Özel Haber: Sümeyye Aksu
Birleşmiş Milletler tarafından 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’nün bu yılki teması "İnsana Yakışır İş ve Sosyal Koruma: İnsan Onurunu Herkes İçin Hayata Geçirmek" olarak belirlendi. Dünyada ve Türkiye’de milyonlarca insan sağlıklı beslenmeye ve sağlıklı gıdaya düzenli olarak erişmeye ihtiyaç duyuyor. Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı tarafından hazırlanan Dünya Yoksulluk Haritası’na göre, Türkiye’de nüfusun yaklaşık 15 milyonu yeterli gıda tüketemiyor. Öte yandan Ukrayna-Rusya savaşı, İsrail-Filistin arasında çatışmalar, insanların gıdaya ulaşmasında sorunlara neden olurken, aynı zamanda küresel gıda ticaretini de sekteye uğrattı.
Kovid-19 var olan eşitsizliği daha da derinleştirdi
FAO’nun 2022 yılı Açlık raporuna göre, 3,1 milyar kişinin sağlıklı gıda ile beslenecek parası yok. 924 milyon ciddi bir şekilde gıda güvencesinden yoksun, 828 milyon kişi ise normal doyma sınırının altında yaşıyor. Raporda, yeni varyantlarla bir türlü sona ermeyen Kovid-19’un var olan eşitsizlikleri daha da derinleştirdiği, açlık, gıda ve beslenme güvencesizliğini daha da ciddi boyutlara taşıdığı anlatılıyor. Ayrıca, dünyanın her yerinde ekonomik büyümenin duraklaması ya da gerilemesiyle ortaya çıkan işsizlik ve gelir azalmasının, milyarlarca kişinin hem kalite hem de miktar açısından gıdaya erişimini olumsuz etkilediği de vurgulanıyor. Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı İbrahim Uğur Toprak, 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü kapsamında Elips Haber’e açıklamalarda bulundu.
“Hepimiz yoksuluz, çoğumuz açız desek yanlış olmaz”
Türk-İş 'in Eylül 2023 verilerine göre; mutfak enflasyonundaki artış ise yıllık yüzde 106,21, açlık sınırı 13.334,13 TL. Yani asgari ücret açlık sınırının altında olduğunu söyleyen Toprak, “Bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 17.336,25 TL. Yoksulluk sınırı 43.433,65 TL. Yani 4 kişilik bir ailenin tamamı asgari ücrete çalışsa dahi yine de yoksul. Yani mevcut duruma baktığımızda hepimiz yoksuluz, çoğumuz açız desek yanlış olmaz” dedi.
“Halk sağlığı açısından risk teşkil etmekte”
“Gıda enflasyonunun yüksek olması gıda harcamalarının toplam harcamasının büyük bir bölümünü oluşturan dar gelirli kesimleri çok daha fazla etkilemektedir” diyen Toprak, “Bu da özellikle gıda ithalatçısı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en temel sorunlarından biridir. Yükselen döviz fiyatları ve artan işsizlikle birlikte gıda enflasyonundaki artış vatandaşın alım gücünü büyük ölçüde azaltıyor. Bu durum vatandaşın gıda alışverişinde öncelikli olarak fiyat kriterini baz almasına ve hangi ürün, nerede ucuzsa oraya yönelmesine neden olmaktadır. Burada da karşımıza iki büyük sorun çıkmaktadır; birincisi neredeyse hammadde fiyatına satılan ve merdiven altı veya kayıt dışı şekilde uygun olmayan koşullarda üretilen gıda maddeleri, ikincisi ise taklit ve tağşiş. Her iki durum da halk sağlığı açısından risk teşkil etmektedir” diye konuştu.
“Enflasyon sabit geliri ve emek gücüne dayanan kesimler için yıkıcıdır”
Gıda güvenliğine karşı yoğun tartışmaların olduğu, her gün bir başka bir gıda zehirlenmesi ve gıda ürünlerinde taklit/tağşiş haberleri ile karşılaşıldığını vurgulayan Toprak, “Yurttaşlar indirim günlerini takip edip hangi ürün nerede daha uygun fiyatlı diye araştırıyor. Halk ekmeklerin önünde uzun kuyruklarda çoğu zaman saatlerce bekliyor. Çünkü 5 kuruş dahi hane bütçesi için oldukça önemli. Pazarın kapanma saatlerine yakın alışverişe giden hatta ne yazık ki pazar toplandıktan sonra geride kalanları toplamak zorunda kalan yurttaşlarımızı da görüyoruz. Sonuç olarak; enflasyon, sabit bir geliri olan ve emek gücüne dayanan kesimler için yıkıcıdır” ifadelerini kullandı.
“Üretim ve tüketim adaletli bir şekilde sağlanmıyor”
“The Economist tarafından derlenen gıdaya ekonomik gücün yetmesi, erişebilme, kalite ve güvenlik unsurlarını içeren Küresel Gıda Güvenliği Endeksi 2020 Raporunda Türkiye, 113 ülke arasında son 9 yılda 11 sıra birden kaybederek 47'nci sırada yer aldı” ifadelerini kullanan Toprak sözlerini şöyle sürdürdü;
“Bir zamanların ‘gıdada kendine yeten nadir ülkelerinden’ biri olan ülkemiz, halkının gıda ürünlerini ‘satın alabilirliği’ sıralamasında 65'inci sırada yer alarak bırakın gelişmiş ülkeleri Botsvana, Şili, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün gibi pek çok ülkenin maalesef ki gerisindeyiz. Gıda kalitesi kategorisinde 45, sel, yangın, sıcaklık artışı gibi faktörlerin ele alındığı doğal kaynaklar kategorisinde ise Türkiye 53'üncü sıraya gerilemiş durumdayız. FAO‘nun verilerine göre dünyada her dokuz kişiden biri yatağına aç girerken, yaklaşık 1,4 milyar kişi ise obezdir ve bu nedenle sağlık sorunları yaşamaktadır. Aslında, yaşanan açlık ve yetersiz beslenmenin nedeni üretim yetersizliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamamasıdır. Tüm bunlara baktığımızda ne yazık ki atılan bir adım olduğunu söyleyemeyiz. Hicap duyarak söylüyoruz yurttaş ne yazık ki beslenemiyor. Sadece karın doyuruyor. Hatta karın doyurmak bile lüks haline geldi desek abartmış olmayız”
“Savaş ciddi bir gıda güvenliği sorunudur”
“Savaşlar, iki ya da daha fazla devlet arasında gerçekleşen silahlı çatışmalar olarak ifade edilse de savaşan tarafların yanı sıra şüphesiz savaşın sürdüğü coğrafyayı hatta sonuçlarıyla tüm dünyayı da etkiliyor” diyen Toprak, “Savaşın yarattığı ekonomik ve siyasi etkiler elbette önemli. Silahlar, bombalar, yarattıkları kimyasal etkiler, savaşta tahrip olan sanayi tesisleri, maden tesisleri vb. çevresel riski yüksek tesislerden kaynaklanan kirlilikler, yok edilen kentler, altyapı tesisleri, yaşam alanlarının yok edilmesi, su, hava, toprak kirliliği, ekolojik yapıya yönelik etkileriyle savaş sadece insanları öldürmüyor, yaşamı yok ediyor. İşte tüm bu kirlilikler sebebiyle savaş ciddi bir gıda güvenliği sorunudur” değerlendirmesinde bulundu.
“Savaşlar krizin derinleşmesine neden oldu”
BM ve Almanya Başbakanı’nın sözlerini hatırlatan Toprak, sözlerine şöyle sürdürdü;
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in ‘Savaşın ve fiyatlardaki artışın devam etmesi halinde küresel gıda krizi yaşanabilir’ ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un ‘Şimdi enerji ve gıda fiyatları artıyor. Dünyanın gıda güvenliğinde önemli rol oynayan Ukrayna gibi ülkelerin artık gıda ulaştıramamasından korkuluyor. Bu açlık tehlikesini de beraberinde getirecek. Bu artık NATO ile Rusya veya Ukrayna ile Rusya arasında bir sorun değil. Bu dünya için bir sorun. Savaş durdurulmalı’ sözleri aslında her şeyi tüm gerçekliğiyle ortaya koyuyor. Kaldı ki tekrar başlayan İsrail Filistin savaşı da cabası. Savaş ciddi bir gıda güvencesi sorunudur. Savaşın etkileri elbette bunlarla sınırlı değil. İlkim değişikliğinin yarattığı kriz, kuraklık nedeniyle azalan verim, Kovid-19 pandemisi nedeniyle yaşanan tedarik zinciri kesintileri, artan gıda ve petrol fiyatları bir yana yaşanan Rusya-Ukrayna Savaşı da krizin derinleşmesine neden oldu”
“Potansiyel bir başka tehdit gıda milliyetçiliği”
Bir diğer önemli durumun da artan gıda fiyatlarıyla birlikte gelir düzeyi düşük ülkelerde yaşanan tedarik sorunları olduğunu dikkat çeken Toprak, “Pandemi olacak, savaş devam edecek sıkıntılar sürecek gibi düşüncelerle ülkelerin kendi kendine yeterli olmak ve ihtiyaçlarını karşılamak için gıda stokuna başlaması. Yani bir diğer adıyla önümüzde duran potansiyel bir başka tehdit gıda milliyetçiliği. Rusya ile hala savaşta olan Ukrayna tarımına bir göz atalım atacak olursak, verimli toprakları ve uygun iklim koşulları ile tarım alanında dünyada en yüksek üretim potansiyeline sahip ülkelerden biri. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 55'i ekilebilir tarım arazisi. Ülke, dünyanın en büyük 5. ihracatçısı konumunda. Alıcı ülkeler arasında Çin ve Avrupa Birliği de var” ifadelerini kullandı.
“Gıdaya yeterli ve dengeli bir biçimde ulaşmak da tek başına bir çözüm değil”
1966 yılında kabul edilen Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesini hatırlatan Toprak, “Sözleşmede ‘Cinsiyeti ve yaşı ne olursa olsun, her insanın her zaman sürekli, yeterli, güvenli ve kültürel tercihine uygun gıdaya veya gıda üretmek için gerekli araçlara ulaşma hakkı vardır. İnsanlar gıda ihtiyaçlarını kendi kontrollerinin dışında, engelli, yaşlılık, ekonomik yetersizlikler, hastalık, felaket ya da ayrımcılık gibi durumlarda karşılayamadıkları zaman gıda ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır’ der. Gıdaya yeterli ve dengeli bir biçimde ulaşmak da tek başına bir çözüm değil aslında. Bu kavramların tam anlamıyla yerine oturması için, tüketilecek olan gıdanın her türlü zararlı etmenden arındırılmış olması ve bir yandan beslerken diğer yandan insan sağlığını olumsuz etkilememesi gerekir. En doğal haklarımızdan biri olan gıda hakkımızı kullanırken, gıdalarımız toksin, deterjan kalıntıları, ağır metaller gibi zararlı maddeleri içermeme konusunda garanti altında olmalı” dedi.
“Türkiye’de yaklaşık 15 milyon kişi yeterli gıdaya ulaşamıyor”
“Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı tarafından hazırlanan Dünya Yoksulluk Haritası’na göre, Türkiye’de nüfusun yaklaşık 15 milyonu yeterli gıda tüketemiyor ve her ay on binlerce yurttaşımız bu listeye ekleniyor” diye konuşan Toprak sözlerini şöyle sürdürdü;
“Türkiye’de 5 yaş altı yaklaşık 1 milyon çocuk akut yetersiz beslenme yaşıyor; yani, çocuklar ihtiyaç duydukları besinleri alamadığı için gelişemiyor. Yaklaşık 3 milyon çocuk ise kronik yetersiz beslenme yaşıyor. Türkiye‘nin de içinde bulunduğu ülkelerin büyük bir kısmında, gelir dağılımındaki adaletsizlikler nedeniyle, açlık sınırında yaşayan insanların sayısı küçümsenmeyecek düzeyde. Gelirin, verginin, gıdanın ve suyun adaletsiz dağılımı temiz, sağlıklı ve güvenli gıda ile suya ulaşmayı giderek zorlaştırdığı için sağlıklı yaşamak artık lüks haline geldi. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de belirtildiği gibi, insanların temel gereksinimi olan gıdanın ve suyun, eşit ve adil dağıtılmadığı bir dünya güvenli değildir”
“Çiftçi yeniden üretime yöneltilmeli”
“Gelişmiş ülkelerde yok olmaya yüz tutmuş ve tekrar dönülmek istenilen aile tarımı ve küçük çiftçilik konusunda ülkemiz daha şanslı bir konumda” diyen Torak, “Yukarıda saydığımız gerekçelerle, tarımda ve tarımsal üretimde önemli bir girdi sağlayan, yerel anlamda üretime ciddi destekleri olan ve geleneksel üretim girdilerini kullanarak bugünden yarına ulusal bir birikim ve geçmişin oluşturulmasında önemli katkıları olan aile tarımcılığı ya da küçük çiftçilik mutlaka desteklenmeli. Fiyat dalgalanmalarının olumsuz etkilerini azaltmak için hükümet acil olarak kayıt dışılığı azaltmalı. Toprak analizleri yaptırarak bölgelerde üretilebilecek ürünleri belirlemeli, arz talep dengesizliğini ortadan kaldırarak alım garantili üretim yaptırmalı, çiftçilerimizi eğitip sözde değil emeklerinin karşılıklarını alabilecekleri şekilde destekleyip yeniden üretime yöneltmeli” değerlendirmesinde bulundu.
“Kamucu Tarım ve Gıda Politikaları’nı savunmakla krizden kurtulabiliriz”
Tarım ve tarımsal üretimle ilgili yapılması gerekenleri söyleyen Toprak sözlerini şöyle tamamladı;
“Çiftçilerimizi üretimden uzaklaştıran olumsuzlukları düzeltmeli, kooperatiflere müdahaleyi azaltmalı ve daha fazla desteklemeli, üretici kooperatiflerinin yanı sıra tüketici kooperatiflerini de yaygınlaştırmalı, lojistik kayıpların azaltılmasını sağlamalı. Meralarımızı ve tarım arazilerimizi koruyup sürdürülebilir kılmalı, biyoçeşitliliğe ve yerel tohumlarımıza sahip çıkıp su yönetimi ve gübre kullanımı konusunda daha iyi düzenlemeleri hayata geçirmeli. Çiftçileri, esnafı ve emekçi halkı ekonomik olarak koruma altına almalı. Tarımın, serbest piyasa koşullarına terk edilemeyecek kadar stratejik bir sektör olduğu unutulmamalı, tarım açısından yeterli toprak büyüklüğü ve verimliliğine sahip ülkemiz; kendi öz kaynaklarına yönelmeli. Sonuç olarak, yaşadığımız bu gıda krizinden kurtulabilmenin ancak rant ve beton ekonomisi yerine üretim ekonomisini, sermayenin öncelikleri yerine kamusal ve toplumsal çıkarları, gündelik politikalar yerine planlı kalkınmayı önceleyen ‘Kamucu Tarım ve Gıda Politikaları’nı savunmakla ve yaşama geçirmekle mümkün olabileceğini anlamalıyız”