Birkaç gün önce Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici’nin Twitter/X üzerinden attığı bir tivit çok konuşuldu.

Tivitte Destici, CHP’den HDP’ye, İYİ Parti’den Zafer Partisi’ne, Saadet’ten Gelecek’e, Deva’dan LDP’ye, TKP’den Sol Parti’ye kadar Türkiye’de büyüklü küçüklü çok farklı dünya görüşünden ne kadar muhalefet partisi varsa hepsinin yer aldığı bir görsele “terörün tüm unsurlarına karşı mücadele edilmelidir” başlığı atarak tüm muhalefeti terör örgütleriyle bağlantılı ilan etti.

Bu söylem yeni mi?

Parti ayırt etmeksizin Cumhur İttifakı dışındaki tüm muhalefeti bir çuvala doldurup hepsini toptan terörist ilan eden zihniyet ve söylem aslında yeni değil.

Erdoğan bu söylemi başkanlık rejimine geçildiği 2017-18’den beri kullanıyor. Siyasi konjonktüre göre bazı dönemler bu söyleme kısmen ara veriyor. Ama özellikle seçim dönemlerinde, en belli başlı seçim stratejisi olan toplumsal kutuplaştırma gereği, bu ayrıştırıcı söylemi tekrardan yoğun bir şekilde kullanmaya başlıyor.

Bu söylemin en belirgin örneklerinden birisi olarak Erdoğan’ın 2019’daki yerel seçimde gene Twitter’dan paylaştığı bir görseli hatırlayabiliriz. Ortadan ikiye ayrılmış bir tablonun yer aldığı bu görselin bir tarafında “Cumhur İttifakı” yazmakta ve onun pozitif nitelikleri sıralanmakta, diğer tarafında ise “Zillet İttifakı” yazmakta ve onun negatif nitelikleri sıralanmaktaydı.

Şaşırtıcı olmayan bir biçimde “Zillet İttifakı” adı verilen Millet İttifakı bu görselde “Kandil’in ve Pensilvanya’nın güdümünde” olarak tanımlanmakta ve toptancı bir şekilde terörle ilişkilendirilmekteydi.

Popülizmin elkitabı

Bu kutuplaştırma stratejisi ve onunla bağlantılı olarak muhalefeti bir bütün olarak terörle bağlantılı ilan eden söylem aslında popülizmin en temel özelliklerinden birisi. Ve sadece Türkiye’ye özgü de değil.

Dünyanın her yerinde popülist politikacılar toplumu “biz” ve “onlar” şeklinde çok keskin çizgilerle ikiye bölerler. “Biz” her zaman “iyi”yi, “onlar” ise her zaman “kötü”yü temsil eder ve bu doğrultudaki niteliklerle ilişkilendirilir.

Tabii bu söylemde “iyi” ve “kötü”nün içinin tam olarak nasıl doldurulacağı her ülkenin kendi siyasal kültürüne göre değişkenlik gösterir. Örneğin Batılı popülistlerde “onlar” daha çok göçmenler, özellikle de Müslüman göçmenlerdir.

Türkiye’de mevcut iktidar için bu türden bir “onlar” tanımı elbette mümkün değil. Zira bu sayıda göçmenin ülkede olmasının ana nedeni zaten bu iktidarın kendisi.

Ama Türkiye’deki popülist iktidar için de en az göçmenlik kadar işlevsel, toplumun karşıtlık ve nefret duygularını körükleyecek, toplumu tam ortadan ikiye bölerek kutuplaştıracak ve bu şekilde kendi hataları ve kusurları olsa bile iki seçeneğe bilinçli olarak indirilmiş bir seçimde seçmenin duygusal olarak karşı tarafa oy vermesini hainlikle özdeşleştirmesine yol açacak başka “onlar” tanımları var.

Bunların başında da muhalefeti terörle ve terörizmle ilişkilendirmek gerekiyor.

DEM Parti ve PKK

Terör bağlantısı iddiası DEM Parti veya sivil Kürt hareketinin geçmişteki diğer partileri için bir noktaya kadar anlaşılabilir. Çünkü sivil Kürt hareketinin partileri ile PKK arasında gayrıresmi bağlar olduğu bir sır değil.

Türkiye’de sivil bir demokrasinin inşa edilebilmesi için bu bağların kesilmesi şart ama, başka bir yazının konusu olmakla birlikte, Kürt sorunu belli bir çözüme kavuşmadan bu mümkün gözükmüyor.

Öte yandan iktidarın yaptığı, bu bağ üzerinden tüm muhalefeti toptan terörle bağlantılı göstermeye ve bu şekilde onu kriminalize etmeye çalışmak.

Yani DEM Parti’nin PKK ile bazı gayrıresmi bağları var diye DEM Parti’yle en ufak ilişkisi olan parti de derhal “terörist” damgası yiyebiliyor. Hatta Mustafa Destici’nin tivitinde gördüğümüz üzere bazen en ufak bir bağı olmayan partiler bile!

İşin bu kısmının son derece abartılı ve gerçek-dışı olduğu açık. Ancak bir seçim stratejisi olarak işe yaradığı sürece iktidar bu söylemi kullanmaya devam ediyor.

Aslında bu tüm muhalefeti toptan terörle ilişkilendirerek kriminalize etme stratejisi 2019’daki yerel seçimde de iktidar tarafından yoğun bir şekilde kullanılmış ancak pek işe yaramamıştı. Gücünü birleştiren muhalefet başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehirleri Cumhur İttifakı’ndan alabilmişti.

Ancak geçtiğimiz genel seçimde bu söylemin kısmen işe yaradığı söylenebilir. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda HDP’nin kendi adayını çıkarmaması hem muhalefet hem de aslında HDP’nin kendisi adına yanlış bir stratejiydi. İktidar tarafı kampanya sürecinde bu durum üzerinden “terör bağlantısı” söylemini sonuna kadar kullandı.

Erdoğan ve AKP’nin çelişkisi

Öte yandan Cumhur İttifakı’nın kullandığı bu kutuplaştırıcı ve kriminalize edici stratejinin çelişkili tarafı, 2015 öncesinde Erdoğan ve AKP “demokratikleşme” iddiasıyla hareket ettiği dönemde, bırakalım sivil Kürt hareketiyle ilişki kurmayı doğrudan Öcalan ve PKK ile yıllarca süren bir “çözüm süreci” yürütmüştü.

Hatta tartışmaları başlatan Mustafa Destici’nin 2012 yılında atılmış ve bu görüşmeleri destekleyen, daha da ötesi özerklik verilmesini onaylayabileceğini söyleyen bir tiviti de mevcut.

Dolayısıyla 2015 öncesinde Erdoğan ve AKP’nin doğrudan Öcalan ve PKK ile görüşürken bugün DEM Parti’yle en ufak ilişki kuranı terörist ilan etmesi ve bunun üzerinden tüm muhalefeti kriminalize etmeye çalışması son derece çelişkili.

Kaldı ki bugün bile yeri geldiğinde çok çeşitli sebeplerle DEM Parti’yle gayet Cumhur İttifakı da görüşüyor. Hatta 2019’daki yerel seçimde iş Öcalan’ın mektubunun TRT’de okunmasına kadar varmıştı.

Ancak bu çelişkiye rağmen bu kara propagandanın toplumda bir karşılığı olmadığını da maalesef söyleyemiyoruz. Muhalefet içerisinde bile bu propagandaya kredi açan ciddi oranda milliyetçi bir kesim var.