Ülkemizde dizi ve sinema sektörüne baktığımızda büyük bir savaş görüyoruz.
Bir kesim milli ve manevi şuuru anlatmaya çalışırken bir kesim de toplum içerisine fitne tohumları ekmeye devam ediyor.
Türk Sineması yaklaşık yüz yıldır toplumsal durumları perdeye yansıtmaya çalışmakta. Sinema toplumun değişimine tanıklık ettiği gibi toplumun değişimine de öncülük etmiş oluyor.
Sinemanın malzeme olarak gördüğü sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik durumları kullanarak mesaj verme kaygısı taşıdığı bilinen bir gerçektir.
1950 yıllara kadar ülkemizde sinema tek hakimiyet devresi ile yönetiliyordu. Durum böyle olunca da kültürel olguda tek hakimiyetin söylemi, belirgin bir güç olarak karşımızda duruyordu.
Teknik içerik ve sanatın yetersiz kalması sosyal mesajlarla tolere edilirken en masrafsız ve etkili argümanın din olgusu olduğu tespit edilmişti.
Türk toplumunda aile, kadın gibi toplumsal değerler ve gelenekler sinemanın etkisiyle hızlı şekilde bozulma sürecine girdi.
Tek kanalın olduğu dönemlerde sabırsızlıkla beklenen Teksas, Tomris dizilerinin toplum nezdinde karşılık bulması, beraberinde batının sinemadaki varlığını belirginleştirdi.
Batılı formlarla ortaya çıkan sanatsal etkenlerin karakter-üslup üzerindeki etkisi ilerleyen zamanlarda belirli yaş kitlelerini hedefleyerek gelişti bu gelişme durumu giyim kuşam ve fıtratı da etkiler bir hal aldı.
Özellikle sinema tarihinde din ve iman ikileminin farklı bir metafor olarak sunulduğu, dinin değişime müsait ve geliştirilebilir yönlerinin sinema ve televizyon dünyasındaki yeniliklerden etkilenmesi hedeflendi.
İmanın asla ve asla değişmeyecek bir olgu olduğu yönünde birbirinden bağımsız iki yeni kulvar açılmak istendi. Oysa din ve imamın birbirini tamamlayan yönleri hiçbir zaman dikkate alınmadı.
Durumun vahameti ortadayken, Türk sinemasında pasaklı, sakallı, sahtekâr tipler dini ve din görevlilerini temsil etmeye başladı.
Bu durum sadece dini temsil eden insanlar üzerinden yürütülmedi. Aynı zamanda dine mensup olan insanları da hedef aldı.
Örneğin Birçok dizide başrol oyuncusu olan Kemal Sunal ‘Şaban’ ismini çok kullanmıştır.
Peki ‘Şaban’ isminin bizim için önemi neydi? Bu isim, üç aylar dediğimiz ayların ikincisinin adı değil miydi?
Gafur: Kelime anlamı olarak, bağışlamada, merhamette sınır tanımayan anlamına gelmekte olup Allah’ın 99 isminden biri değil miydi? Peki onlar Gafuru nasıl tanımladılar;
Avrupa Yakası dizisinde psikopat, elinde bıçakla dolaşan, kendisinden her türlü kötülük beklenebilen, cinsel sapkınlıklar sergileyen, özürlü giyinen, komşunun karısına göz dikmiş tipleme olarak bize sunmadılar mı?
Burhan Sağlam delil manasına gelmekte olup Kur ân-ı Kerimin isimlerinden biridir değil mi? Bakın Avrupa Yakası dizisinde psikopat, aptal, cinsel sapkınlıklar sergileyen, dedikoducu, salak tiplerden birinin adına Burhan dediler.
Tacettin Dinin tacı anlamına gelmekteydi değil mi? Avrupa Yakası dizisinde en şapşal, salak, beyinsiz, herkesin arkasından dalga geçtiği, kolay işletilebilen cahil karakterin adını Tacettin koydular.
Aziz En yüce, en üstün anlamına gelmekte olup Allah’ın 99 isminden biriyken, Aziz isimli karakter Beyaz Gelincik dizisinde kadın pazarlayan, psikopat, katil, başkasının karısına göz dikmiş, aşağılık dizi karakteri olarak bize sundular.
Kadir Her şeye gücü yeten manasına gelmekte olup Allah’ın 99 isminden biridir değil mi? En Son Babalar Duyar adlı dizide sahtekâr, yalancı, para için her türlü dalavereyi çevirebilen başrol oyuncusundaki Hallederiz Kadiri oynattılar.
Amil, Amel eden, ibadet eden, iş ve aksiyon sahibi anlamına gelmekte olup Peygamberimizin isimleri arasında yer almaktadır değil mi? Hayat Bilgisi adlı dizide ise aklı fikri para, sahtekâr, yalancı bir okul müdürünü canlandıran kişinin adı neydi?
Mennan, Çok ihsan eden, lütufta bulunan anlamına gelmekte olup Allah’ın 99 isminden biridir. Hayat Bilgisi adlı dizide ise üçkâğıtçı, düzenbaz, uyanık, yalancı, ikiyüzlü okul hizmetlisinin adıydı.
Sizce de bu isimlerin tamamı bir rastlantı bir tesadüf olabilir mi?
Sinema ve Dizi dünyasına baktığımızda anlam ve mananın iyi bir kurgu ile insanlara sunulduğunu görüyoruz.
Dizi sektörünün büyümesi ile birlikte çocuklarımız ile birlikte seyretmekten utanacağımız dizilerin varlığında artış görmeye başladık.
Her ne kadar son yıllarda devlet kanalları bu konularla ilgili dizi ve sinema çalışmaları yapsa da bu durumun yetersiz olduğu ortadadır.
Bugünlerde sinema ve dizi dünyasını meşgul edenler sembol mesajlarla bilinç altını hedef almaktadırlar.
FOX TV ekranlarında yayınlanan Kızıl Goncalar dizisi her alanda büyük bir rahatsızlık uyandırdı.
Geçmiş yıllarda Hırsız İmam tiplemesi ile ekranlara gelen Kertenkele dizisi, Din Görevlilerinin en büyük sendikası Diyanet- Sen tarafından tepkiyle karşılanmış ve dizinin yönetmeni, dizinin konusunu değiştirmek zorunda kalmıştı.
Bugün benzer bir rahatsızlığın Kızıl Goncalar dizisinde yaşanıyor olması, geçmiş yıllarda yayınlanan dizideki hırsızlık tiplemesinden daha sert, daha aşağılayıcı işaretler barındırıyor.
Dizinin senaryosunda iki taraf var. Atatürkçüler ve dindar Müslümanlar.
Dizi Atatürkçüleri tertemiz insanlar olarak izleyicinin gözüne sokmaya çalışıyor. Müslümanları ise yobaz, anlayışsız, kanunları ihlal eden, sahtekarlık yapan, sürekli şiddet uygulayan tipler olarak işaretliyor.
Senaryonun tamamen bu iki denklem üzerinde kurulduğunu görebiliyoruz. Hatta ve hatta yapılan baskılardan kurtulmak için Müslüman kadınları Atatürkçü ailelerin evlerine hizmetçi olarak gönderiyorlar.
Dizide gözlerde kaçmayan en önemli kısımda, Atatürkçü olarak bilinen ailelere Atatürk portresini,
Yobaz olarak görülen ailelere de Kâbe portresini uygun görmeleri.
Bilimi, kanunları ve aydınlığı savunan ana karakter ilhamını ve gücünü Atatürkçülükten alıyorken.
Sapık ve yobaz olarak tasvir edilen Müslümanlar ise gücünü dinden alıyor.
Özetle yine Din ve Atatürk birilerine malzeme olmuş durumda.
Bu dizinin en garip tarafı ise geçmiş yıllarda ‘Selam Bahara Yolculuk’ dizisi ile topluma mesaj vermeye çalışan FETÖ yapımı dizinin ekibi bugün vermek istedikleri mesajı bu şekilde verebiliyorlar.
Dizilerini yayınlayacak kanalı bulabiliyorlar,
Dizilerini yayınladıktan sonra RTÜK tarafından henüz bir yaptırıma da tabi tutulmuyorlar.
Toplumun sinir uçları ile oynamak isteyenlere sadece sivil toplum örgütleri seviyesinde değil,
Devlet nezdinde de geçit verilmemesi gerekiyor.