1- Parti programımızı sağlam bir ideolojik temele ve politik bir hatta kavuşturmak.
2- Kişilerin değişimi yetmez, yeni bir örgütlenme modeline, çalışma tarzına ve mücadele anlayışına geçmeliyiz.
3- Herkes vagonlarından çıkmalı ve açık olmalı.
4- Halk sarmaşığının tohumları zaman kaybetmeden ekilmeli.
5- Kadın ve gençlik örgütlenmesi yeniden düzenlenmeli.
6- Sosyal demokrat bir partinin olmazsa olmazı olan; sendikalar, demokratik kitle örgütleri ile sürekli ve düzenli ilişkiler kurulmalı.
7- Üyelerin söz ve karar sahibi olacağı kongreler takvimi kısa sürede hayata geçirilmeli.
8- Yerel seçimlerde adayların belirlenmesi, merkezde oluşan komisyonlar eliyle değil, yerel ve merkez uyumu içinde belirlenerek çalışmalar başlatılmalı.
9- Parti Okulu ideoloji eğitimi ile kadro yetiştiren yeni bir yapıya büründürülmeli.
10- Parti Meclisi politika üreten bir organa, merkez yönetim kurulu ise oluşturulan politikaları uygulayan bir yapıya dönüştürülmeli.
2023 SEÇİMLERİ VE BİZE ÖĞRETTİKLERİ
14 Mayıs Cumhurbaşkanı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri ile 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı 2. tur seçiminin galibi “böl, parçala, yönet” politikası olmuştur. Bizim de bunu bertaraf edecek politikalar geliştirmememizdir. Rakibin tüm kural ihlallerine, nakavt olana kadar karşılık vermememizdir. AKP ve MHP’nin tüm ilkesizliğine, yalanına, sahtekarlığa, riyakarlığına ve ahlaksızlığına karşılık sessiz kalmamızdır. Sürekli savunmada olmamız; zaman zaman da başımızı kuma gömmemizdir.
Oy istediğimiz ve oy aldığımız Kürt halkını yok saymamızdır. AKP ve MHP’nin “terörist” yaftasını “onlarla birlikte değiliz” savunmalarıyla onaylamamızdır.
Diğer bir faktör de yüzde 70-80 oy aldığımız Kürt halkının sorunlarını anlamamak ve çözüm üretmekte yeterli inisiyatif alamamaktır.
Diğer bir neden sandıklara sahip çıkamamış olmamızdır.
Bir de hep kendimizden vererek seçimi kazanacağımız yanılgısına düşmemizdir.
AVRUPA’DA MİLLİYETÇİLİK YÜKSELİYOR
Dünyada, özellikle de Avrupa’da milliyetçilik yükselişe geçti. Avrupa’da ırkçı partilerin oy oranlarında büyük yükselişler oldu.
İtalya'da aşırı sağcı Kardeşleri Partisi (FdI) yüzde 26,2'ik oyla seçimi kazandı, Giorgia Meloni Başbakan oldu. İsveç'te, Neo-Nazi hareketinden gelen İsveç Demokratları Partisi (SD) yüzde 20,5 oranında oy alarak ikinci parti oldu. Almanya'da, Almanya İçin Alternatif Partisi AFD, Fransa'da Le Pen'in Ulusal Cephesi, İspanya'da Vox Partisi oylarını yükseltti.
Bu partiler milliyetçilikten öte, yabancı düşmanlığı ve ırkçı söylemleriyle de ön plana çıkmaktadır.
TÜRKİYE’DE MİLLİYETÇİLİK!
Dünyada milliyetçiliğin yükselişi bizi de etkiledi. Ancak Türkiye’de “milliyetçilik” dediğimizde “Neye göre, kime göre” diye de sormak gerek. Çünkü Türkiye’de herkesin “milliyetçiliği” kendine!
Atatürk milliyetçiliği din, ırk ayrımı gözetmeyen vatanını seven, halkını seven; ülkesinin ve vatandaşlarının çıkarlarını koruyan bir milliyetçilik olarak kabul ediliyor.
AKP&MHP koalisyonunun uyguladığı faşist ve ırkçı politikalar da milliyetçilik olarak gösteriliyor. Bu siyasi partilerin kendi vatandaşını ötekileştiren, özellikle de Kürt halkına kin kusan, terörist ilan eden politikaları da halkın geniş bir kesimince “milliyetçilik” olarak görülüyor.
Türkiye’de kavramlar AKP&MHP iktidarlarının çıkarlarına göre eğilip bükülebiliyor. “Milliyetçilik” kavramına da siyasi partilerin politikalarına ve ideolojilerine göre yeni anlamlar yükleniyor.
Örneğin, Türkiye “göçmenistan” olurken sağlıklı politikalar üretip, zamanında halka ulaştıramadığımız için bugün söylediklerimiz doğru olsa bile yeterince etkili olamıyoruz.
Taa en başından “sığınmacı” sorununa karşı etkili politikalar geliştirip halka ulaşmadığımız için bugün yeterli desteği göremiyoruz. “ırkçı” ve “faşist”lerden, ırkçı ve faşist damgası yiyoruz.
KÜRT SORUNU
Türkiye’nin büyük bir demokrasi sorunu var! Halkın huzur içinde, can ve mal güvenliğinin sağlandığı bir ülkede yaşama hakkı var. Bu hakkı herkes için sağlayacak olan da Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve siyasi iradedir. Herkes için hak, hukuk ve adalet sağlanmalıdır.
Türkiye’nin en can yakıcı sorunlarından biri de toplumsal barıştır. Toplumsal barışımızı yanlış politikalarla yıllardır dinamitleyenler var. İnsanları etnik kökenine göre ayırıp siyaset yapanlar, bu ülkeye en büyük kötülüğü yapanlardır.
“Barış getireceğiz” diyenler, “Kürt sorununu biz çözeriz” diyenler, “akil” insanlardan heyetler kuranlar, iktidar ömürlerini uzatmak için Kürt sorununu kendi siyasi gelecekleri için kullandılar.
Halkın iradesiyle seçilmiş milletvekillerini hapse attılar; belediye başkanlarını görevden alıp, hapse atarak yerine kayyum atadılar.
“Demokrasi bir amaç değildir, demokrasi bir araçtır” diyenlerin Kürt sorununu çözmesi mümkün değildir. Barışı hedeflemeyen, düşünce özgürlüğüne inanmayan, eşit vatandaşlığı benimsemeyen, eşit koşullarda bir arada yaşamı hayata geçirmeyen hiç kimse Kürt sorununu çözemez.
Kürt sorununun, askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini yaşadığımız acılardan öğrendik. Kürt sorununu savaş politikalarıyla, silahla çözmeye çalışmak, yaralarımızı derinleştirmekten öteye gitmeyecektir. Birbirimizi öldürmekle, tehditle, sivilleri, askeri, polisi öldürmekle Kürt sorunu çözülemez.
Kürt sorununun ilacı; demokrasidir, insan haklarıdır, evrensel hukuktur, bağımsız yargıdır, adalettir! Adaletin Diyarbakır’da ayrı, Ankara’da ayrı tecelli ettiği bir ülkede barış olmaz!
Evlatları ölmesin, öldürmesin diye gözyaşı döken analar arasında ayrım yapmak; acıları yarıştırmak, bir anayı kucaklarken, diğerini tekmelemek bize barışın kapısı açar mı?
Bizim tek hedefimiz ölmeden, öldürmeden barışa giden yolu açmak olmalıdır.
Kürt sorununu tüm siyasi partilerin ortak mutabakatı sağlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde çözmeliyiz. Halktan gizlemeden, kapalı kapılar arkasına saklanmadan çözmeliyiz. Çünkü halkın benimsemediği hiçbir çözüm kalıcı barışı getiremez.
ÇARE HALK SARMAŞIĞI ÖRGÜTLENMESİ
CHP’nin iktidar olması için yeni bir çalışma tarzını, örgütlenme modelini, mücadele anlayışını ve bu anlayışı hayata geçirecek liyakatli siyasal kadroları oluşturması gerekmektedir.
Artık klasik dikey ve hiyerarşik örgütlenmeler bugünün ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Bugün ihtiyacımız olan, yatay örgütlenmeyle bir araya gelen, sarmaşık gibi birbirini saran halk sarmaşığı örgütlenme modelidir. Sosyal demokrat partilerin kılcal damarları olması gereken; sendikaların, odaların, derneklerin, kooperatiflerin, meslek kuruluşlarının… vd sivil inisiyatiflerin partimizle kuracağı ilişkilerle herkesi kucaklayacak, “Halk Sarmaşığı” örgütlenme modelini hayata geçirmeliyiz.
CHP’nin bugünkü örgütlenme modeliyle iktidar olması ve hedeflerini gerçekleştirmesinin ne kadar zor olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Çünkü mevcut örgütlenme yukardan aşağıya dikey bir yapıyla şekillendirilmiştir. Mahalleden köye, köyden sokağa, sokaktan apartmana dönük bir örgütlenmeyi hayata geçirememiştir.
Şimdi yapılması gereken il örgütlerinin hızla kendisini yenilemesi, yönetim kurulu üyelerinin sadece bir yönetici pozisyonundan çıkıp; bulunduğu yaşam alanlarında ve çalışma alanlarında örgütlenmesini hayata geçirmelidir. Yaşama ve çalışma alanını birlikte örgütleyemediğimiz sürece dikey örgütlenmeden yatay örgütlenmeye geçmemiz mümkün değil.
DOĞU, GÜNEYDOĞU, İÇ ANADOLU VE KARADENİZ ÖRGÜTLENMESİ
Doğu, Güneydoğu, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinde örgütümüzün zayıf olduğu illerimizde yeniden yönetici eğitimi verip, örgütlü olmadığımız ilçeleri, beldeleri, köyleri ve sokakları örgütlemek bizim önümüzdeki en temel görev olmalıdır. Çünkü bu bölgelerden yeterli sayıda milletvekili çıkartamayan, TBMM’ye halkın iradesini gönderemeyen bir siyasi parti iktidar olmaz.
Çalışma tarzımız, sadece yönetim kurulu toplantılarına katılarak, raporlar hazırlamak olmamalıdır. Örgütümüz her il, her ilçe ve her beldede her ay en az bir defa, Türkiye’nin temel sorunuyla ilgili konferans ve seminerler düzenleyerek parti politikalarını bilince çıkarmalıdır.
Kadın Kollarımız ev ev, mahalle mahalle, sokak sokak örgütlenmeyi önüne koymalıdır. Gençlik Kollarımız hayatın her alanında olmalıdır. Üniversitelerde, liselerde, işyerlerinde örgütlenmelidir. Her alanda örgütlenerek propaganda yapabilmeliyiz. Giremediğimiz hiçbir yer, örgütlenmediğimiz hiçbir alan kalmamalıdır.
Bu çalışmayı önümüze koymadığımız müddetçe, yönetim kurulu toplantılarından ibaret bir çalışma düzeni bizi iktidara taşımaz.
Mücadelemizi fiili ve meşru zeminde yürümek zorundayız. Bulunduğumuz her bölgedeki sendikalarla, demokratik kitle örgütleriyle ve toplumun farklı kesimleriyle iç içe olmalıyız. Her alanda örgütlenmeli, halkın sorunlarıyla yakından ilgilenmeliyiz.
Mücadelemizi hukuk ve demokrasi zemininde yürütmeliyiz. Fiili müdahalelerin olduğu yerlerde ise fiili ve meşru mücadele hattını da mutlaka önümüze koymalıyız.
2024 Yerel Seçimlerine bu örgütlenme anlayışıyla hazırlanmalıyız.
PARTİ OKULU NE YAPMALI?
2018, 2019 seçimlerinde olduğu gibi, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde de sandıklardan sağlıklı veri alamadık. Unumuz, şekerimiz, yağımız var, ama helva yapamıyoruz. Yapsak da bir türlü kıvamını, tadını tutturamıyoruz. Yanlış yaptığımız bir şeyler var… Birileri görevini tam anlamıyla yapmıyor!
Acaba, Parti Okulu eğitim programları yoldaşlık bilinciyle harekete geçen, militan kadrolar yetiştirmekte yetersiz mi kalıyor?
Parti Okulunda yıllardır siyasi eğitim almış kadroların, bu kadar disiplinsiz davranması başka türlü nasıl açıklanabilir?
Yeterli sandık görevlisi ve müşahit bulamamamızın nedeni siyasi bilinçsizlik ve inanmamışlık olabilir mi?
Görevi yapabilene vermek ayrı bir irade gerektirir. Bu iradeyi gösterecek inisiyatif kullanacak, liyakatlı kadroların hazırlanmasına acil ihtiyaç var.
Parti okulunun “Öbek Örgütlenmesi Modeli” sözde mi kaldı?
Bu örgütlenmeyi hayata geçirecek parti militanları yetiştirildi mi?
İl ve ilçelerde parti ajitatörleri yetiştirildi mi?
Yoksa Parti Okulu sadece sandık kurulu üyesi eğitimiyle mi yetinildi?
Tüm bunların değerlendirip, parti okulunun eksik yönlerin ivedilikle tamamlanması gerek.
TÜRKİYE’DE SIĞINMACI SORUNU
AKP iktidarı döneminde mülteci, sığınmacı, göçmen ve kaçak göçmem sayısı demografik yapıyı değiştirecek boyutlara ulaşmıştır. Bu sorun artık bir güvenlik sorununa dönüşmüştür.
Sığınma gerekçeleri ortadan kalkmasına rağmen, Türkiye’deki sığınmacılar ülkelerine dönmek istemiyor. AKP ise “oy deposu” olarak gördüğü sığınmacıları göndermek yerine, vatandaşlığa almayı tercih ediyor.
“Sığınmacıları gönderelim” diyenler ırkçılıkla, faşistlikle yaftalanıyor. AKP ve MHP; yurtseverleri, devrimcileri ve sosyal demokratları bu sinsi söylemlerle etkisizleştirmeye çalışıyor. Bunda da başarılı olduklarını söyleyebiliriz.
Savaşın devam ettiği bir ülkeye sığınmacıları geri göndermeyi hiçbir vicdan kabul edemez.
Ancak şunu bilince çıkarmamız gerek… Sığınmacıları savaşın bittiği, artık güvenlik sorunu yaşamayacakları vatanlarına göndermek ırkçılık değildir, faşistlik değildir. Türkiye’nin geleceğini, refahını, huzurunu sağlamak için bir sorumluluktur.
Her türlü savaş suçlusu, terör örgütü mensubu kişiler de sığınmacı adı altında Türkiye’de yaşıyor. Mülteci adı altında korunuyor ve vatandaşlık veriliyor.
Sadece sığınmacı sorunu bile iktidarları düşürecekken, sorunu anlaşılır ve etkili bir dille yurttaşlarımıza anlatamadık. Anlatmakta çok geç kaldık, çok çekingen davrandık.
AKP’nın ucuz işgücü olarak görüp, sınırlarımızı sonuna kadar açtığı göçmen ve kaçak göçmenler işverenler için bulunmaz nimet olarak görülüyor. İnsan sömürüsüne dayanan, güvencesiz ve insanlık dışı çalışma koşulları görmezden geliniyor.
Gelecekte sosyal güvenliği olmayan bu insanların ne olacağı da çok derin bir sorun olarak önümüzde duruyor.
Kendi halkını açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, güvencesizliğe sürükleyenler iktidarlar ayakta kalamaz. Ancak bizde kalıyor ve yine kaldı. Neden?
Çünkü biz her gün sınırlarımızdan akın akın gelen kaçak göçmen sorununu yurttaşlarımıza anlatamadık. Göçmen ve kaçak göçmen sorunu halkın gündemine getirecek politikalar geliştiremedik. Sosyal medyadan göçmenlerin girişini izleyip, eleştirmekten öteye geçemedik.
Sadece göçmen ve kaçak göçmen sorunu bile iktidarı düşürecek boyutlara ulaşmışken, AKP 21 yıllık iktidarını sürdürebildi.
Bu nedenle, bizim de iktidar olacak gerçekçi politikaları hayata geçirmemiz elzemdir.
Politik olarak en güçlü olduğumuz dönemde zafere bu kadar yaklaşmışken kazanamadık.
Değişim şimdi değilse ne zaman.