Kıyamet sözcüğü dini literatürde dünyanın ve insanlığın tamamen yok oluşu anlamına gelen spesifik bir içeriğe sahip olsa da başlıkta kastedilen kıyamet daha ziyade uygarlığın çevresel veya insan yapımı felaketlerle ortadan kalkışı anlamına gelen bir çöküş senaryosuna gönderme yapıyor. Yani bugünkü görünümüyle dünya düzeni altüst oluyor, devletler yıkılıyor, hukuk düzeni ortadan kalkıyor, herkesin herkese düşman olabileceği bir doğa durumuna[1] dönülüyor ancak insanlığın mutlak sonundan söz etmiyoruz.
İşte bu tarz bir kıyamet beklentisi veya başlıktaki ifadesiyle bir kıyamet takıntısı son yıllarda küresel ölçekte yükselişte. Bunu hem bireysel ve kitlesel tutum ve davranışlarda hem de bu temaya odaklanan içerikler ve popüler kültür ürünlerinde gözlemlemek mümkün. Sosyal medya gibi iletişim olanaklarıyla kaygılı kitleler yoğun bir etkileşim içine girerek birbirini besliyor. Bu kaygıların büsbütün temelsiz olduğunu söylemek doğru olmaz. Hatta aksine, hatırı sayılır dayanakları var. Bununla birlikte ne kadar haklı ne kadar haksız olduğunu bugünden kestirmek güç, bunu ancak gelecekte göreceğiz.
Neden bir kıyamet takıntısı veya beklentisi giderek yükseliyor? Bu soruya yanıt vermeye çalışmak daha anlamlı bir çaba. Nedenler çeşitli. Psikoloji, teknoloji, ekonomi, küresel siyaset, çevre sorunları, kurumların iflası gibi birçok etkenin etkileşimi insanlardaki karamsar beklentileri, kaygıyı ve tehdit algısını güçlendiriyor.
Psikolojik etkenler
Kaos İçinde Düzen Arayışı:
İnsanlar öngörülebilirlik ve kontrol isterler. Kıyamet anlatıları kasvetli olmalarına rağmen genellikle net bir yapı sunar: iyiye karşı kötü, olayların tanımlanmış bir zaman çizelgesi ve (bazen) umutlu bir çözüm. Örneğin zombi kurgularının popülerliği bu perspektiften değerlendirilebilir. Korkutucu olsa da, zombi kıyametinin "kuralları" (ısırılmak, akılsız bir canavara dönüşmek) kaotik bir durumda bir düzen duygusu sağlar.
Dehşet Yönetimi Teorisi:
Ernest Becker ve Sheldon Solomon gibi araştırmacılar tarafından geliştirilen bu teori, kendi ölümlülüğümüzün farkında olmanın temel bir insan kaygısı olduğunu öne sürer. Kıyamet senaryoları korkutucu olsa da bu kaygıyla yüzleşmek için bir yol sağlayabilir. 2019’da patlak veren Covid-19 pandemisi kendi savunmasızlığımızın altını çizdi. Daha büyük, dışsal bir tehdide (ölümcül bir virüs gibi) odaklanmak, bireysel ölümlülüğümüzün yarattığı korkuyu geçici olarak yönetmenin bir yolu olabilir.
"Üzülmektense Güvende Olmak Daha İyidir" Anlayışı:
Bazen kıyametin gerçekleşeceğine tam olarak inanmasak bile, bu ihtimal "hazırlıklı olma" (prepping) yaklaşımını tetiklemeye yeter. Bu yaklaşım, kıyamet tehdidi olası görünmese bile hazırlıklı ve kontrollü hissetmenin bir yolu olabilir. Hayatta kalma mücadelesi veren toplulukların yükselişi (İbn Haldun’a bir selam verelim) veya pandeminin ilk günlerinde erzak stoklanması bu zihniyetin ifadeleri olarak görülebilir. Özellikle ABD’de survivalist veya prepper adı verilen güçlü bir akım ve takipçi kitlesi var. Evlerinin altında sığınaklar inşa etmek, bireysel silahlanmaya önem vermek, erzak stoklamak, zor durumda hayatta kalma becerilerini geliştirmeye yönelik eğitimler almak, savunma sporları öğrenmek, kendi kendine yetebilecek ve uygarlık çökse bile uzun süre hayatta kalmayı mümkün kılacak bir yaşam alanı yaratmak… Bunlara Türkiye’den bakınca olağan görünmeyebilir ancak ABD’de yaygın bir kültür.
Komplo Teorilerinin Dopamin Etkisi:
Dopamin beyinde zevk, mutluluk, memnuniyet, tatmin, motivasyon gibi hisleri ortaya çıkaran bir kimyasaldır. Lezzetli bir yemek, cinsel aktivite, başarı, galibiyet, keyif aldığımız bir filmi izlemek, hatta gönderilerimizin sosyal medyada çokça beğeni alması… Hepsi dopamin sayesinde bize çekici gelir. Genellikle kıyamet anlatılarıyla bağlantılı olan komplo teorileri de bu mekanizma sayesinde çekici olabilir. Tüm dünyayı hedef alan gizli bir komployu çözmek ve olan biten karmaşayı anlamlandırabilmek de başarı tatminini ve "bilen" bir gruba ait olma hissini sağlayabilir. Üstünlerden, aldatılamayanlardan olmak isteği… COVID-19'un kökenlerine ve pandemiyle mücadele yöntemlerine ilişkin kimi yanlış bilgilerin çok hızlı ve kolay yayılması böyle bir tatmin arayışıyla ilişkilendirilebilir.
Psikolojik etkenler listesi uzar gider. Burada duralım.
Sosyal medyanın yükselişi
Yankı Odaları ve Onaylama Önyargısı:
Sosyal medya algoritmaları, genellikle mevcut ilgi alanlarımıza veya görüşlerimize dayanarak, ilgimizi çekmesi muhtemel içeriklere öncelik verir. Bize benzeyen, bizim gibi düşünen, bizim gibi yaşayan insanlarla daha fazla etkileşime girme eğilimi gösteririz. Sosyal medya da bu eğilimden yararlanacak ve kullanıcıları bu sayede uygulamada daha fazla vakit geçirmeye teşvik edecek şekilde tasarlanır. Sosyal medya uygulamalarının bu yapısı her konuda olduğu gibi kıyamet anlatılarının da pekiştirildiği ve güçlendirildiği "yankı odaları" yaratır. Bir kişi iklim değişikliğiyle ilgili korku ifade eden paylaşımlarla etkileşime girerse, akışında daha fazla benzer içerik gösterilmesi muhtemeldir, bu da gerçekliğin doğru bir temsili olmasa bile felaketin yakın olduğuna dair inancını giderek güçlendirir. Yankı odası gerçekliğin yerini almaya başlar. Kişi inançlarını ve kabullerini onaylayan daha fazla insanla etkileşime girdiği için bunların herkes tarafından bilinen olgular olduğunu düşünmeye başlar.
Yanlış Bilginin Daha Hızlı Yayılması, Şok Edici, Öfkeye Yol Açan İçeriğin Ödüllendirilmesi:
Sosyal medya platformlarının geleneksel haber kaynaklarına göre daha az denetime tabi olması, yanlış veya yanıltıcı bilgilerin hızla yayılmasına olanak sağlamaktadır. Bu durum özellikle duygu yüklü kıyamet anlatılarıyla birleştiğinde tehlikeli bir hal almaktadır. Zira rasyonel ve mantığa dayalı açıklamalardan ziyade duyguları tetikleyen içerikler daha kolay tüketilir. Daha fazla kitleye ulaşmak isteyen içerik üreticiler açısından duyguları hedef almak daha etkili bir yöntem. Twitter ve Facebook gibi platformlar etkileşimle gelişir ve kıyamet tahminleri genellikle güçlü tepkiler doğurur. Bu tür içerikler daha fazla paylaşılır, beğeni alır ve hararetli tartışmalara yol açar. Bu da sansasyonel içeriklerin oluşturulmasını ve yayılmasını teşvik eder. Örneğin yakın zamanda ülkemizdeki ünlü bir alışveriş sitesinde çocuk satıldığı iddiası çok hızlı bir şekilde yayılmıştı. Bu iddiayı destekleyen hiçbir kanıt olmaması önemli değildi. Böyle bir ihtimalin varlığı bile yeterince provoke ediciydi. Şok edici iddianın hızla yayılıp kitleselleşmesi insanları doğru olduğuna ikna etmeye yetmişti.
Performans Sergileme Kaygısı:
Sosyal medya performansı teşvik eder. Önemli olan ne olduğumuz değil, nasıl bir performans sergilediğimizdir. İnsanlar kıyamet fikirlerini tamamen inandıkları için değil, belirli bir gruba ait olduklarını göstermek veya dünyanın mevcut durumundan memnuniyetsizliklerini ifade etmek için paylaşabilirler. Burada mesele, belli bir rolün gerektirdiği performansı gerçekleştirmektir. Siyasi gelişmelerle ilgili kıyametvari bir içerik paylaşan biri, dünyanın (veya ülkenin) sonunun geldiğine gerçekten inanmaktan ziyade siyasi iklimle ilgili hayal kırıklığını ifade etmeye odaklanmış olabilir. Öncelikli kaygısı kitlesel duygudaşlığın bir parçası olduğunu etkili şekilde ifade edebilmektir. Buna sosyal medya jargonunda “sinyalleme” deniyor. Ahlak sinyalleme, muhaliflik sinyalleme gibi…
Geleneksel Otoritelere Duyulan Güvenin Zayıflaması:
Sosyal medya bilgiyi demokratikleştirerek uç fikirlerin veya komplo teorilerinin yerleşik bilimsel ya da gazetecilik kaynaklarıyla eşit düzeye gelmesini kolaylaştırdı. Geleneksel bilgi kaynaklarına duyulan bu güven erozyonu, kıyamet senaryolarının daha inandırıcı göründüğü bir ortam yaratabiliyor. Bir uzmanın yıllara dayanan birikimi ile konu hakkında yeterli bilgisi olmayan bir içerik üreticinin kulaktan dolma malumatı eşit düzlemde çarpışmak zorunda kalabiliyor. Savaşı kimin kazandığını da kimin daha fazla etkileşim aldığı belirleyebiliyor. Genellikle sosyal medyada yayılan komplo teorileriyle beslenen aşı karşıtlığı, tıp kurumlarına olan güveni erozyona uğratıyor ve halk sağlığı açısından tehlikeli sonuçlar doğuruyor. Örneğin pandemi döneminde yükselen aşı güvensizliği, çocukluk dönemi aşılarının reddedilmesini yaygınlaştırdı. 1950’lerde tehdit olmaktan çıkan kızamık hastalığı sayısı ülkemizde 2021’de 51 iken 2023’te 5000’e fırladı.[2] Bu konu özelinde dünyanın bilinçli olarak kıyamete götürüldüğü inancının kendisi, kıyamet senaryosunun gerçekleşme ihtimalini arttıran etken olmuş. Bir tür kendi kendini gerçekleştiren kehanet…
Kıyamet beklentilerinin artmasına yol açan nedenleri bir sonraki yazımda ele almaya devam edeceğim.
[1] Siyaset felsefesinde hiçbir devletin, siyasi örgütlenmenin, hukuk düzeninin olmadığı uygarlık öncesi insanlık durumunu ifade etmek için kullanılan kavram.
[2] https://www.klimik.org.tr/2024/02/26/turkiyede-kizamik-vakalarinda-kaygilandiran-artis-gecen-yil-4-bin-959a-firladi/