Başak Demirtaş’ın birkaç gün önce yaptığı “partim uygun görürse İstanbul’dan belediye başkan adayı olabilirim” şeklindeki çıkışı kamuoyunda büyük tartışma doğurdu ve halen de doğurmaya devam ediyor.
Bu yazıda bu meseleye ve onunla ilişkili olarak muhalefetin neden artık birleşemediği sorusuna eğilmek istiyorum.
Çıkışın potansiyel nedeni
Başak Demirtaş’ın böyle bir çıkış yapmasının doğal nedenlerle gerçekleştiğine inanmak biraz zor. Çünkü normal şartlarda DEM Parti CHP ile bir seçim işbirliğine yakın duruyordu. DEM Partili siyasetçilerden bu yönde açıklamalar kamuoyuna çok kere yansıdı.
Ayrıca Başak Demirtaş İstanbullu da değil ve kendisinin hiçbir belediye tecrübesi yok.
Bunları göz önüne aldığımızda bu çıkışın en olası nedeni, Erdoğan rejiminden gelmiş olabilecek bir “eğer İstanbul’da aday olur, bir kısım Kürt seçmenin oylarını kendine çekerek İmamoğlu’na seçimi kaybettirirsen, biz de Selahattin Demirtaş’ı salarız” teklifi gibi duruyor.
Bu noktada Başak Demirtaş’ın çıkışının Selahattin Demirtaş’la görüşmesinin hemen ardından geldiğinin altını çizmeli.
Ayrıca Başak Demirtaş simge bir isim olduğundan kazanamayacak olsa bile İstanbul’da parti aidiyeti güçlü Kürtlerin oylarını çekme potansiyeli yüksek birisi ve bu yönüyle İmamoğlu’na kaybettirme açısından tam da rejimin isteyeceği aday.
Neden kabul etmiş olabilir?
Başak Demirtaş’ın rejimden gelme olasılığı yüksek bir teklif sonrası yaptığı bu çıkışı önümüzdeki günlerde görüşüp değerlendirecek olan DEM Parti Demirtaş’ın adaylığını onaylar veya onaylamaz. Ancak burada önemli nokta, Başak Demirtaş’ın sonuçta böyle bir çıkış yapmış olması.
Normal şartlarda Selahattin Demirtaş’ın ve diğer Kürt siyasetçilerin Erdoğan rejimine karşı ilkeli durduklarını biliyoruz. Eğer Başak Demirtaş’a gerçekten böyle bir teklif gelmişse ve o da bunu kabul etmişse, o zaman artık burada ilkelerden bir feragât durumu söz konusu demektir. Bu da bizi şu soruya getiriyor: Neden?
En temeldeki neden iktidarın artık değişeceğine dair ümitsizlik.
Geçtiğimiz genel seçimde muhalefetin kazanabileceğine dair beklentiler tavan yapmıştı. Bir iktidar değişikliği olsaydı Selahattin Demirtaş ve diğer Kürt siyasetçilerin de birçoğu salınacaktı.
Ancak Cumhur İttifakı kısmi bir kayıpla da olsa seçimleri yine kazandı. Bu durum muhalif kesimde iktidarın değişebileceğine dair ümitleri tamamen bitirdiği gibi Demirtaş dahil Kürt siyasetçilerin salınma ihtimalini de ortadan kaldırdı.
İşte bu noktada Demirtaş ailesi de “biz bu iktidarın değişmesi için üzerimize düşeni yaptık ama olmadı. O yüzden biz de bundan sonra iktidarın değişmesinden öte kendi çıkarlarımız doğrultusunda hareket ederiz” biçiminde düşünerek rejimle kendi aile çıkarlarını önceleyen bir pazarlığa oturmuş olabilir.
Muhalefette ümitlerin tükenişi
Peki neden böyle oluyor? Yani, muhalefetin farklı aktörleri neden artık gücünü birleştirip Erdoğan rejimini yenmekten daha fazla kendi ailesel ya da partisel çıkarlarına öncelik veriyor?
Mesele burada sadece DEM Parti de değil. İYİ Parti’den Zafer’e, Deva’dan TKP’ye kadar bir dolu farklı dünya görüşünden muhalefet partisi artık CHP liderliğinde bir güç birliği kurmak istemiyor.
Çünkü artık neredeyse kimse muhalefet gücünü birleştirse bile iktidarın değişeceğine inanmıyor.
Unutmamak gerekir ki siyasal partilerin CHP liderliğinde gücünü birleştirmesi kendi parti kimliklerinden fedakarlık yapması anlamına geliyor. Özellikle muhalefetin CHP’den sonraki iki en önemli partisi olan İYİ Parti ve DEM Parti dünya görüşü olarak birbirine oldukça zıt olduğu için olası bir ittifak durumunda en çok bu partilerin kendi kimliklerinden feragât etmeleri gerekiyor.
Bugüne kadar Erdoğan’ı yenme ve iktidarı değiştirme ümidi diri olduğu için bu partiler bu durumu tolere ettiler. Ancak artık bu ümit ortadan kalktığı için bu partiler kendi kimliklerinden feragât etmek istemiyor.
Bu partilerde artık “Madem sonuçta seçimi yine kaybediyoruz, o zaman CHP liderliğinde hareket ederek parti kimliğimden niye feragat edeyim” düşüncesi daha ağır basıyor.
İktidarın değişeceği ümidini yitiren muhalif seçmen de bu partiler CHP’yle gücünü birleştirmediğinde bu partilere artık eskisi gibi kızmıyor.
Kılıçdaroğlu’nun büyük suçu
Bu duruma gelinmesinde en büyük suçlu ise Kılıçdaroğlu ve ekibi.
Geçtiğimiz seçim gerçekten de bir tür “son seçim”di. Yani Türkiye’nin Rusya tipi tam otoriter bir rejime geçme açısından son seçimiydi.
Ancak Kılıçdaroğlu kendisinin ve çevresindekilerin bencil çıkarları uğruna seçimi kazanma ihtimali olan adayların önünü kesip kendi adaylığını dayatarak seçimi kaybedince muhalefet seçmeninde tüm ümitler tükendi.
Büyük ekonomik zorlukların olduğu bir ortamda seçim kaybedilince “bu seçim de kazanılamıyorsa o zaman hangi seçim kazanılabilir ki” duygusu muhalif seçmende hakim hale geldi
Diğer bir deyişle Kılıçdaroğlu muhalefete sadece genel seçimi kaybettirmedi, o seçimde yapıp ettikleriyle yerel seçimdeki potansiyel yenilginin de altyapısını hazırladı.
Bunu sadece seçimi kaybettirerek de yapmadı. Altılı Masa’da zorbaca adaylık baskısı yaparak İYİ Parti’yi küstürdü. Zafer Partisi’yle gizli kapaklı protokol imzalayarak da DEM Parti’yi.
CHP’deki yönetim değişikliği de ne muhalif seçmeni tekrardan ümitlendirebildi ne de İYİ Parti ve DEM Parti’nin tekrardan CHP’ye güvenini tazeleyebildi.
Şu aşamada muhalefetin önündeki en büyük engel bu ümitsizlik ve dağınıklık hali. Ve özellikle CHP bu durumu aşamazsa önümüzdeki yerel seçimde muhalefetin başta İstanbul ve Ankara olmak üzere başarılı olması mümkün gözükmüyor.