31 Mart ayın son günü. Bugün seçim var. Oy verecek bir aday ve parti bulamayanlar, kendi bölgelerinde bir parti ya da adaya “kerhen” oy vereceklerse sol elle versinler derim.
31 Mart’ta “31 Vakası” yaşandı biliyorsunuz. Bugünkü “31 Mart”, o tarihteki “31 Mart” değil. 2.Meşrutiyet ilanının ardından İstanbul'da yönetime karşı gerçekleştirilen bir ayaklanma ve bir darbe teşebbüsünden söz ediyoruz.
Osmanlı’da 3 resmi takvim vardı, ayrıca her dini topluluk, İbrani, Pers’i, Çin, Hristiyanlar, Gregoryen ya da Jüllien takvimi kullanıyorlardı. Zaten temel de hepsi 2 takvim esasına dayanıyordu. Kimi ay, kimi güneşin hareketini esas alıyordu. “Kameri” ve “Şemsi” takvimde, bir de “Nesi”, “artık yıl” meselesi vardı. Bugün Şubat’ın 28-29 diye değişkenliği oradan kaynaklanıyor. 29 Şubat’ta doğanların Miladi bilinen takvime göre, bazı yıllar doğum günü olmaz.
İslam hem ay ve hem de güneşi zaman ölçümünde esas almıştır. Biz, günlük ibadetlerimizi “Şemsi”, aylık ibadetlerimizi “Kameri” takvime göre yaparız. Saatımız da “Ezani”dir. Bugün kullanmakta olduğumuz saatler “Vasati”dir.
Rumi takvime göre 31 Mart 1325, Miladi takvime göre 13 Nisan 1909’a karşılıktır. Yani 31 Mart’ın bugün miladi takvime göre sene-i devriyesinin 13 Nisan olması gerekir. Bugünkü 31 Mart bir isim benzerliğinden ibarettir. Bu hafta aynı zamanda “Kütüphaneler haftası”. Bu konuların okunarak öğrenilmesi gerekir ama, inkılab olmuş, ölçü, tartı takvim değiştirilmiş, çoğu kişi bunun bizim hayatımızda nelere mal olduğunun farkında bile değil.
Birçok medeniyet takvimin başlangıcı olarak farklı bir tarihi esas almıştır. Mesela Müslümanlar Hz. Muhammed’in (sav) Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç alırken, Hristiyanlar Hz. İsa’nın doğumunu başlangıç kabul eder. Laik Türkiye, Hristiyan batıyı taklit etmeyi laiklik zannettiği için biz de kilise takvimini kullanıyoruz. Mesela İslam topluluklarında günün ilk namazı akşam namazıdır. Güneş batınca gün bitmiş, yeni gün başlamış demektir. Batıda gün 24.00’de biter ve başlar. Takribi olarak 12 saat gündüz, 12 saat gece kabul edilir.
O gün bu ayaklanma 13 gün sürdü.
2. Meşrutiyet'in ilanından sonra toplumda ve ordu içindeki çok başlılık kutuplaşmalara ve gerginliklere sebep oldu. İttihat Terakki içinde Almancı, İngilizci, Fransızcı kanatlar oluşurken, “3 Tarzı siyaset” olarak bilinen 3 akım arasında da sert tartışmalar yaşanıyordu. Toplumdaki gruplar kendilerini “Türkleşme”, “İslamlaşma”, “Muasırlaşma” taraftarı olarak ifade ediyorlardı. Dindar kesim, kavmiyetçi ve çağdaşlık yanlıları, dindarları gericilikle suçluyorlardı. İslamlaşma taraftarı Akif Safahatında, “İrticaın sizin lehçede manası bu mu” diye sert bir dille eleştirir. Cumhuriyet rejiminde Kemalistler, “İslamlaşma”yı savunanlara karşı “İrtica/Mürteji” kampanyasını aynen devraldılar ve bunu laiklikle ilişkilendirdiler. Zaten Osmanlı’yı yıkanlar İttihat Terakkinin askeri kanadı idi, cumhuriyeti kuranlar da İttihat Terakkinin siyasi kanadı idi.
“Gericilik”le suçlanan “İslamlaşma”yı savunanların eleştiri ve talepleri karşısında ordu içindeki karşı görüştekiler hilafeti savunanlara karşı harekete geçti. Selanik’ten gelen Hareket Ordusu tarafından karşı grupta yer alanlar bastırıldı. Bugünkü Gezi Parkı’nın bulunduğu yerdeki topçu birliği halifeye bağlı kaldığı için daha sonra o birlik, içindeki camiyle birlikte yerle bir edildi. Sonuçta 2. Abdulhamid tahttan indirildi ve Müslümanların halifesi, darbeciler tarafından Selanik’e Yahudi iş adamı, Şimon Zwi (Şemsi efendi mektebi)nin sahibi, Kabbalist, Sebatayist bir kişi olan Alatini Efendi’nin evinde mecburi iskana tabi tutuldu. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti düştü. 2. Abdülhamit tahttan indirilip yerine 5. Mehmed Reşad tahta çıktı. İsyana katılanlar ve destekleyenlerden 70 kişi idam edildi, 420 kişi ise çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. 3 gün saray çevresinde ve değişik semtlerde çatışmalar oldu, 7 gün sonra Hareket Ordusu kontrolü sağladı. Bu arada birçok sabotaj ve yağma olayları gerçekleştirildi.
Bir milletvekili, bir bakan, çok sayıda asker ve sivilin bu olaylar sırasında suikaste uğrayarak hayatını kaybettiği kayıtlara geçti. Şeriat isteyenlere ve saltanatı destekleyenlere karşı sadece Selânik'te bulunan 3. ordu değil, Edirne'de bulunan 2. ordu mensuplarına Rumeli’den katılan gayrimüslimlerin de desteklediği gönüllülerle birlikte İstanbul’da kontrolü sağlayarak sıkıyönetim ilan etti ve yasama, yürütme, yargı yeniden tanzim edildi.
Meclis-i Mebûsan adına 2. Abdülhamid'e “hal kararı”nı bildirmek için 27 Nisan 1909 günü saraya gelen Arif Hikmet Paşa, Yahudi Emanuel Karasu Efendi ve Esad Paşa Toptani ve Hristiyan Aram Efendi'den oluşan dört kişilik heyet ile Albay Galip Bey (Pasiner), hal kararını bildirdiler. Ve ardından Müslümanların halifesi Selanik’e Yahudi bir iş adamının evine sürgüne gönderildi.
Hareket Ordusu’nun gelmesi ile adından en çok söz edilen kişiler şunlar: Mahmut Şevket Paşa, Resneli Niyazi Bey, İsmail Enver, İsmail Enver, Hüseyin Hüsnü Paşa ve Mustafa Kemal. Hüseyin Hilmi Paşa yerine Tevfik Paşa kabinesi kuruldu.
Tahsin Demiray "Yıldız yağması" isimli makalesinde İttihatçıların, Abdülhamit'i Yıldız'dan uzaklaştırırken Yıldız sarayının hazine dairesindeki mücevherin, zümrüt, yakut altın, inci vesaire kıymetli her nesi varsa yağmalandığını söyler. Birçok işyeri, gazete ve dergi merkezi de basılır. Hatta cami cemaati ateş altına alınır. Said-i Nursi de, 31 Martta Divan-ı Harb’de yargılananlar arasındadır.
Bediüzzaman “Zalimler için yaşasın Cehennem!” sözünü 31 Martta yargılandığı mahkemeden çıkışında söyler.
Şeriat istedi diye, o hâdisede adı karışan 15 kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman Said Nursi onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde yargılanırken mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar: “Sen de şeriat istemişsin?” Şeriat düşmanlığı Osmanlı’da o zaman başlar. Mehmet Akif de safahatında “Sizin lehçede Şeriatın manası bu mu” diye sorar onlara. Çünkü Akif de İslamlaşmaktan yanadır. Bediüzzaman cevap verir: “Şeriatın bir hakikatine, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!” O mahkemede idam beklerken beraat etti.
Duruşma salonundan çıkışında kendini bekleyen kalabalıkla Bayezid’den Sultanahmed’e kadar, “Zalimler için yaşasın Cehennem!” sloganları ile gitti. O “Tarihçe-i Hayat”ında o günleri ayrıntılı bir şekilde anlatır: Divan-ı Harb-i Örfîde “Sen de mürtecisin” ittihamına karşı, “Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ve cin şahit olsun ki ben mürteciyim. Bin ruhum da olsa, Kur’ân’ın birtek meselesine hepsini feda etmeye hazırım” der. “Saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem” ve “Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya eğmem” diyen bir kişi olarak, o birinci mecliste mebustur. O Kuvva-i Milliye’de “Müdafa-i hukuk” davasında esir düşen bir gazidir aynı zamanda.
Birinci Dünya Savaşı’nda gönüllü alay kumandanı olarak Ruslara esir düşer. Rus Çarlığı’nın mahkemesinde İzzet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna dizilecebileceği bir ortamda “Âhirete gitmek için bana bir pasaport lâzımdı” diye kendini savunan biri olarak tarihe geçer. Ecel gelmeyince ölmüyor insan. Kaderinizde yoksa mahkûm da edemiyorlar. Büyük Millet Meclisi’nde, reise “Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’inde, yüz yerde edâsını emrettiği namazdan daha büyük bir hakikat olsaydı, imandan sonra onu emrederdi” diyen ve yazdığı bir beyannameden sonra mecliste cemaatle namaz kılınmasına başlanmasına vesile olan bir kişilikten söz ediyoruz.
“Derviş Vahdeti” dönemin sembol isimlerinden biri olarak, hep irtica olayı ile birlikte anıldı. Örfi İdare mahkemesinde 1 ay kadar süren yargılama sonucu, 19 Temmuz 1909'da Ayasofya Meydanı'nda asılarak idam edildi. “31 Mart şehitleri” için yaptırılan ve açılışı 23 Mayıs 1911 tarihinde gerçekleşen Şişli / Mecidiyeköy’deki Abide-i Hürriyet anıtında 2 subay ve 42 askerin cenazesi bulunmaktadır.
Bir makaleye o dönemi sığdırmak elbette mümkün değil. Size, Selanik’ten gelenlerle başlayan 31 Mart’la ilgili “İrtica tartışmaları”nda idamların yaşandığı Osmanlıda Cumhuriyet öncesi dönemden kısa bir kesit sunmuş oldum böylece.
Bugünlük de bu kadar.
Selam ve dua ile.