Geçtiğimiz yerel seçime giden aylarda çok kez Türkiye’deki siyasal rejimin Rusya’laşmanın eşiğinde olduğunu hatta fiilen Rusya’laştığını yazdım.[i]

Çünkü, heba edilen genel seçim sonrası artık muhalefet partilerinde Türkiye’de bir iktidar değişikliği olacağına dair inanç bitmiş, bu sebeple tüm muhalefet partileri seçime kendi adaylarıyla girmekte ısrar etmekteydi. Hatta DEM Parti Erdoğan’la bir müzakere süreci başlatmanın yollarını aramaktaydı.

Yerel seçime haftalar kala ise bu yerel seçimin oldukça kritik olduğunu, eğer bu seçimden iktidar büyük bir galibiyetle ayrılırsa artık Türkiye’nin Rusya’daki gibi seçimle iktidar değişiminin mümkün olmadığı tam otoriter bir siyasal rejime geçeceğini defalarca yazdım.

Neyse ki korkulan olmadı. Muhalefet, yerel seçimde beklenenin oldukça üzerinde bir galibiyet aldı.

Bu galibiyetten sonra muhalif kesim Türkiye’de siyasetin gidişatının artık değişeceğini umdu. Çünkü, AKP ve Cumhur İttifakı ilk kez bir seçimde bu derece bir yenilgi alıyordu. AKP birinci parti olma niteliğini kaybetmiş, ilk 5 büyük şehrin yönetimi CHP’ye geçmiş, bazı illerde CHP ile AKP adayı arasındaki fark 20’li 30’lu puanları bulmuş, AKP en beklenmedik Adıyaman, Kastamonu, Afyon gibi muhafazakâr illerde CHP’ye kaybetmişti. Böyle bir yenilgi sonrası Erdoğan ve AKP’yi siyasette artık zor günler bekliyor olmalıydı.

Ancak böyle olmadı.

CHP’nin anlaşılamaz tutumu

Yerel seçim sonrası süreçte, iktidarın yerel seçimde dikkate değer bir yenilgi aldığı havası hızla dağıldı. Siyasette, sanki böyle bir yerel seçim hiç yaşanmamış, bugün seçim olsa Erdoğan ve AKP seçimi gene kolayca kazanırmış gibi bir havaya tekrar dönüldü.

Bunun böyle olmasında Erdoğan ve Özel’in yerel seçimin hemen ardından başlattığı “normalleşme” süreci oldukça etkili oldu. “Normalleşme” toplantılarından sonra ne hikmetse Özgür Özel Erdoğan’a sert ve etkili muhalefet yapmaktan bilhassa kaçınmaya başladı. Muhalefetini çok hassas olmayan ılımlı meseleler üzerine kurdu. Sert muhalefetini ise (muhtemelen Erdoğan’la anlaşmalı olarak) daha çok MHP’ye yöneltti.

Normal demokratik bir ülkede, böylesine bir yerel seçim zaferinden sonra muhalefetin erken seçim diye yeri göğü inletmesi gerekirdi. İktidarın direnmesi ve buna hukuki yetkisinin olması sebebiyle erken seçim gerçekten olmayacak olsa dahi, muhalefetin iktidarı bunun üzerinden yıpratması beklenirdi. Zira, Türkiye’de mevcut siyasi tablo böyle bir duruma gayet uygun. Şu anda güvenilir anketlerin gösterdiği, bugün seçim olsa, aynı yerel seçimdeki gibi, AKP’nin değil CHP’nin birinci parti çıkacağı. Ve karşısında doğru bir aday olursa Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedeceği.

Buna rağmen, Özgür Özel yerel seçim süreci sonrasında erken seçim konusunu neredeyse ağzına bile almadı.

CHP, sanki iktidar olmayı istemiyormuş da, muhalefet olarak durumundan memnunmuş gibi bir tavırla hareket etti ve halen de öyle hareket etmekte.

Bir muhalefet partisi iktidara gelmek için elinde güçlü kozlar varken bunları neden kullanmaz? Belki de, rejimin aslında değişmeyeceğinin o da farkında ama ülkede demokrasi ve muhalefet varmış görüntüsü vermek adına rejim tarafından kendisine verilen rolü oynuyor. Çünkü, mevcut rejim içerisinde o da belli bir ekonomik ve siyasi rantı yönetiyor.

Ben buna gittikçe daha fazla inanmaya başladım.

Nitekim, bu inancımı destekleyen başka güçlü kanıtlar da var.

Fiili bir parti devleti

Geçtiğimiz Pazar günü, Malazgirt Zaferi’nin yıldönümü sebebiyle Bitlis Ahlat’ta bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, burada, Cumhur İttifakı’nın diğer liderleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuvvet komutanlarının aynı karede olduğu ortak bir fotoğraf verdi.

Diyelim ki, Erdoğan sadece AKP’nin genel başkanı değil, aynı zamanda cumhurbaşkanı. Dolayısıyla kuvvet komutanları ile fotoğraf vermesi bir dereceye kadar anlaşılabilir.

Peki ya, Bahçeli, Destici ve eski Hizbullahçı şahıs? Devlette hiçbir resmi görevleri olmadığı halde bu şahıslar kuvvet komutanlarıyla tam olarak neden aynı karedeler?

Kuvvet komutanları, belli bir siyasal partinin ya da siyasal ittifakın değil, TSK’nın, dolayısıyla Türkiye Devleti’nin komutanları. Bu kişiler eğer belli siyasal parti liderleriyle ortak fotoğraf veriyorlarsa, o zaman siyasal tercihini o partilerden yana kullanmayan ve Türkiye’nin en az yarısını oluşturan on milyonlarca vatandaş bu konuda ne düşünmeli?

Bu devlet sadece Cumhur İttifakı’nın ve ona oy verenlerin devleti mi?

Daha da ileri giderek şu soruyu soralım: Diyelim ki önümüzdeki genel seçimleri Erdoğan ve Cumhur İttifakı kaybetti ve Türkiye’de bir iktidar değişikliği olacak. Ancak, Erdoğan ve Cumhur İttifakı, yakın zamanda Venezuela’da Maduro’nun yaptığı gibi, koltuktan kalkmıyor, yani iktidar devretmiyor. Onun yerine seçimi kendisinin kazandığını iddia ediyor. Böyle bir durumda ordunun tutumu ne olur? Cumhur İttifakı liderleriyle aynı fotoğraf karesinde yer alan bu kuvvet komutanları, böyle bir durumda tarafsız davranırlar mı?

İşte, hem CHP’nin yerel seçim sonrası anlaşılamaz tutumları hem de ortada fiili bir parti devleti olduğunu gösteren böylesi durumlar, bende Türkiye’deki siyasal rejimin çoktan Rusya veya Venezula’daki gibi tam otoriter olduğunu, ancak Erdoğan ve Cumhur İttifakı şimdiye dek bir genel seçim kaybetmediğinden bunun henüz tam olarak ortaya çıkmadığını düşündürtüyor.

Karamsar bir yorum olacak ama, muhalif seçmen de belki de boş yere Türkiye’de seçimle bir iktidar değişimi olacağını umut ediyor.

Örneğin, https://www.elipshaber.com/fiilen-rusyalasmis-turkiye