Yerel seçim iktidara beklenmedik bir darbe vurdu. Seçmenin sandıkta verdiği mesaj açıktı, “bu böyle gidemez, bir şeyler mutlaka değişmeli”.
Bu demektir ki Erdoğan’ın rejimin parametrelerinde belli değişiklikler yapması şart. Çünkü işlerin aynen olduğu gibi gitmesi, Cumhur İttifakı’nın dört yıl sonraki genel seçimi de kaybetmesi anlamına geliyor.
Peki, Erdoğan rejimin parametrelerinde ne tür değişiklikler yapabilir ya da yapmalı? Bu yazıda bunu irdeleyeceğim.
Genel seçim öncesi başlayan değişim
Aslında Erdoğan rejmin ekonomi yönetimi ve politikalarına dair değişimi daha genel seçimin hemen öncesinde başlatmıştı ya da daha doğrusu başlatmak zorunda kalmıştı.
4 Haziran 2023’te Mehmet Şimşek yeni hazine ve maliye bakanı olarak göreve başladı. Hemen ardından 9 Haziran’da Hafize Gaye Erkan merkez bankası başkanı oldu. Bu değişiklikler Erdoğan yönetiminin 2018-23 arasında uyguladığı, politika faizinin ve kurun baskılanmasına dayalı “nas” ekonomi politikasından artık döndüğü ve “ortodoks” ekonomi politikalarına yöneldiği anlamına geliyordu.
Tabii ekonomide işler hızlı ilerlemez. Ortada beş yıllık akıllara zarar bir ekonomik deneyin enkazı var. Mehmet Şimşek bu enkazı kaldırmaya yönelik adımlar atsa da bu adımların ilk yılları ekonomik açıdan toplumun çoğunluğu için oldukça sancılı geçiyor.
Nitekim yerel seçimde Cumhur İttifakı ve AKP’nin bu derece kötü sonuç almasının en önemli nedeni de zaten buydu. O beş yıllık deneyin düzeltilmesi için gerekli olan sancılı süreçten geçiliyor olması.
Rejimin içindeki çıkar grupları
Mehmet Şimşek’in uyguladığı politikalarla beraber ilk bir iki yıl sancılı geçse bile sonunda ekonomide belli düzeyde bir iyileşme olacaktır.
Tabii, Şimşek’in bu düzelmeyi o beş yıllık ekonomik deneyin faturasını halk kesimlerine çıkararak sağlaması ne kadar adil, bu büyük bir tartışma konusu. Ancak işin bu yönünü şimdilik bir kenara koyarsak, eğer Erdoğan mevcut ekonomi yönetimine olan desteğini sürdürürse belli bir makro-iktisadi istikrarın yakalanmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz.
Bu noktada karşımıza iki temel soru çıkıyor: Birincisi, Erdoğan Şimşek yönetiminin sonuna kadar arkasında duracak mı ya da durabilecek mi?
Çünkü, şunu biliyoruz ki mevcut rejimde belli yerleşik çıkar grupları Erdoğan’ın çevresini sarmış durumda. Eğer Erdoğan, faizin baskılanmasına dayalı “nas” ekonomi politikalarından büyük fayda gören bu çıkar gruplarının baskılarına dayanamazsa tekrardan bu yanlış politikalara dönülme ihtimali her zaman var.
Hatırlanırsa, 2021 yılında, Lütfi Elvan’ın hazine ve maliye bakanlığı ve Naci Ağbal’ın merkez bankası başkanlığı dönemlerinde de “ortodoks” politikalara bir süreliğine dönülmüş ancak bahsettiğim çıkar gruplarının baskısıyla “nas” ekonomi politikalarına tekrardan gerisin geriye dönülmüştü.
Dolayısıyla, ekonomiyi son tahlilde belli bir düzeyde de olsa düzeltecek olan Şimşek’in uyguladığı politikaların devam etmesini istiyorsa Erdoğan öncelikle bu çıkar gruplarının etkinliğini kırmak zorunda. Bunu yapabilir mi, göreceğiz.
Asgari hukuk devletinin gerekliliği
İkinci soru, sadece ekonomi yönetimiyle sınırlı bir “ortodoks” politikalara dönme durumunun ekonominin düzelmesi için yeterli olup olmayacağı.
Malum, ekonomi sadece ekonomiyle ilgili bir mesele değil. Ülkeye dış yatırım gelebilmesi için bir güven ortamının oluşması gerekiyor. Bunun için de ülkede asgari bir hukuk devletinin varlığı.
Nitekim Mehmet Şimşek de bu güven ortamının bir türlü oluşturulamadığını göreve geldiğinde beri defalarca kez söyledi.
Peki, bu şaşırtıcı mı? Hiç değil. Çünkü mevcut keyfi başkanlık sisteminde Mehmet Şimşek’in bir geceyarısı kararnamesiyle görevden alınmayacağının ve tekrardan eski ekonomi politikalarına dönülmeyeceğinin garantisi var mı, yok.
Böyle bir ortamda büyük yatırımcılar neden güvenip paralarını Türkiye’ye getirsinler? Ki benzer durum yerli yatırımcı için de geçerli.
Dolayısıyla, ekonominin gerçekten düzelebilmesi için asgari bir hukuk devletine de ihtiyaç var.
MHP’yle ilişkiler
Asgari düzeyde de olsa hukuk devletine dönme gerekliliği kaçınılmaz olarak Cumhur İttifakı içerisinde MHP’nin konumunu gündeme getiriyor.
Her ne kadar Erdoğan’ın kendisi de hukuk devletine pek saygılı olmasa da, mevcut rejimde hukuk devletinin sağlanması önündeki en önemli engel MHP ve onunla bağlantılı milliyetçi bürokrasi. Anayasa veya yasalarla çelişse dahi, Osman Kavala veya Kürt siyasetçilerin içeride tutulması, Anayasa Mahkemesi’nin pasifize edilmesi, HDP’nin kapatılması ve HDP’li/DEM Partili belediyelere kayyum atanması gibi uygulamaları öncelikle bu kesimin talep ettiğini biliyoruz.
Nitekim bu konuda rejim içerisinde bir ayrışma olduğu da anlaşılıyor.
Yerel seçim yenilgisinden sonra MHP’nin, Erdoğan’ın çevresindeki danışmanların ve milliyetçi bürokrasinin Cumhur İttifakı içerisindeki ağırlığından eskiden beri rahatsız olan AKP içerisindeki görece ılımlı-liberal eğilimli kanadın, rejimin bu otoriter-milliyetçi eğilimli kanadına karşı çok daha yüksek sesten itirazlar getirdiğini görüyoruz.
Aynı şekilde, başta Bahçeli ve MHP’liler olmak üzere, otoriter-milliyetçi eğilimli kanattan isimler de bu ılımlı-liberal eğilimli isimlere cevap vermekte gecikmiyor.
Rejim içerisinde bu iki kanat arasında bir çekişme olduğu oldukça açık.
Burada temel soru, Erdoğan’ın ağırlığını ne taraftan yana koyacağı.
Bu noktada Erdoğan’ın önemli bir sıkışmışlık içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.
Bir yandan, dört yıl sonraki genel seçimi kazanmak istiyorsa ekonomiyi mutlaka düzeltmek zorunda ve bunun için de Şimşek yönetiminin arkasında durmalı ve asgari düzeyde de olsa hukuk devletine dönmeli.
Öte yandan, rejim içinde çıkar grupları etrafını sarmış durumda ve son 7-8 senedir MHP ve milliyetçi bürokrasi ile oldukça içli dışlı olduğu için bu kesimleri öyle kolayca gözden çıkarabilmesi mümkün değil.
Erdoğan’ın tam olarak nasıl bir yol izleyeceğini şu aşamada kestirmek güç. Ancak şurası kesin ki artık bir karar vermek ve rejimin yeni parametrelerini belirlemek zorunda.