The Witch filminin merkezinde yatan dogmatizm eleştirisi, sadece inanç ve ahlaki temelini inançtan alan katı bir dünya görüşünün mutlak şekilde kabul edilmesinin insan üzerinde yarattığı tahribatı göstermiyor, film, dogmatik öğretilerin içindeki çelişkileri ve ikiyüzlülüğü de sert bir şekilde ifşa ediyor.

Robert Eggers’ın The Witch filmi, 17. yüzyıl Yeni İngiltere’sinin puslu, çürük, rüzgârlı atmosferinde var olan bir aileyi ve onların inançlarıyla yüzleşmelerini anlatan dehşet verici bir metafor. Film, korkuyu sadece bir dışsal tehdit aracılığıyla yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda dogmatizmin insanın içindeki en karanlık köşelere kadar sızan gücünü de gözler önüne seriyor. Fakat bu korku, sadece doğrudan bir varlıkla değil, aynı zamanda içsel bir çöküş, bir zihinsel tahribatla şekilleniyor. Her sahnede, gözlerimizin önünde, var olan bir aile yapısının yıkılması, sadece bir lanetin değil, aynı zamanda koşulsuz itaat ile şekillenen bireysel travmaların sonucu olarak resmediliyor. Bu anlamda The Witch, dogmatik argümanlarla ahlaki yapısını şekillendiren bir aile figürünün, dini dogmalar sonrası karşılaştıkları yozlaştırıcı etkilerini derinlemesine işlerken, insan ruhunun en karanlık yönlerini de açığa çıkarıyor.

Film, dört çocuklu bir ailenin, inançları ve azami düzeydeki takıntılı ahlaki değerleriyle, gözlerden ırak, ıssız bir ormanın derinliklerine sürgün edilmesinin ardından başlıyor. Aile, bir çeşit günahkarlık ya da anlaşmazlık nedeniyle kasabadan ayrılmaya zorlanıyor ve ceza olarak, ıssız bir ormanın içinde, korkutucu bir yalnızlığa mahkûm ediliyor. Ancak bu sürgün, sadece fiziksel…Asıl yıkım, bu ailenin derin, karanlık ve sonsuz bir içsel yolculuğa çıkmasıyla ortaya çıkıyor. Hem dış dünyadan hem de içsel dünyalarından soyutlanmış bu insanlar, inançlarının onları nasıl giydirip biçimlendirdiğini henüz tam olarak anlamadan, ormanın karanlıklarında bir tehdit, bir büyü, bir "şeytan" aramaya başlıyorlar.

Aile üyelerinin içinde bulunduğu bu karanlık sürgün, yalnızca fiziksel bir uzaklık değil, aynı zamanda bir çöküş, bir inanç krizinin simgesi. Sonsuz itaatleri, bu karakterler için hem bir koruma kalkanı hem de bir hapishane. Her adımda, Kutsal emirlere olan bağlılıkları, onları birer robot gibi hareket etmeye zorluyor, ancak bu sonsuz itaat, nihayetinde onları hem bedensel hem de ruhsal olarak çürütüyor. İkilikler içinde sıkışıp kalan bu aile, körü körüne takip ettikleri argümanların acı verici sonuçlarını görüyor.

The Witch filminin merkezinde yatan dogmatizm eleştirisi, sadece inanç ve ahlaki temelini inançtan alan katı bir dünya görüşünün mutlak şekilde kabul edilmesinin insan üzerinde yarattığı tahribatı göstermiyor, film, dogmatik öğretilerin içindeki çelişkileri ve ikiyüzlülüğü de sert bir şekilde ifşa ediyor. Aile, her ne kadar doğruyu bulmak için inandıkları doğrultusunda yürüdüklerini iddia etseler de The Witch’te tüm o ahlaki değerler, pek çok şekilde çürütülüyor ve sorgulanıyor.

Filmde, dogmatik doğruların zayıflaması ve korkuyla şekillenen bir toplumun, yalnızca inancın ötesinde, birbirlerine karşı olan bağlarını çözmeleri bir metafor olarak karşımıza çıkıyor. Sorgusuz kabulleniş, hiçbir zaman insanların özgür iradesini inşa etmek için kullanılmaz; aksine, insanı kendi doğasından ve gerçeğinden uzaklaştıran bir yıkım aracı haline gelir. Burada görülen, dindarlığın değil, dindarlığın arkasındaki güç oyunlarının işlediği bir çürüyüştür. Aile, inançlı bir hayat sürdükçe, kutsal olandan her zaman bir ödül bekler; fakat her yeni adımda, ödüller yerine cezalarla karşılaşırlar. Ve bu cezalara uğradıkça, kutsalı yüceltmek için verdikleri her kurban, daha da yozlaşmış bir biçime bürünür.

Eggers, The Witch’te her şeyi doğrudan göstermek yerine, metaforlar aracılığıyla derinleşen bir anlatı kurar. Karakterlerin başına gelen olaylar, semavi metinlerde yer alan hikayelerle örtüşen bir kronolojik yapıyı taklit eder. Yeni doğan çocuğun kaybolması, bir tür "kurban" hikayesinin başlangıcıdır aslında. Çocuk, saf ve temiz bir inancın bozulmamış hali olarak, karanlık ormanın vahşiliği içinde, en masum haliyle kaybolur. Bu kaybolan çocuk, bir yandan Tanrı'nın korumasından mahrum kalan bir insanı simgelerken, diğer yandan semavi öğretilerin gerçek bir "koruma" sağlamadığını da iddia eder.

Filmin başında, baba karakterinin, aileyi, kutsal olanın iradesine göre yönlendirmeye çalışması, adeta bir İsa figürünün yansıması gibi tasvir edilir. Baba, her zaman doğruyu yapmak için çabalar; ancak, tıpkı İsa'nın insanlık adına kendisini kurban ettiği gibi, Baba da sürekli olarak ailesi ve kendi inançları uğruna bir "kurban" olmaya mahkumdur. İsa, Tanrı'nın iradesi doğrultusunda kendi hayatını feda ederken, Baba da ailesini ve kendi inançlarının doğruluğunu korumak adına benliğini kurban vermektedir.

Filmin sonunda, kızın çarmıha gerilmiş bir şekilde yükselmesi, oldukça güçlü bir metaforik anlam taşır. Çarmıha gerilme sahnesi, Hristiyanlıkla özdeşleşen bir sembol olup, İsa’nın, insanlık için kendini feda etmesini simgeler. Ancak The Witch’te bu sahne, bir tür tinsel kurtuluşun değil, tam tersine bir tinsel çöküşün göstergesi olarak kullanılır. Kız, başlangıçta sorgulamayan, kabullenmiş bir figürdür; ancak sonunda, bir cadıya dönüşerek, Tanrı'nın yerine koyduğu "özgürlük" ile çarmıha gerilmiş bir şekilde "kurtuluş" bulur. Kızın çarmıha gerilmesi, hem dini anlamda bir "yeniden doğuş" hem de bir tür "kurtuluş" temsili olabilir, ancak burada ironik olan, onun özgürlüğü elde etmek için dinin kutsal figürünü bir metafor olarak kendi içine almasıdır. Bu, inançlarının, başlangıçta korumak amacıyla var olan "doğruları" ve "kurtuluşu", sonunda bireyin kendi benliğini bulması için engel oluşturduğunu simgeler. Kızın, bu kutsal figürden kurtulması, aslında dogmatizmin inşa ettiği tüm o baskılardan özgürleşmesi anlamına gelir. Ama bu özgürlük, sorgulanamaz olan bu yapının içindeki "çürüyen" değerlerden, şeytani bir güce dönüşen bir "cadı"ya evrilir.

Filmin başında cadılık yargılamalarına yapılan göndermeler, sadece tarihsel bir referans değil, aynı zamanda dogmatik bakış açısının ve ahlaki argümanlarını konuşulabilir, tartışılabilir ve uzlaşılabilir bir ahlaktan almayan toplumun işlediği ikiyüzlülüğün çok güçlü bir simgesidir. Cadılık yargılamaları, genellikle dini figürlerin ve devletin, toplumu kontrol etme amacıyla kadınları ve onların bağımsızlıklarını cezalandırdığı bir dönemin simgesidir. Buradaki en büyük iki yüzlülük, inanç adına yapılan bu tür yargıların, aslında İnanç adı altında insanların özgür iradesine ve yaşamlarına nasıl müdahale edildiğini göstermesidir.

Cadılık, genellikle kadının doğayla, özgürlükle ve gücün kendisiyle olan bağlantısını simgeler. Filmde Baba karakterinin, kadının doğayla olan bağını tehdit eden tavırları, aslında dogmatizmin bu özgürlüğü nasıl kısıtladığını gösterir. Cadı yargılamalarına yapılan bu göndermeler, sadece bir toplumun değil, koşulsuz itaatin de ne kadar baskıcı olduğunu vurgular. Bu, Baba’nın ve ailenin sahip olduğunu düşündüğü doğruların, toplumun kendisine sunduğu bu tür bir dışlanma ve baskı ile ne denli çürümeye mahkûm olduğunu da gözler önüne serer.

Filmde Baba karakterinin mahkemede konuşurken, kameranın sadece kızını çekmesi, önemli bir metaforik anlam taşır. Baba'nın, toplumun ahlaki değerlerini savunma çabası, son derece gerçekçi ve kişisel olsa da bu çaba sadece bireysel bir yıkımdır aslında. Kamera, Baba'nın doğrularını sorgulamasına rağmen, onun en büyük “öğrencisi” haline gelen kızın dönüşümünü simgeler. Baba, ne kadar "doğru"yu yapmak için çırpınsa da sonunda kızın kendi “doğru” yoluna gitmesi ve özgürlüğünü ilan etmesi, tüm o baskıcı değerlerin çöküşünü simgeler. Bu, Baba'nın, aslında ikiyüzlü bir biçimde, inandıklarının yolunda olmasına rağmen ne kadar da başarısız olduğunun en derin metaforudur. Sonunda, özgürleşen kişi kız olur; çünkü o, inanç ve ahlak adına yapılan bu tür sıkı bağların, kendisini kısıtladığını fark eder.

The Witch filmi, dogmatizme dair getirilmiş en sert eleştirilerden biridir. Üstelik tüm bu eleştirileri yine dogmatik metinlerdeki metaforik kavramlardan alır. Bu anlamda film, sorgulanamaz olarak nitelendirilen kavramların, birey üzerindeki etkilerini sadece bir korku filmi olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir eleştiri olarak işler. Baba karakterinin İsa’ya benzemesi, kızın çarmıha gerilmesi ve cadılık yargılamalarına yapılan göndermeler, tüm bu dogmaların ve çürümüş değerlerin, bireysel hezeyanları ve toplumsal çöküşleri ne denli hızlandırdığını gözler önüne serer.

               Bu anlamda yakın dönem bağımsız sinemanın en değerli hazinelerinden biri olduğunu düşündüğüm The Witch filmini izlemenizi tavsiye ediyor, sinema dolu günler diliyorum.