Yeni bir siyasi iddia, yeni bir toplumsal siyaset okumasına dayanmalı. Yeni bir tarih analizi ve farklı bir ihtiyaç önceliği ortaya koyması gerekir.
Bu güne kadar yapılan en sistematik tasniflerden birisi Yusuf Akçura'ya ait olan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük belirlenmesidir.
Fransız ihtilalinin ortaya çıkarttığı eşitlik, özgürlük, kardeşlik sloganlarının düşünce dünyasına damgasını vurduğu bir dönemde bu tasnifin yapılması da ayrıca anlamlıdır.
Bizim önümüzde kabaca okumaya çalışacağımız 120 olduğunu varsayalım. Yani bin dokuz yüzlerin başını milat kabul edersek Osmanlı'ya damgasını vuran dinamik meşrutiyet talebidir. Bu sürecin Birinci Dünya savaşı sonrası Cumhuriyet'e de damgasını vuran milli egemenlik, milli irade konseptini göz ardı etmezsek esasen bir demokrasi mücadelesi toplamında konuyu ele alabiliriz. İkinci Dünya Savaşı'nın bitişinde ortaya çıkan denge, Yalta konferansı bu aşamada yeni bir dönemin başlangıcıdır. Yeni dönemin soğuk savaş olarak ele alınan ana karakteri toplumsal zeminde ele alınırsa aslında seksenlere uzanana bir laikleşme arayışından söz edebiliriz. Tarikat ve cemaatlerin siyasal sistem içinde entegre olmayı hedeflediği bu dönemin sonu, daha bölgesel bir okumayla Pakistan, Afganistan, İran ile eş zamanlı 12 Eylül 1980 sürecidir.
Sağcılaşma, muhafazakar eksenli milliyetçileşme bu döneme damgasını vurmuştur.
Pandemi bu dönemin küresel ölçekli bitiş düdüğü olarak okunabilir. Ekonomik durgunluk ve kapitalizmin krizinin klasik temsili demokrasi, laiklik ya da milliyetçilik eksenli gerilimlerle aşılamayacağı bir küresel tehditten söz ediyoruz. Gelir adaletsizliğinin tüm dünyayı tehdit eden bir güvenlik sorununa dönüşmesi söz konusu. Bu noktada yeniden kamu yararına dönüş, planlamayı yoksul çoğunluk için masaya yatırmış bir siyasal çözüm önerisine ihtiyaç olduğu çok açık.
İşte Türkiye'nin yeni anayasa arayışı bu nedenle sosyal adalet ve ekonomik sosyal haklar eksenine oturmalı. İnsanlık yürüyüşünde bu dördüncü hamleyle, yoksulluk ve onun ortaya çıkardığı toplumsal çöküşe çare üretmeliyiz.
Yeni sivil anayasa tartışmaları bu açıdan önemli bir fırsat olarak görülebilir. Toplum, ekonomi, siyaset ve hukuk ilişkisinde dengesizlik olduğu açıktır. Siyaset üzerinde vesayet tartışmasını artık asker sivil ilişkisi üzerinden değil zengin yoksul ilişkisi üzerinden yapmamız gerekiyor. Toplumsal barışı göçmen sorunuyla birlikte artık mezhep ya da etnik köken ayrılmasından çok gelir dağılımı uçurumu tehdit ediyor.
Bu tablo yeni bir siyaset, yeni bir muhalefet tarzını zorunlu hale getiriyor. Ya kutuplaşma ve yozlaşma kısır döngüsünden çıkıp yeni toplumsal siyaseti birlikte inşa edeceğiz ya da kaçınılmaz gözüken çöküşü birlikte seyredeceğiz.