Kültür, toplumun ortalama ahlaki seviyesine ilişkin olarak bize tutarlı bir fikir verebiliyor. Nerede olduğumuzu, yakın gelecekte daha mı yüksek yoksa daha mı düşük bir ahlaki düzeye sahip bir topluma uyanacağımızı kültüre bakarak görebiliriz.

Bazı toplumların, ahlaki seviyeyi yukarılara taşımaya yarayan bir kültürü vardır. Bu gibi toplumlarda kültür; mevzuatlara, kanunlara, yönetmeliklere yön verebiliyor, onları daha nitelikli daha iyi bir düzeye taşıyabiliyor. Toplum daha iyisini istiyor, karar alıcılar da kaçınılmaz bir şekilde kuralları ve kanunları onların isteklerine göre şekillendirmek durumunda kalıyorlar. Ahlaki olandan daha ahlaki olana doğru bir süreç işliyor böylesi toplumlar için.

Ne var ki tam tersi bir işlev de görebiliyor kültür. Kurallarla, kanunlarla mütemadiyen çatışarak onları kendi hizasına çekmeye çalışabiliyor. Böyle bir senaryoda ise toplumu oluşturan bireyler, toplumsal refah ve adaletin sağlanması için geliştirilmiş olan düzenlemelere riayet etmektense kendi menfaatlerine uygun olan davranışı sergilemekte ısrar ederek kültür ve kanunlar arası bir savaşa yol açıyorlar. Kazanan çoğunlukla kültür oluyor.

Var olan kanunları daha iyi bir forma taşıyacak bir kültüre dolayısıyla ahlaki seviyeye sahip bir toplum değiliz biz. Bu yüzden ikinci grupta yer alıyoruz. Karar alıcılar herhangi bir kanun-kural geliştirmek istediklerinde bu gerçeği de göz önünde bulundurmak zorundalar. Ne var ki herhangi bir düzenlemenin altına imza atacak olan karar alıcı şunun pekâlâ bilincindedir ki toplum kendi menfaatine uygun görmediği takdirde bu düzenlemeyi aşabilmek için şeytanın bile aklına gelmeyecek hilelere başvuracaktır.

“Yaşadığım toplum için, halkım için, ülkemin çocukları için bu yeni düzenleme oldukça tutarlı görünüyor. O yüzden ben de üzerime düşeni yerine getirerek ona riayet etmeliyim” diyenlerin devede kulak kaldığı bir toplumda yaşadığımızı hepimiz gayet iyi biliyoruz.

Bahsi geçen durum hayatın birçok safhasında geçerli olsa da bugün burada sadece eğitime bakan cihetinden söz edeceğiz.

Eğitim önemli. Dünyanın her yerinde bu böyle. Bazı toplumlarda ise -çoğunlukla ekonomik gelirin düşük olduğu toplumlar- önemliden de öte bir değeri var eğitiminin. Daha iyi bir hayata sahip olabilme adına bir kapı görevi görebiliyor. Ve bazı toplumlarda ise o daha iyi hayata açılan tek kapı olabiliyor.

Bu yüzden her çocuğun en iyi şekilde eğitim alabilmesini sağlamak devletin asli görevidir. İyi bir eğitim için ise birçok farklı faktörle birlikte en başta öğretmene ihtiyaç duyulduğunu ise belirtmemize gerek yok galiba.

Peki yok mu her okulun, her öğrencinin öğretmeni?

Hayır, yok!

Anadolu’nun zorlu coğrafyalarında yaşamlarını idame eden öğrencilerin önemli bir çoğunluğu temel eğitim süreçleri boyunca uzun aralıklarla öğretmensiz kalabiliyorlar. Öğretmen atamalarındaki yetersizlik bu acı gerçeği ortaya çıkaran ikincil ve küçük neden. Asıl sebep ise kültür ya da bir başka deyişle düşük ahlaki seviyemiz.

Öğretmenlerimizin zorlu coğrafyalarda öğretmenlik yapmaktan kaçındıkları ve ilk fırsatta daha iyi şartlara sahip bir okula transfer olmaya çalıştıkları bilindiğinden, ara ara bu durumun önüne geçmeye yönelik birtakım düzenlemeler getiriliyor.

Ama ne çare!

Düzenlemenin getirildiği gün aynı zamanda kültür ve mevzuat arasındaki yeni bir savaşın ilan edildiği tarih oluyor. Mevzuat; “bir yere gidemezsin, bir süre burada görev yapacaksın” diyor. Öğretmen ise “bak bakalım nasıl gidiyorum” diyor.

Tam olarak bu noktada işin içerisine milletvekilleri, sendika temsilcileri, genel müdürler vs’ler giriyor. Öğretmen, görev yapması gereken zorlu coğrafyanın zaten zor şartlar altında yaşayan ve eğitime herkesten çok ihtiyacı olan çocuklarındansa kendi rahatını düşünerek bir an önce oradan ayrılmanın uğraşını veriyor. İşin ilginç -hatta mide bulandırıcı- tarafı ise yardımına başvurduğu ve sözde halkı temsil eden, onlara hizmet etmek için o makama oturtulan insanlar da ihtiyaç sahibi yüzlerce çocuktansa kendilerine -muhtemelen sağlam bir referansla- gelen öğretmenin konforunu önceliyorlar.

Günün sonunda ise kültür kazanıyor mevzuat kaybediyor. Öğretmen kazanıyor, yüzlerce/binlerce öğrenci kaybediyor. Öğretmen birkaç yıllık zorlu bir hayattan sakınmış oluyor, binlerce öğrenci ömür boyu ceremesini çekecekleri bir mağduriyetle baş başa bırakılıyor.

Böylesi bencilce bir davranışın bir öğretmen tarafından sergilenmesi anlaşılması zor bir durum. Ama anlaşılması daha zor olan ona bu emelinde yardımcı olanların takındıkları tutum. Bu insanlar -milletvekilleri, sendika temsilcileri vs- telefonlarını ellerine alıp gerekli aramaları yapmadan önce bir saniye olsun mağdur edecekleri, eğitim haklarını ellerinden alacakları çocukları düşünüyorlar mı acaba diye merak ediveriyor insan.

Ve yine bir soru daha beliriveriyor insanın kafasında; bu ahlaksızca davranışın altına imza atarak elde edecekleri “çok delikanlı adamsın” övgüsüne bu kadar mı muhtaçlar?

Kültürü değiştirmek uzun yıllar alabilir. Ama daha sert, delinmesi mümkün olmayan mevzuatları bir günde dahi getirebilirsiniz. Fırsat eşitliği diye bir derdiniz, tasanız varsa…

Konuk Yazar / Fatih Kayan