
İhsan’ın dönüşümüne verilen tepki, yalnızca onun fiziksel farklılığına değil; aynı zamanda toplumun değişime karşı duyduğu korkuya işaret eder. Bilimsel gelişme, Osmanlı toplumunda yalnızca geleneksel yapıları tehdit eden bir unsur olarak görülmekle kalmaz, aynı zamanda doğrudan bir “tehlike” olarak algılanır. Bu, modernleşme girişimlerinin halk arasında nasıl korku ve paranoyaya yol açtığını anlamak için güçlü bir metafordur.
Osmanlı dönemindeki farklı olanı dışlama ve ötekileştirme eğilimi, günümüzde de devam ediyor. Dizide İhsan’ın ötekileştirilmesi, günümüz Türkiye’sinde toplumun farklı kesimlerinin (etnik, dini ya da ideolojik) karşılaştığı ayrımcılıklarla paralellik taşır.
Özellikle sosyal medya çağında, farklı görüşler ya da yaşam biçimlerine dair insanların vardığı yargılar ve gerçekleştirdikleri tepkiler, toplumsal kutuplaşmanın daha da derinleşmesine yol açabiliyor. Yaratılan dizisinde İhsan’ın bir canavara dönüşmesi, toplumun onun farklılığını korku nesnesine dönüştürmesiyle ilgilidir. Bugün de ötekileştirilen bireyler, toplumsal korkuların ya da siyasi manipülasyonların birer figürü haline gelebiliyor.
Osmanlı toplumunda olduğu gibi, günümüzde de toplumsal sorunların kaynağı olarak “öteki” görülme eğilimi sürüyor. İhsan’ın toplumun korkularını ve önyargılarını somutlaştıran bir figür olarak betimlenmesi, bu eğilimin geçmişten bugüne sürekliliğini ortaya koyuyor. Bugün de farklı etnik, dini ya da siyasi gruplar, toplumsal çöküşün sorumlusu olarak hedef gösterilebiliyor.
Bugün de bu korkuları aşmak ve farklılıkları anlamaya çalışmak yerine onları bastırmak, toplumun ilerlemesini engelleyen bir unsur olarak varlığını sürdürüyor. Yaratılan, bu dinamikleri ele alarak yalnızca tarihsel değil, çağdaş bir eleştiri de sunuyor. Bu anlamda “Yaratılan” dizisini yakın dönem Türk Sineması ve Dizi sektöründe yapılmış en kıymetli işlerden biri olarak değerlendiriyorum.
Sinema dolu günler…