28 Mayıs itibarıyla Cumhurbaşkanlığı Seçimi ikinci tur oylaması nihayete erdi ve Türkiye 13. Cumhurbaşkanını seçti. Kendi dinamikleri içerisinde her seçim büyük bir heyecan ve rekabetin mevcudiyetini söz konusu etse de bu seçim öncekilere nazaran daha ayrı bir görünüm arz etmiştir.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girilirken yapılan seçimlerde ilk defa bu denli yüksek bir tonda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanamayacağı beklentisi yüksek tutulmuştu. Ancak dün akşamki sonuçlar bu beklentinin gerçekleşmediğini ortaya koydu ve Recep Tayyip Erdoğan 17. seçim zaferini ilan etti.
Dolayısıyla öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nın bileşenlerini seçimin kazananı olması, muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nı da bu yarışı sonuna kadar sürdürdükleri için tebrik etmek gerekir.
Demokrasiler açısından en önemli süreç olarak ele alınan ve halkın iradesinin yönetim erkinde tecellisi olan seçim sürecinin sağlıklı olarak yürütülmesinden ötürü de Türkiye’nin vatandaşlarından kurumlarına her bir bileşeninin en büyük tebriği hak ettiğinin de altı çizilmelidir.
Seçim sonrası yapılması gerekenlerin başında yer alan tarafların tebrik edilmesi siyasi nezaket açısından ne kadar önemli ise siyaset kurumunun ve aktörlerinin pozisyonları açısından seçimin muhasebesinin yapılması da o denli mühimdir.
Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sonuçlarına dair bir saptama yapılması halinde ilk olarak 21 yıllık iktidarın, yeniden ve tekraren seçim kazanması muhalefetle ilgili bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla seçimi iktidarın kazanmasından ziyade muhalefetin kaybettiğini iddia etmek daha yerinde olacaktır. Çünkü ekonomik sıkıntılar, göç ve sığınmacılarla ilgili sorunlar, deprem ve iktidarların yıpranma payı gibi çok önemli parametrelerin muhalefetin elini güçlendirmesine rağmen muhalefet gerek parlamento gerekse cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanamamıştır. Peki bu sonucun nedenleri nelerdir?
Öncelikle belirtmek gerekir ki; muhalefet toplumu ve siyasal sosyolojiyi tam anlamıyla analiz edemedi. Bu analiz yoksunluğu gerek aday belirleme gerekse propaganda döneminde ciddi anlamda strateji ve iletişim hatalarını ve yoksunluğunu beraberinde getirdi. Böylece seçmende muhalefete yabancılaşma ve tekrar iktidara yöneliş söz konusu oldu. Şimdi bu yanlışlardan birkaçını izah edelim.
Muhalefetin ilk hatası cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanacak aday olup olmaması hususunda kamuoyunda tereddüde sebebiyet verecek bir süreç yürütmesidir. Bununla beraber ilk tur seçimlerinin milletvekili seçimleriyle beraber yapıldığını anımsayalım ve Millet İttifakı’nın iki ana bileşeni CHP ve İYİ Parti’nin milletvekili aday listelerindeki hatalar da seçmeni olumsuz etkilediğini belirtelim. Dolayısıyla 14 Mayıs seçimlerinde Cumhur İttifakı hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekilliği yarışını önde tamamlamıştır. Bu noktada meclis çoğunluğunu elde etmesi Cumhur İttifakı’nda sinerji yaratmış ve motivasyonun daha da artmasına teşkil etmiştir.
14 Mayıs seçimlerinin gecesinde CHP Genel Merkezi’nde seçim sonuçlarına ilişkin verilerin sağlıklı işlenememesi ve kamuoyuyla paylaşılamamasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk turda kazanamamasına karşın seçimin kazananı olarak konuşma yapması psikolojik üstünlüğün Cumhur İttifakı’na geçmesi sonucunu doğurmuştur. CHP tarafının şok hali ve ilk günlerdeki pasif tavrı da seçmende etkili olmuş; Millet İttifakı seçmeninde moral bozukluğu ve seçimin kaybedileceği, Cumhur İttifakı seçmeninde ise heyecana ve seçimin kazanılacağı inancına yol açmıştır.
Millet İttifakı’nın bir diğer hatası ise bütün ortaklara ve bileşenlere cumhurbaşkanlığı yardımcılığı ve bakanlıklar üzerinden koltuk sözü verilmesi olmuştur. Kılıçdaroğlu ya aday olunca ekibini tam olarak kamuoyuna tanıtmalıydı ya da hiçbir şekilde koltuk pazarlığı şeklinde algılanacak bir süreç yürütülmemeliydi.
Bir yandan vaatlerin görev dağıtımına indirgenmesi seçmeni şüpheye sevk ederken diğer yandan çok fazla vaat verilmesi de güven sorununa sebep olmuştur. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun depremzedelere ilişkin bedelsiz konut vaadi inandırıcılıktan uzak kalmıştır. CHP ve Millet İttifakı bu vaadin nasıl gerçekleştirileceğini halka anlatıp halkı ikna edememiş olmakta birlikte ittifakın içerisinde yer alan kurmayların bu vaadin gerçekleştirilmesinin pek mümkün olmadığını ifade etmesi de muhalefet hanesine eksi olarak yazılmıştır.
Deprem bölgesiyle ilgili olarak belirtilmesi gereken bir diğer husus ise bölge halkının psikolojisinin ve bölge sosyolojisinin okunamamasıdır. Büyük bir felaketle yüzleşmiş insanlar macera ararcasına bilinmeyene yönelmekten ziyade asgari ihtiyaçlarına cevap verecek garantili durumu tercihe daha yakındır. Bu noktada bölge halkının endişelerinin giderilemediği görülmektedir.
Son olarak ülkemizin en ciddi sorunlarından birisi olan göçmenler meselesi konusunda da Millet İttifakı, somut ve ikna edici bir politika ortaya koyamamıştır. Göçmen sorunu, ülkemizin soruna uzak bölgelerindeki insanlara tam anlamıyla anlatılamadı. Sorunun çözümünün yöntemleri ve çözümün hayata geçirilmesine ilişkin detaylı ikna süreci de yürütülemedi. Ayrıca göçmenlerin varlığından pozitif yönlü etkilendiğini düşünen kesimlere de göçmenlerin geri gönderilmesi halinde kayıplara uğramayacakları anlatılamadı.
Somut politikalar ve vaatler konusunda beklenilen performansı gösteremeyen Millet İttifakı saha çalışmalarında da etkili olamamıştır. Sosyal medyada Cumhur İttifakı’na nazaran daha etkili olan Millet İttifakı sahada ise bölgesel ayrımlar yaparak bölgelerin sorunları ve ihtiyaçlarını ele alan ve bölgeyle iletişim konusunda başarılı olacak isimlerden oluşan bir süreç yönetimini hayata geçirememiştir. En genel ifadeyle dünkü sonuçlara bakıldığında Türk halkının siyasal eğilimlerini etkileyen ve belirleyen parametrelerin de Millet İttifakı tarafından tam olarak idrak edilemediği aşikardır.
Peki bütün bu hatalar yapılmasa Millet İttifakı kazanır mıydı? Bu soruya “evet” demekten ziyade “kazanma ihtimali çok daha fazla olurdu” demek daha doğrudur. Dolayısıyla bir sonraki seçimin kazanılması için en önemli stratejik hamle son seçimin muhasebesinin hakkıyla yapılması gerçeğinin altını bir kere daha çizmek gerekir.