Enflasyonun düşmesini 'zam gelmeyecek' algısı içerisinde yanlış anlamaya devam ediyoruz. Enflasyonun yıllık yüzde 75'ten yüzde 50'ye düşmesi demek, o sene kiranıza yüzde 75 değil yüzde 50 zam gelecek demektir. Enflasyonun düşmesi, zam oranlarının azalması demektir kabaca.
Veriler, makro göstergeler veya grafikler her ne kadar iyileşiyor gibi görünse de, bunun günlük hayatımıza yansıması maalesef zaman alacak. Enflasyonu bahane eden arsızların/fırsatçıların denetimsizlikten ve vatandaştaki tepkisel eylemsizlikten yararlanarak yaptıkları fiyat artışları hepimizin moralini bozuyor. Özellikle perakende tüketimdeki fiyatlar herkesi isyan etme noktasına getiriyor. İşin kötüsü, fiyat-eder dengesini hepimiz kaybettik. Ne görsek kabul eder, normal der olduk.
Büyük sermayelerin kendisini koruması ve büyümesi ülke ekonomisi için son derece önemlidir ve bu yapılar ülkelerde lokomotiftir. Ama orta direk denilen kısım ise piyasaların aslında dinamosudur. Bu insanlar daha iyi bir hayat, daha iyi bir gelecek uğruna birikim yaparlar, borçlanırlar, tasarruf ederler. Bunları yaparken de genelde kredi kullanarak yaparlar.
Orta direğin simetrisi KOBİ'ler dediğimiz küçük işletmelerdir. Bunlar da genellikle kredi kullanarak büyürler, büyümeye çalışırlar. Büyümek uğruna kazançlarının neredeyse yarısını bankalarla bölüşmeye razı olurlar.
Şunu kabul edelim ki bu coğrafya neredeyse 400 yıldır borç yükü altında yaşayan, savaşan bir coğrafya. Bu 400 yıl boyunca, 400 yılın toplam Gayri Safi Hasılası'ndan daha fazla da faiz ödemişliğimiz var. İnanılmaz rakamlar ödedik faizlere. Yıllar boyunca terörle mücadele finansmanına ayırdığımız muazzam bütçeler kalkınmamızın önünde ciddi bir engel oldu. Bu gerçeği de not etmeden geçmeyelim.
Zengin olmadığımız, doğal enerji kaynaklarımız olmadığı için de ülke olarak kredilerle büyüyor ya da yaşıyoruz. Özellikle 2010'lu yılların ortasına kadar Türkiye yurt dışından ucuz ve kolay kredi bulabiliyordu. Ülkenin ulaşım, sağlık, eğitim alanları başta olmak üzere birçok alandaki altyapı eksikliklerini tamamlamak için bulduğumuz ucuz ve kolay krediler buralara aktarıldı.
İnşaat sektörü olarak piyasaya en kolay ve en hızlı ivme kazandıran sektör olduğu için ve kolay zenginleşme sağladığı için, bir taraftan da ucuz krediler piyasaya verilerek konut rüzgarı ülkenin dört bir yanını sardı. Alan da satan da emlak rantlarından çok ciddi paralar kazandılar.
Pandemi öncesine kadar yüzde 1-1,5 arasında gezen konut faizleri orta direk birçok insanımızı uzun vadeli kredili ev almaya yöneltti. Pandemi öncesi 1 milyonluk bir evi 500 bin kredi kullanıp aylık 3500 TL kredi ödediğinizde evden 4 bin lira kira alıyordunuz. Bugün hala aynı taksidin son dönemini öderken aynı evin kirası 25 bin lira, ederi de en az 3-3,5 milyon lira oldu. Yani gözünü karartıp borçlanan muhteşem bir rant elde etti.
Bu alışverişi o dönemde çalışan öğretmen bir çift yapabiliyordu. Şimdi aynı evi oransal olarak aynı koşullarda aldıkları zaman kira, taksidi ödeyemediği gibi 1 milyon liraya 5 yılda 3 milyon faiz ödüyorsunuz. Günümüzde öğretmen çiftimiz birikim yaparak ev sahibi olamayacakları için birikimleri kendi yastık altında saklayacak şekilde yapıyorlar ve alışveriş yaparken de çok seçici davranıyorlar.
Bu beraberinde fiziki altına olan talebi arttırıp altını suni olarak yükseltirken, yani piyasada nakit döngüsünün kısılmasına sebep olurken, bir yandan da kalanı harcadıkları için perakende piyasasında hareketlendirmeyi getiriyor. Parası olmayan bir ülkede insanlar bir şekilde tasarruf yaparak parayı dolaşımda tutmayıp kalanı harcamayı öne alıyorsa bu genel anlamda olumlu bir tablo değil.
Özlediğimiz o günlerde, konut alacaklara 0,6 oranında kredi verilirken, üreten kesime faiz 2,5'in altına hiç düşmedi. Bankadan kredi almak yerine evini güvendiği bir isme satıp, oradan ucuz krediyi alıp işinde kullanan milyonlarca insan var.
Bir diğer paradoks, bir çalışan 50 bin lira maaş alıyorsa tüm bankalar nezdinde toplam ona 600 bin liralık, yani gelirinin 12 katı kredi verilebiliyor. Hatta 1 milyon araç kredisi bile çıkıyor. Ama bu ülkede üreten kesimde iseniz bilançonuzu bankaya veriyorsunuz, yani gelirinizi beyan ediyorsunuz. Banka size limit belirliyor ve sonra diyor ki bu limitin en az 2 katı teminat vermen lazım... Üreten kesimler paraya bu kadar zor ve yüksek faizlerle ulaşırken büyüme ve istihdam nasıl süreklilik arz edecek?
Son dönemde birçok zengin firma tedarikçilerinin ödemelerini bile isteye öteliyor ve parasını faize koyuyor. Bir şirket düşünün, aylık 100 milyon lira ödemesini 1 ay ötelediği zaman aylık en az 5 milyon, yıllık ise en az 60 milyon gelir ediyor. Yani neredeyse bir aylık masraflarını sıfıra getiriyor. Alacaklı olan tedarikçi mal vermeyi kesemediği için bankaya gidiyor yüzde 5.5 faizle borçlanıyor. Sonra banka 'çeklerini teminata alamam limitin doldu' dediği zaman çekleri ya da alacakları nakite döndürmek için faktoringlere gidiyorsunuz. Karşınıza çıkan faiz aylık ortalama yüzde 8.
Şimdi büyük şirket sizin paranızı size ödemek yerine bankaya koyup aylık yüzde 5 gelir elde ederken, küçük tedarikçi gününde alamadığı parasını yerine koyup kendi ödemelerini yapmak için yüzde 8 ile borçlanıyor. Böyle bir piyasada büyüyebilmek, yeni ilave istihdamlar açabilmek, işini genişletmek KOBİ'ler için son derece zorlaşıyor.
KOBİ'ler reel ekonominin dinamiği, dinamosu. Bu dinamo durursa büyük büyük fabrikalara küçük küçük işleri yapan ya da mal ve hizmetleri sağlayanlar maalesef kalmayacak. 10 bin kişilik bir fabrika için tedarikçilerin mal veya hizmet sağlayanların toplam istihdamı da en az 10 bin kişi.
Bu ülkede başta Kur Korumalı Mevduatlar, faizler ve rant gelirleri olmak üzere zenginler üretmeden, üretime katılmadan servetlerine servet kattılar. Bu yüzde 10'luk kesimin çalışmadan, üretmeden kazandığı paraların hepsi çalışan ve üreten ya da günü gelince maaşını çekmeyi bekleyen yüzde 90'ın cebinden çıkıyor.
Günümüz koşullarında ucuz ve kolay paraya ihtiyacı olmayan kesim çok kolay ulaşırken, paraya ihtiyacı olan kesim ise parayı ya bulamıyor, buluyorsa da enflasyonun neredeyse 2 katı maliyet ile bu parayı kullanıyor. Şu an ekonomimizde maalesef zengin üretmeden, çalışmadan daha da zenginleşirken diğer herkes bunun finansmanını sağlıyor. Bu ülkemiz için daha fazla sürdürülebilir bir durum ne yazık ki değil.
Kamu harcamaları kısılıp, yatırımlar ise önceliklere göre yenilen finansal planlamaya tabi tutulmazsa ve kısıtlı olan kaynaklar artık üreten kesimlere ve çalışanlara, emeklilere verilmezse işimiz çok zor. Yıllardır söylenen ama bir türlü yapılamayan her alandaki yapısal değişim ve dönüşümlere artık hayati ihtiyacımız var. Bunu başarmamamız için hiçbir gerekçemiz yok.