Nerede yanlış yapmadık ki.. Böyle demokrasi olmaz, böyle bir seçim olmaz. Böyle israf görülmemiş. Hani “sıfır atık” diyordunuz. Ne o lider fetişizmi, her yerde adayların resimleri, afişleri.. Bizde demokrasi çöp üretiyor. Hani “karbon ayak izi” diyordunuz. Hani “çevre” diyordunuz, bangır bangır aylardır gürültü ürettiler. Neyse ki, bu işkence bitti.
Bizde bu şekli ile demokrasi dedikleri şey çözüm üretmiyor. Bu hali ile bu iş bir erdemlilik halini ifade etmiyor. Çok pahalı ve verimsiz bir garabete dönüşüyor.
Tabi, biz, TEK PARTİ döneminden geliyoruz. TEK ADAM rejimi Cumhuriyetlerde değil MONARŞİ’lerde olur, ama bizim gibi ülkeler MONARŞİK CUMHURİYET ile yönetilir. TEK PARTİ var, SEÇMEN dedikleri o partinin üyeleri. Adaylar sofrada TEK ADAM tarafından belirlenir. Başka kimse aday olamaz. Ama yine de seçim AÇIK OY GİZLİ TASNİF ile yapılır. Sandığın üzerinde TEK PARTİ’nin adayı vardır. Sandık kurulu partinin adamlarıdır. Oy pusulasını seçmene verirken oyunu nasıl kullanacaklarını da söylerler. Sandığın üzerinde parti bayrağı örtülüdür. Ve sandığın başında tüfeğinin ucunda süngü bulunan bir Jandarma beklemektedir. Şaka gibi!
Oylama bitince, sandık parti teşkilatına götürülür. Sonuç bellidir. Sandığa gelmeyen seçmen yoktur. İptal oy yoktur. Kimin oy kullandığı bellidir, ama yine de gizli sayım yapılır ve itiraz da ol(a)mayacağı için, partinin kapısında oylar yakılır ve sonuç ilan edilir.
Zaten seçilenler de Meclis’e, batıdan tercüme edilen yasa taslakları, tercüme hataları ile birlikte, genellikle gerekçesiz bir şekilde gelir, müzakeresiz bir şekilde oy birliği ile kabul edilir.
Bizde de bir zamanlar Sovyet hayranları, Hitler hayranları, Mussolini hayranları vardı. Oralarda da böyle idi, diğer diktatörlüklerde olduğu gibi. İtiraz eden oldu mu, örfi idare mahkemelerinde, hatta yasaya göre değil, verilen karar yasa kabul edilen, temyizi de olmayan mahkemelerde yargılanır ve gereği de yapılırdı tabi ki!
HALKSIZ DEMOKRASİLER’de bu işler hep böyle olur. Oralarda KUVVETLER AYRILIĞI, SELF DETERMİNATİON gibi şeyler olmaz. YASAMA, YÜRÜTME, YARGI ayrılığı, yani KUVVETLER AYRILIĞI olmaz. Bütün kuvvetler, zatı şahanelerinde, “Ulu Önder: Führer”, “Lider” denen karizmatik kişilerde toplanır. Her şey onun gösterdiği yönde, buyurduğu gibi olacaktır. O kutsal kişi toplumun refah ve mutluluğu için kurallar koyar ve eğitim yolu ile halkı terbiye eder. LA YÜS’EL’dir o ve HİKMETİNDEN SUAL EDİLMEZ.
Bu DEMOKRASİ oyunu bize çok pahalıya geliyor. Çok uzun zaman alıyor, çok stres yapıyoruz ve çevre kirliliğine sebep oluyor ve sonuçta da memnuniyet oluşmuyor.
Parti İngilizce “Part”, yani “Parça” kelimesinden üretilmiştir. Yani “bir bütünün parçası” olan bir şeyden söz ediyoruz. Ama bizde bu “parça”lar, her şeyi parçalıyor, kendini merkeze alıp ötekini reddediyor, ülkeyi ondan kurtarmaya, onu ötekileştirmeye başlıyor. Onun hain olmakla suçluyor, tehdit ediyor. Esasen gerçekte de bazı durumlarda birileri o bütünün parçası olmaktan çok, başkalarının Truva atına dönüşmüyor da değil. “Siyasi emellerini uluslararası sistemin emelleri ile tevhid edenler” de yok değil aramızda. O zaman herkes ülkeyi birbirinden kurtarmaya çalışan iç savaş militanlarına dönüşüyor. Halkı da kendi komplolarına inandırmak için tehdit, şantaj, rüşvet her yolu deniyorlar. Seçimden önce ayakkabının tekini, seçimden sonra ötekini dağıtanlar da vardı. Yolunun ya da köprünün yapılması, su kanalı için iş makinasını köyün başına getirip bekletiyorlardı. Kendilerine oy vermeyen şehri il den çıkartıp ilçe yapıyorlardı. Birbirlerini işbirlikçi hain ilan ediyorlardı.
Bu aslında tam da siyasetin kanserleşmesi anlamına geliyor. Hücreler birbirini yiyor. Böyle bir beden sağlıklı bir beden olmaz. Bu durum siyaseten de ölümcül bir hastalıktır.
Buradan geliyor ve bugün geldiğimiz yerde son yaşadığımız seçimdi. Böyle bir süreçte Milli İradenin tam ve doğru bir şekilde tecellisi mümkün değil. Parayı verenin düdüğü çaldığı, kiralık kalemlerin medya tetikçiliği yaptığı bir medya, besleme STK’lar, derin yapıların yapılandırdığı ya da para/menfaat ilişkiler ile siyasetin arka bahçelerinde konumlandırılan kapı kulu cemaat yapıları ile ancak böyle ve bu kadar olabiliyor bu işler.
Siyaset, YAP İŞLET DEVRET tipi işler için, ihale kurumu değil ki! Siyaset İlahlık ve Rablik kurumu da değil, Halka hizmeti, Hakka hizmet vesilesi bilenlerin meselesi olması gerek. “Hayrunnas, men yenfaunnas” denilmedi mi bize.
Siyasetin gayesi Maslahattır, o halk arasındaki “idare-i maslahat” değil. İnsanın aklı ile vicdanını barıştıran, insanı insanla barıştıran, insanı fıtratla/Tabiatla/Hava-Su-Toprakla/bitki ve hayvanlarla barıştırma sanatıdır. Bu 3 barış sonuçta bizi Allah’la barışa, esenlik yurdu cennete kavuşturacak bir yolculuktur. Değilse insan savaştadır. Değilse yöneticiler İlahlık ve Rablik iddiasına kalkışır, zulmeder, halk da ya korktukları veya menfaat umdukları için onların peşine takılır, ya da itiraz ettikleri için zulme uğrarlar ve o zaman da Allah’ın gazabı onlara ulaşır.
Adalet olmadan barış olmaz. Adalet ve barış yoksa hiçbir özgürlük güvende olmayacaktır. Adalet mülkün temelidir. Zulüm Adaletin yokluğudur, zulüm ile abad olunmaz.
Biz cahillerden, zalimlerden olduk. İtiraf edelim, yeteri akıllı, bilgili, dürüst, çalışkan ve cesur değildik. Yaşadığımız zamana ve mekâna, adil ve cesur şahitler olalım.
Salı günü Bayram. Bayramımızı şimdiden tebrik ediyorum. Dilerim bu günler nefs muhasebesi ve tövbe için bir vesile olur. Hadi gelin sevgimizi, merhametimizi, cesareti kuşanalım.
Selam ve dua ile…