“Burası küçük yer Savcı Bey, burada böyle şeyler normal karşılanır.”
Öyle bir cümle ki bu, tüm hayatını idealleri uğruna şekillendirmiş, kuralları, yaklaşımları ve eylemleri keskin olan bir insanın hayata dair tüm çıkarımlarını korkunç bir hayal kırıklığına, öfkeye ve hatta umutsuzluğa bırakacak sivri uçlu bir törpü adeta.
Emin Alper’in yönetmenliğini üstlendiği “Kurak Günler” filminde, savcı Emre karakteri üzerinden çizilen idealist yaklaşıma dair atılmış sert bir tokat izliyoruz bu cümle ile.
Öğrenilenler ile yaşananlar arasındaki farklılığın, koşullara, coğrafyaya ve demografik yapıya göre ne denli büyük engellere sahne olduğuna dair tek cümlelik harika bir çıkarım.
Sadece bir film değil “Kurak Günler”, aynı zamanda yakın dönem modern Türkiye’sinin toplumsal ve politik dinamiklerine ayna tutan bir başyapıt.
2022 yılında vizyona giren bu film, izleyiciyi Yanıklar kasabasına götürerek, genç savcı Emre’nin gözünden kasabanın iç yüzünü keşfetmemizi sağlıyor.
Geçmişten günümüze birçok sanatçının, Anadolu’ya ve özellikle “taşra” insanına dair sundukları yüzlerce eserin arasında Emin Alper’in Kurak Günleri’ni ayrı bir yere koymak gerekiyor.
Karakterler üzerinden çizilen kompozisyonlar zekice. Bir yanda yasayı, ideali korumaya çalışan ve bu doğrultuda hareket eden savcı Emre karakterinin temsil ettiği “liyakat”. Diğer yanda siyasi bağlantıları ve bugüne kadar bürokratik anlamda kurdukları ilişkiler ile çıkarlarını ve egemenliklerini korumak adına türlü dalavereyi yapmakta beis görmeyen ve gücünü kaybetmeme uğruna popülist söylemler ve eylemler ile taşra halkını kışkırtan “başkanın oğlu” Şahin karakterinin temsil ettiği “çıkarcılık”.
Filmdeki kavramları günümüz Türkiye gerçeklerini göze alarak değerlendirmekte bir sakınca olduğunu düşünmüyorum. Zira bugünün Türkiye’sine dair en çok özlem duyulan kavramlardan biri olan “liyakat” kavramına yapılan göndermelerin günümüz bürokratik ve sosyolojik yapısına son derece uyan gerçeklikleri nitelediğini söylemek haksızlık olmayacaktır.
Film’deki “Obruk” metaforuna ayrıca değinmek gerekiyor.
Coğrafi anlamı, yer altında oluşan boşluklar sonrası aniden çöken toprak. Kocaman bir çukur. Çöktüğü anda üzerinde olan her şeyi beraberinde silip süpüren bir boşluk.
Elbette ki Emin Alper’in bu metafora sıkıca sarılmasının bir sebebi var. Filmdeki Obruklar kasaba başkanının kasabaya su getirmek için kurduğu sistemin neden olduğu, insan eliyle bile isteye yapılmış bir hatanın sonucu. Belki bir önceki seçimi kazanabilmek için kasaba halkına sunulan bir vaat. Kim bilir. Yeter ki seçim kazanılsın, yeter ki köyün yok olmasına sebep olabilecek obrukların ortaya çıkmasına rağmen bu hatalı sistem kurulsun. Kimin umurunda. Başkanın da, oğlunun da, buradan nemalanan insanların da umurunda olan şey günü, yakın geleceği, koltuğu ve bu koltuğun getireceği konforu ellerinde tutabilmek. Ellerinde tuttukları güç, onlara cinsiyetçiliği, şiddeti, ırkçılığı ve kendinden olmayan herkese dilediğince zulmü yapabilmeyi etkin kılıyor. Coğrafi olarak aniden gerçekleşen obruk, Kurak Günler filminde, bile isteye, bağıra bağıra gelen toplumsal bir çürümeye, toplumsal bir çöküşe yani toplumsal bir Obruğa işaret ediyor.
Yakın dönem Türkiye’sine dair muhteşem çıkarımlar var bu filmde. Zaman zaman rahatsız edici ancak ülke gerçeklerini suratımıza tokat gibi çarpan muazzam metaforlar.
Yazının başında da söylenildiği gibi…
“Burası küçük yer Savcı Bey, burada böyle şeyler normal karşılanır.”