Organize terör örgütleri sistematik şekilde çalışmalarını sürdürüyor. Globalleştirdikleri dünyayı pay etme çabası ise devam ediyor.

Biliyoruz ki Dünyayı devletler üzerinden pay etme mücadelesi son iki yüz yılın programı.

Bu programın önündeki bütün engeller ise aşılması gereken tümsekler olarak okunmakta.

Peki dünyayı yüzyıllardır kana bulayan bu zihniyet, ne yapmaya çalışıyor?

Kendileri, eski Haçlı dünyasından kalan bakiyeyi mi yönetiyor, yoksa bunlar Haçlı dünyasının içindeki tapınakçılar mı?

Haçlı dünyasının yüzyıllardır, dünyayı kontrolü altına alma serüvenini bitiren Osmanlı’ya ve Osmanlı torunlarına kin duymakta olduğu bilinen bir gerçek.

Bu kin sadece bir toplumu hedef almıyor. Osmanlının yayılmacı politikası gereği geçmişte var olan bütün sınırlarını ilhak etme amacı güdüyor.

Böylece günümüz dünyasında yaşatılan kavgalardan da bu sınırların tamamı nasibini alıyor.

Önemli olan burada doğru soruyu sormak!

Dünyayı Haçlılar mı yönetiyor, yoksa batı dünyasının derin güçleri mi işin başında?

Örneğin siyasete yön veren, görünmezler ile tokalaşan Amerika başkanını, Amerika şirketinin başına getirenler kimler?

Dünyanın sömürgeleştirildiği Afrika’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da varlığını, devrin modern sömürgeleşme tekniği ile sürdürenler kimler ?

Bugün dünyada tamamen dengeleri değiştirmeye çalışan derin izler Ortadoğu’da büyük bir savaş çıkarmak istiyor. Nitekim bunun ayaklanmalarına şahidiz on yıllardır.

Hiç şüphesiz Ortadoğu ülkelerinin işgal edilmesini sağlayacak bu proje, Büyük İsrail Devletinin kurulmasını hızlandırmak için yapılıyor.

Bu sebepledir ki özellikle Orta Doğu’ da hayata geçirilen politika, Dünyayı yöneten derin devletlerin uzun vadede öngördüğü programlar olarak işletilmeye devam ediyor.

Bölge ülkelerine baktığımızda hizaya getirilmek istenen iki ülke öncelikli sırada yer alıyor. Bir tanesi çok kolay şekilde hizaya getirildi, diğeri ise bir türlü hizaya getirilemiyor.

1979 yılında İran’ın Muhammed Rıza Pehlevi liderliğindeki bir monarşiden, Ayetullah Ruhullah Humeyni yönetiminde kendilerine uyarladıkları İslam Hukuku ve Şİİ mezhebi görüşlerini esas alan, sözde İslam Cumhuriyeti kurulmasına dönüşen popüler bir değişim yaşandı. Bu değişim bugünkü İran’ın temellerini attı.

1979- 1980 yılları değişim ve dönüşümün yılları olarak bilinir.

Şili, Arjantin, Brezilya ve El Salvador gibi ülkelerdeki darbelerle bir devamlılık ilişkisi bulunan 12 Eylül darbesi, 1970’lerin sonunda Türkiye’de ortaya çıkan ekonomik ve siyasal krizlerle baş edemeyen ve dönüşüm ajandasını işçi sınıfının örgütlü direnci karşısında uygulayamayan sermaye fraksiyonlarının alenen teşvik ettiği ve desteklediği bir proje olarak bilinir.

Bana göre bu durum Ortadoğu’nun ameliyat masasına alındığı ve ilk hastaları olarak da Türkiye ve İran’ın tespit edildiği derin bir talimatın izleri olarak okunmalıdır.

1979 yılında İran’da istediği değişimi hazırlayan derin yapılar aynı değişimi Türkiye’de de hayata geçirmek istediler ancak bu durum İran’daki etki alanı gibi hızlı bir karşılık bulmadı.

Türkiye’de öncelikle 1971 yılından 1982 yıllarına kadar süren süreç cezaevlerinde öldürülenler de dahil yaklaşık 400 kişinin hayatını kaybetmesiyle devam etti.

Sağ-Sol olayları sıcaklığını korurken ilerleyen yıllar Kürt-Türk sorunun oluşması için planlandı.

İnanç değerleri üzerinden atılan adımlar halk tarafından karşılık bulurken Alevi- Sünni ayrışması da sürekli birilerinin heybesinde sakladığı bir argüman olarak sıcaklığını korudu.

Batının derin yapıları İran’da istediği değişimi yaparken, Türkiye’de aynı değişimi yapamamasının en öncelikli sebeplerinden birkaç tanesi de çok yapılı mezhepler ve farklı etnik yapıların ülkede yaşıyor olmasıydı.

Siyasetin kirletilerek sürdürülmek istendiği, ekonomik krizlerin başlıca unsur olarak oluşturulduğu ülkede, uzun vadede iki plan devreye sokuldu.

Bir tanesi yazımızın da başında belirttiğim Büyük İsrail projesine hizmet edecek olan Kürt - Türk kavgası,

Bir diğeri ise bu durumu hızlandıracak olan kırk yıllık FETÖ örgütlenmesi.

Birbirinden farklı iki zıt kutup olarak okunsa da bu iki olayın fayda verdiği tek bir adres vardı, o da Haçlı dünyasının bakiyesine talip olan derin yapılar.

Aynı amaç etrafında ve farklı kulvarlarda yol alan bu iki örgüt tipi, ilerleyen yıllarda ülkenin anahtarını bir gecede teslim alma üzere kurulmuştu.

Özellikle 2000’li yıllarla başlayan devlet içerisindeki örgütlü yapılar, yeni bir siyasi hareketin doğmasını istiyordu.

Bu siyasi hareket hem batı ile uyumlu hem de İslami kesimi de kucaklayan geniş bir ağa sahip olmalıydı.

Amerika’nın koruması altına alınan, tıpkı İran’daki değişim gibi bir sona hazırlanan FETÖ örgüt başının hayali, Türkiye’yi İranlaştırmak ve bugün İran’ın yaşadığını yaşatmaktı.

Bir taraftan Ak Parti kuruluş sürecini tamamlıyor, Batı ile tam uyumlu olan yeni siyasi hamlelerin atılacağı bir zemin hazırlığı kuruyordu.

O güne kadar devlet mekanizmasını istediği gibi yöneten bu zihniyet mensupları Süleyman Demirel’e okullar açtırıyor, Turgut Özal’ı açılışlara davet ediyor ve yol arkadaşı olan Bülent Ecevit’e şefaatçi olacağını ilan ediyordu.

Örgütler gizledikleri niyetleriyle tuzaklarını kurarken, tuzaklardan bihaber güç dengesini koruyan, siyasi gelişimini tamamlayan Ak Parti hükümeti, büyük bir teveccüh kazanarak ülkeye istikrar getirmeye başladı.

Buraya kadar her şey normal seyrinde ilerliyordu, çünkü hiç kimse bu örgütlerin gizlediği ajandayı henüz bilmiyordu.

2011 yılından sonra hükümetin içerisine kümelenmiş olan yapıların varlığını fark eden Başbakan Erdoğan, devleti içten ele geçirmek isteyen bu kirli ağları ve kurulan tuzakları fark etti.

‘’Bir taraftan PKK, Bir taraftan FETÖ, Bir taraftan DAEŞ, Bir taraftan PYD, Bir taraftan YPG topunuz gelin!’’

Cümlesini kullandığı gün, 15 Temmuz 2016 yılında darbeye kalkışan FETÖ örgütünü tarihe gömdüğü, diğerlerine de meydan okuduğu yıl olarak tarihteki yerini aldı.

Sonuç olarak bu ülkede ve etki alanı olan coğrafyada yaşanan hiçbir olayı, bir diğerinden farklı olarak yorumlamamak gerekiyor. Zincirleme olarak devam eden ihanet çetelerini, ülkenin ve dünyanın bekasına kastedenleri kökten bir ve bütün olarak görmemiz ve okumamız gerekiyor.

Selam ve dua ile…