Geçtiğimiz günlerde Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da düzenlenecek Avrupa Olimpiyat Oyunları’nın Roma’daki imza törenine bir grup gazeteci ile gitmesi oldukça gündem oldu ve olmaya da devam ediyor.
Geziden, önce İmamoğlu’nun söz konusu gazetecilerle toplu fotoğrafı sosyal medyaya düştü, sonrasında ise gezinin ayrıntıları ortaya çıktı.
Öyle anlaşılıyor ki, gezideki 36 gazeteci oraya İmamoğlu’nun davetlisi olarak katılmışlar, hep beraber oldukça lüks 5 yıldızlı bir otelde konaklamışlar ve tüm bunların parası da İBB bütçesinden karşılanmış.
Mevcut iktidara muhalif, Ekrem İmamoğlu’nu genel olarak destekleyen ve geçtiğimiz genel seçimde cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğini defalarca söylemiş birisi olarak, şunu en baştan söylemek gerekir ki hem İmamoğlu’nun hem de gazetecilerin yaptığı asla kabul edilebilir bir şey değil.
Ben ve benim gibi düşünenlerin mevcut iktidara muhalifliği irrasyonel bir duygusallıktan kaynaklanmıyor. Biz takım tutar gibi bir partiyi veya lider desteklemiyoruz. Bizim bir partiyi veya lideri destekleyip desteklemememizin rasyonel düzeyde ilkesel gerekçeleri var. Bu ilkelerin başında da yolsuzluklarla mücadele ve medya özgürlüğü geliyor.
İmamoğlu’nun yanlışı
Bir kere, İmamoğlu’nun ve İBB yetkililerinin Roma’da ultra lüks 5 yıldızlı bir otelde kalması en baştan yanlış.
Bu kişiler oraya bireysel tatil amaçlı değil, bir kamu görevi yerine getirmek için gittiler. Dolayısıyla, bu kişiler harcamalarının kamu parasıyla karşılandığının bilinciyle hareket etmesi ve buna uygun bir otelde konaklaması gerekirdi.
Ülkenin bir ekonomik bunalımdan geçtiği şu dönemde, İmamoğlu’nun Roma’da 5 yıldızlı lüks bir otelde kalması, geçtiğimiz bayram tatilinde AKP milletvekili Şebnem Bursalı’nın yediği ıstakozu paylaşması kadar kötü bir durum.
Hatta, İmamoğlu’nun yaptığının daha da kötü olduğu söylenebilir çünkü Şebnem Bursalı’nın yediği ıstakozu kendi cebinden mi yoksa kamu parasıyla mı ödediğini bilmiyoruz. Halbuki, öyle anlaşıyor ki, İmamoğlu ve kafilesinin lüks tüketim masrafları kamu kaynaklarıyla karşılanmış.
Gazetecilerin yanlışı
Gelelim işin gazeteci boyutuna.
Bir gazeteci bir siyasetçinin iş amaçlı yurt dışı gezisine iştirak ettiğinde, masraflarını o siyasetçi karşılıyorsa, o gazetecinin süreci objektif olarak kamuoyuna yansıtacağının garantisi nasıl verilebilir?
Bir siyasetçiden gelen böyle bir teklifi kabul eden bir gazeteci, asla gerçek bir gazeteci değildir. Olsa olsa o siyasetçinin halkla ilişkiler çalışanıdır.
İşin ilginç yanlarından birisi, İmamoğlu’yla verilen o fotoğraftaki birçok “gazeteci”nin, iktidar yanlısı “gazetecilerin” Erdoğan’la ilişkisini, örneğin onun uçağında seyahat etmesini, bugüne dek defalarca eleştiren ve bu doğrultuda kendilerinin ne kadar özgür ve tarafsız olduğunu vurgulayan isimler olması.
Peki, bu kişilerin yaptığının iktidar yanlısı gazetecilerden bir farkı var mı?
Siz bunu yapıyorsanız o zaman iktidar yanlısı gazetecileri tam olarak neyle eleştiriyorsunuz?
Bir gazeteci, İmamoğlu’nun Roma’daki imza töreninde haber değeri görüyorsa sürece elbette iştirak edebilir. Ancak masraflarını ya çalıştığı kurum ya da kendisi karşılar. Bu işin doğrusu budur.
Bir gazeteci haber amaçlı yurt dışına gittiğinde illa ki 5 yıldızlı lüks bir otelde kalacak diye bir zorunluluk yok. Gazetecinin çalıştığı kurum veya kendisinin bütçesi neye el veriyorsa o seviyede bir otelde kalır.
Siyasetin yolsuz finansmanı
Türkiye’de siyaset-medya ilişkilerinin böyle bir noktaya gelmesindeki baş sorumlu esasında Erdoğan ve mevcut iktidar.
Elbette Erdoğan öncesinde de Türkiye’de basın ve medya harika değildi. Ancak siyaset-medya ilişkisi bu derece laçka da değildi. Belli basın-medya etiği ve değerleri korunmaya çalışılır, en azından bu yönde bir çaba gösterildi.
Şimdi ise artık gazetecilerin belli siyasetçilerin veya siyasi çevrelerin propaganda çalışanı olarak davranması olağan karşılanmaya başlandı.
Muhalefet ise bu durumu sıkça eleştiriyor gözükmekle beraber, İmamoğlu gibi örneklerde gördüğümüz üzere, iktidarın uygulamalarını taklit ettiği durumlar da oldukça fazla.
Yani kapıyı iktidar açtı, muhalefet de maalesef arkasından geldi.
Bu sorunun en kökeninde ise Türkiye’de siyasetin yolsuz finansmanının yargı denetiminden çıkartılması yatıyor. Denetlen(e)meyen kamu bütçeleri, siyasetçiler tarafından siyasi amaçlarla rant dağıtım mekanizmaları olarak kullanılıyor.
Türkiye kurumsal hukuk devletine dönmediği sürece, parti veya lider fark etmeksizin İmamoğlu’nunkine benzer durumları maalesef daha çok göreceğiz.
Çünkü bu, bireysel düzeyde bir ideoloji veya etik sorunu değil, yapısal düzeyde bir hukuk devleti sorunu.