“Bugün yaşasaydı 15 yaşında olacaktı”
“Her bayram o gelirdi, bu bayram ben geldim”
“Bu çiçekler sana küçük meleğim”
Siz hiç gözyaşlarıyla bayram kutladınız mı?
“Saçının teline kurban olurum "dediğiniz” kızınızla,
“çocukluk kahramanım” dediğiniz babanızla,
kundaktaki bebeğinizle,
ya da doğmamış çocuğunuzla
hasret giderdiniz mi.
***
Onlar 6 Şubat’ın karanlığından aydınlığa göz kırpan,
gün ışıdığında en sevdiğim dediklerini,
kara toprağa emanet eden
depremzedeler…
Bugün Kurban Bayramı’nın ikinci günü.
Tabii ki siyaset yazmayacağım.
Ama bayramın 2. günü deyince aklıma,
Siyasi partilerin birbirleri ile olan bayramlaşmaları gelir.
Ankara’nın bir geleneğidir bu.
(Ankara’da mesleğe ilk başladığımda çalıştığım haber kanallarında benim de takip etmişliğim var, bu siyasi bayramlaşmaları...)
Heyetler belirlenir.
Kızgınlıklar, küslükler rafa kaldırılır.
Siyaset birkaç günlüğüne de olsa taca atılır.
Belirlenen partilere ziyaretler gerçekleştirilir.
Belirlenen diyorum,
çünkü bayram da olsa barış çubuğu uzatılmayan partiler hep vardır.
Kimi ideolojisinden dolayı ziyaret edilmez. Kimi de içinden çıktığı partiye ihanet ettiği gerekçesiyle…
Neyse biz konumuza dönelim.
Bugünlerde
yürek yangını, kalp sızısı,
Anne, baba, evlat kokusu gibi ifadeler duyunca belki de aklımıza ilk onlar geliyor.
Yani depremzedeler.
Onlar, bu bayramda en sevdikleriyle kabirleri başında bayramlaştı.
Aslında bu konuyu uzun uzadıya anlatabilir, acının fotoğrafını satırlara yansıtabilirim ancak
daha faydalı olacağına inandığım bir meseleye değinmek istiyorum.
***
HERŞEY OY İÇİN MİYDİ?
6 Şubat’ta yaşanan asrın felaketinden sonra
7’den 70’e genç yaşlı herkes deprem bölgesi için seferber oldu.
Görüntüler hepimizi gururlandırdı.
Elden ele dolaşan koliler,
kumbaralardan çıkan harçlıklar,
gençlerin üzerlerinde okul kıyafetleriyle taşıdığı kutular
ve daha niceleri…
Gönüllerimizi ısıttı.
Görüntüler dünyaya İnsanlık dersi niteliğindeydi.
Yardımseverliğin kitabı yazıldı o günlerde Türkiye’de.
Hele ki gençlerin verdiği sınav.
En yüksek notu almışlardı, insanlık dersinden
“Yeni nesil bitmiş” diyenleri belki de utandırdı bu görüntüler.
Mutluyduk,
“Ne necip bir milletiz” sözü havada kalmamıştı.
Gururluyduk.
Deprem bölgesine yardım yağdırıyorduk millet olarak.
Hem de en coşkulu duygularla…
Her şey çok güzeldi.
Ta ki takvim yaprakları 15 Mayıs tarihini gösterene kadar.
14 Mayıs seçimlerinin ertesi günü,
acı acı fısıltılar yayılmaya başladı Türkiye’nin caddelerinde ve sokaklarında.
Günler ilerlediğinde ise o fısıltılar somut tavırlara dönüştü.
Hakaretler, beddualar havada uçuşmaya başladı.
Deprem yardımları kesildi,
Hatta depremzedeler evlerden, yurtlardan atıldı.
Neden insanlığımız seçim sandığında bir mevtaya dönüşmüştü?
Sandıktan AK Parti’nin 1. çıkmasını kabul edemeyenler,
neden birden canavarlaşmıştı?
Oldu mu böyle şimdi?
Kumbaralarda biriken paralar,
Yardım kolileri, depremzedelere açılan evler…
hepsi yalan mıydı?
Ya da o yardımlar insani değil, siyasi miydi?
Siyasi tercihini iktidardan yana kullananlar, artık depremzede sıfatından çıkmışlar mıydı?
Aslında sorulması gereken sorular bence bunlar da değildi.
Sorulması gereken,
Muhalefetin varlığıydı.
Varlığı diyorum çünkü varlığı da yokluğu da belli değil.
Sorulması gereken,
toplumun AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a alternatif
hala bir siyasi parti ve lider bulamamasıydı.
Bence AK Parti muhalifleri, depremzedelere kızmasın.
Aynaya bakıp,
Ama öyle el aynasından değil
Boy aynasından bakıp
Biz nerede hata yaptık.
“Biz neden tercih edilen değiliz” diye kendilerini sorgulasın.
***
AHHH NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR!!!
Bugün bayram.
Her bayram dillere pelesenk olan “ahhh nerede o eski bayramlar” klişesine yer vermeyeceğim satırlarımda. (Not: Klişe olan bayramlarımız değil, ifadenin kendisi)
Bugün eğer “nerede o eski bayramlar” diye iç çekiyorsak, faili uzaklarda aramayalım.
Tarih sayfalarında yerini alan o eski bayramların katili bizleriz.
* Entelektüellik, çağdaşlık, modernizm gibi süslü ifadelerle öldürüverdik gelenek ve göreneklerimizi…
* “Ya abicim hangi devirde yaşıyoruz biraz kafayı değiştirin” diyerek öldürüverdik gelenek ve göreneklerimizi…
*“Dünya uzaya gidiyor, biz nelerle uğraşıyoruz” diyerek öldürüverdik gelenek ve göreneklerimizi…
N
Ne de o bayramların damaklarımızda bıraktığı tatlar.
***
İSVEÇ HARAKİRİ YAPIYOR
Yazımı iç ve de dış siyasete bulaşmadan bitirmek için ne kadar çaba sarfetsem de İsveç’ten gelen mide bulandırıcı haber 2 satır da olsa bir şeyler yazmama neden oldu.
Demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden ülkelerden biri olan İsveç’te din ve vicdan özgürlüğüne tahammül yok.
NATO’ya girebilmek için Türkiye’nin oluruna ihtiyacı olan sözde özgürlükler ülkesinde,
İslam düşmanlığı uğruna NATO üyeliği bile 2. plana atılabiliyor.
Daha önce defalarca aynı çirkinliğe göz yuman İsveç, Kurban Bayramı’nda kutsal kitabımızın yakılmasına izin vererek yine bir skandala imza attı.
Bu provokatif eylemin küstahça bir tavırla, cami önünde yapılması ise izahı mümkün olmayan bir düşmanlık.
Ne diyelim
Hesabın çetin olacak İsveç.
Hem ilahi terazi de hem de dünya terazisinde….