Usta yönetmen Metin Erksan’ın 1968 yapımı “Kuyu” filmi, Türk Sineması’nda değeri hakkıyla verilmemiş bir hazine. Pratikte bir aşk ve tutku hikayesi anlatıyor gibi gözükse de, aslında Türkiye’nin kırsal kesimlerinde hüküm süren ve modernize olmuş şehir hayatına sirayet etmiş aksiyonlarla meta haline getirilmeye zorlanan kadın kavramına dair toplumsal ve politik dinamiklere derin bir eleştiri.
“Kuyu”, erkek egemen toplum yapısının ve kadının bu yapı içindeki çaresiz bırakılmaya çalışılmasının güçlü bir alegorisi. Osman’ın Fatma’yı defalarca kaçırması ve zorla kendisine bağlamaya çalışması, kadının, erkek gözünden toplumdaki yerini ve erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü simgeliyor. Bu anlamda feodalite altında ezilen kadın üzerinden “ataerki” tespitini ve eleştirisini gözlemlemek yanlış olmayacaktır.
Erksan’ın kullandığı kuyu metaforu, toplumun derinliklerinde saklanan, yüzeye çıkmayan, çıkamayan, çıkmaya çalıştığında tıpkı bir kuyunun kapağını kapatırcasına üzeri kapatılan sorunları temsil ediyor. Osman’ın Fatma’yı kuyuya atması ve onu orada tutmaya çalışması, kadının toplumda sıkışıp kalmışlığını simgeliyor. Elbette kompozisyonu sadece “taşra” ya da “feodalite” üzerinden okumak, anlatının bir ayağını eksik olarak nitelendirmek olacaktır. Zira günümüzde de arabesk argümanları hayatının merkezine koyan ve kadını, erkeğin metası gibi anlamlandırmaya çalışan ataerki toplumda binlerce Osman, binlerce Fatma var. Bu anlamda Erksan’ın kompozisyonunu sert bir toplumsal eleştiri olarak anlamlandırabiliriz.
Özellikle bugünlerde toplumsal yansımalarını, üzülerek, öfkelenerek ve hatta endişelenerek gözlemlediğimiz, yaşadığımız “kadına şiddet” olgusunun temelindeki, egemen gücün yarattığı politik iklimi, halen feodal zihniyetten kurtulamamış, özellikle görsel basın aracılığı ile estetize edilmiş mafyatik eril zihniyetin yol açtığı toplumsal çöküntüyü anlamlandırabilmek adına Erksan’ın kuyu filminin önemli bir yol haritası çizdiğini söylemenin doğru bir çıkarım olduğunu düşünüyorum.
Daha önceki filmlerinde (Susuz Yaz, Yılanların Öcü, Suçlular Aramızda, Gecelerin Ötesi) mülkiyet kavramı üzerinden bireylerin toplumdaki varlığını resmeden Erksan, bu filmde, önceki filmlerin temel dayanağının üzerine “şehvet” unsuru üzerinden “arabesk kültürün” hem kırsal hem de şehirli insanlar üzerindeki etkisini ve ortaya çıkardığı kültürel yozlaşmışlığı temel alarak derin bir anlatı sunuyor.
Filmin ikonik sahnelerinden biri olan, “kuyuya bakma” karesinin, 1962 yılındaki Tarkovski şaheseri “Ivan’ın Çocukluğu” filmine bir gönderme olduğunu sanıyorum. Zira Ivan’ın hikayesi de, naziler tarafından esir alınmış 12 yaşındaki bir çocuğun duygusal ve fiziksel esaretten kurtulabilme kavgasının bir hikayesi. Tıpkı Osman’ın Fatma’yı esir alması gibi. Fatma’nın mücadelesi de Ivan’ın mücadelesi gibi. Yalnız başına, zorlu, belki umutsuz ama isyankar…
Metin Erksan’ın “Kuyu” filmi, Türkiye sinemasında politik sinemanın önemli örneklerinden biri. Film, toplumsal ve politik alt metinleriyle izleyiciyi derin bir sorgulamaya davet ediyor. Kırsal kesimdeki kadınların yaşadığı zorlukları anlatırken, keskin bir arabesk kütür eleştirisini ve toplumun derinliklerinde saklanan sorunları gözler önüne seriyor. Bu anlamda Erksan’ın “Kuyu” filmini, sadece bir film değil, aynı zamanda toplumsal eleştiri ve politik bir manifesto olarak değerlendiriyorum.
Ulusal sinemamızın derin bir kültürel emperyalist baskı ile şekillendirildiği ortamda, geçmişin hazinelerine sıkı sıkıya sarılmak, bu hazinelerdeki toplumsal okumaların günümüz Türkiye’sine dair çıkarımlarını dikkatle gözlemlemek ve anlamlandırmak gerekiyor. Çünkü bugüne dair olan meselelerin hiçbiri sadece bugüne ait olan sorunlar değil. Hepsinin sosyolojik bir tarihi ve birikimi var.
Erksan sinemasının insan-toplum ilişkisine ve buna dair sayıklamalarına özellikle dikkat etmek, filmlerindeki alt metinleri dikkatli okumak, belki de bugüne dair gözlemlediğimiz sosyolojik buhrana dair bize keskin bir yol haritası çizecektir.