DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin TBMM’de düzenlediği grup toplantısında gündeme yönelik açıklamalarda bulundu.

Hatimoğulları, “27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı "Asrın Çağrısı"ndan bu yana geçen sürede, ne yazık ki Türkiye demokrasisi adına iç açıcı bir tablo ortaya çıkmadı. İktidar bu konuda iyi bir sınav vermedi. O çağrı yalnızca bir metin değil, gerçek anlamda demokratik dönüşüm için bir davetti. Ancak iktidar bu çağrıyı yok saydıkça, demokrasinin yolu daha da tıkandı. Bu tıkanmanın en görünür hale geldiği anlardan biri, HDK’ye yönelik operasyonlar ve 19 Mart süreciydi. 19 Mart’tan bu yana yükselen halk sesi, yalnızca bir tepki değil; adalet, eşitlik ve özgürlük talepleriyle yürüyen güçlü bir mücadeledir” dedi.

Hatimoğulları’nın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle;

"Trump'ın başlattığı 'Vergi Tarifeleri' meselesi, sade gümrük uygulamalarından ibaret değil. Bu, artık tüm dünyayı etkileyen teknolojik, ekonomik ve jeopolitik bir güç savaşı haline geldi. Bu güç savaşının temel hedefi sömürü mekanizmalarını daha da derinleştirmek. Vergi politikaları artık sadece maliye enstrümanı değil, küresel güçlerin rekabet aracı haline geldi. Bizim duruşumuz net: Vergi, halkın omzuna yüklenmeyecek bir sistemle, adaleti ve toplumsal refahı esas alacak şekilde yeniden düzenlenmeli. Avrupa'’ya baktığımızda ise kaynakların daha çok silahlanmaya aktarıldığı bir tablo ile karşı karşıyayız.

Değerler sisteminin sarsıldığı, hukuk ve demokrasinin zedelendiği bir Avrupa görüyoruz. Bunun etkileri kıta geneline yayılıyor. Çağımızda demokrasi, eşitlik, özgürlük ve insan hakları ihlal ediliyor; halklara baskı ve güç politikaları dayatılıyor.

"Merkezde İran yer alıyor"

Ortadoğu’da ise yeni cephelerin açıldığını görüyoruz. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü verilerine göre, 2020-2024 arasında dünya genelinde yapılan silah ithalatının yüzde 27’si Ortadoğu’ya gitmiş durumda.

Bu tablo, bölgenin uzun süre daha silah ve savaş döngüsünden çıkamayacağını gösteriyor. Merkezde ise İran yer alıyor. İran’ın, Kürtleri, Belucları, kadınları ve Alevileri yok sayarak ilerlemesi mümkün değildir. Komşu ülkeler, İran’a baskı uygulamak yerine halklarıyla buluşturacak yapıcı bir rol üstlenmelidir. Aksi halde bölgede büyük bir kaosun fitili ateşlenir.

"Alevilere dönük katliam ve şiddet politikaları devam ediyor”

Suriye’de de halklar ve inançlar dışlanıyor. Geçici hükümet kuruldu, 5 yıllık geçiş anayasası hazırlandı; ancak bu yapılar içinde Kürtler, Aleviler ve diğer inanç grupları yer almıyor. Alevilere dönük katliam ve şiddet politikaları devam ediyor. Ortadoğu halkları inkâr, baskı ve şiddet politikalarından yoruldu. Artık bu bölge barış istiyor. Demokratik bir dönüşüm talep ediyor.

Baskıcı rejimlerin önünde iki seçenek var: Ya halkların taleplerini dikkate alacaklar ya da krizlerle boğuşmaya devam edecekler. Demokrasi ve iç barış tesis edilmeden dış müdahalelerin önü alınamaz.

Evet, gündem yoğun: Ticaret savaşları, diplomatik krizler, sıcak çatışmalar ve büyüyen adaletsizlikler… Ama halklar bunlara sessiz değil. Sadece ABD’de 50 eyalet ve 1200 noktada “Elinizi çekin” diyerek sokağa çıkanlar, kampüslerde Filistin için ses yükselten öğrenciler, İran’da, Belgrad’da, demokratik hakları için direnen milyonlar var. Tel Aviv’de “Savaşı bitirin” isyanları var. Türkiye’de öğrenci, kadın, emekçi, yoksul; Türk, Kürt, Alevi her gün bir hak için sokakta.

Dünyanın dört bir yanında haksızlığa ve zulme karşı bir itiraz var. Dünya halkları, 'Elinizi bizden çekin. Adil, demokratik ve savaşsız bir dünya istiyoruz' diyor.

Gazzelinin sesi Amed’de; Amedlinin sesi İstanbul’da, İstanbullunun sesi Seattle’da yankılandığında dünyadaki savaş ittifaklarının geri adım atmaktan başka seçeneği kalmayacaktır. Tam da bu nedenle, DEM Parti gibi gücünü halktan alan partilere ve toplumsal hareketlere düşen sorumluluk büyüktür.

Görevimiz halklar arası dayanışmayı, örgütlülüğü ve barış hareketini daha güçlü örmektir. Hem Türkiye’de hem de sınırları aşan enternasyonalist barış hareketini kurmak zorunluluktur. Mücadeleyi büyütmek zorunluluktur.

Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrı

27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı "Asrın Çağrısı"ndan bu yana geçen sürede, ne yazık ki Türkiye demokrasisi adına iç açıcı bir tablo ortaya çıkmadı. İktidar bu konuda iyi bir sınav vermedi.

O çağrı yalnızca bir metin değil, gerçek anlamda demokratik dönüşüm için bir davetti. Ancak iktidar bu çağrıyı yok saydıkça, demokrasinin yolu daha da tıkandı. Bu tıkanmanın en görünür hale geldiği anlardan biri, HDK’ye yönelik operasyonlar ve 19 Mart süreciydi.

19 Mart’tan bu yana yükselen halk sesi, yalnızca bir tepki değil; adalet, eşitlik ve özgürlük talepleriyle yürüyen güçlü bir mücadeledir.

Ancak iktidar bu sesi bastırmak istiyor. Öğrencilere sokak ortasında işkence uygulanıyor, gözaltına alınıyor, cezaevine gönderiliyor. Halen birçok öğrenci cezaevinde tutuluyor. Bu öğrenciler derhal serbest bırakılmalı.

İşkence uygulayan polise 10 bin TL prim veriliyor. Bu, açıkça işkenceye ödül anlamına gelir. İşkence suçtur, işkenceyi teşvik etmek de suçtur."

Erdoğan ile İmralı Heyeti'nın görüşmesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile DEM Parti İmralı Heyeti arasında gerçekleşen görüşmeye değinen Hatimoğulları, süreçle ilgili insanların kafalarında soru işaretleri olduğunu belirtti:

"Görüşme olumlu geçti. Toplumun kafasındaki soru işaretlerini, gözlemlerimizi, önerilerimizi Sayın Erdoğan'a aktardı. Beklenti, bu görüşmenin barış sürecine hız kazandırması ve çözümün kapısının aralanmasıdır. Elimizde çok büyük bir fırsat var. Tarih yapma, tarihe geçme fırsatı.

Açık konuşalım ki aradan iki ay geçmesine rağmen, çağrıya denk düşen bir adım ve iradeyi göremedik. Toplum net konuşuyor, son derece makul konuşuyor, son derece de rasyonel ifade ediyor. Diyor ki, iktidar neden adım atmıyor? Bu süreç hep neden tek taraflı ilerliyor, bir oyalama mı var? Biz de buradan yürütme erkine soruyoruz. Tecrit sürerken, bir tek somut adım bile atılmazken, tam tersine her gün yeni antidemokratik uygulamalar devreye girerken, kayyımlar devam ederken, sizce biz bu yurttaşlara ne cevap verelim? Bunlar çok büyük soru işareti olarak toplumun kafasında mevcudiyetini koruyor.

Güven, maalesef sadece güzel sözlerle değil, pratik ve güven verici somut bir zeminin tesis edilmesiyle olur. Bu zemin nasıl sağlanır? Sayın Öcalan'ın çalışma ve ileşitim özgürlüğünün sağlanmasıyla mesele. Meclis'in silahsızlandırma süreci için bir yasa çıkarabilmesiyle örneğin. Demokratik dönüşüm ve barış kanunu teklifinin hazırlanmasıyla, bu kanunu meclisten hep beraber çıkarmasıyla...

İlk adım olarak bunları yaparsak, tüm Türkiye rahat bir nefes alır ve toplumun kafasındaki bu soru işaretleri az da olsa yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar. Mücadelemizle güncel somut ve acil ihtiyaçlarımızın altını çizmeye devam edeceğiz.

'İklim Kanunu' geri çekildi 'İklim Kanunu' geri çekildi

Toplum, hasta mahpuslar ve keyfi şekilde yakılan infazlarla ilgili somut adımlar bekliyor. İktidarın yargı ve güvenlik güçlerini kullanarak CHP’yi siyasetin dışına itmeye çalışması kabul edilemez.

"CHP'ye neden baskı uygulanıyor?"

CHP’ye neden bu baskı uygulanıyor? Neden abluka altına alınmak isteniyor? Oysa bugün muhalefet, barış ve çözüm sürecine dair daha yapıcı ve destekleyici bir pozisyonda. Bu çok kıymetlidir. Buradan başta ana muhalefet partisi olmak üzere tüm muhalefete sesleniyorum: Barış Türkiye’nin ortak meselesidir.

Ne olursa olsun çözüm ve barış sürecine sıkı sıkıya sahip çıkmalıyız. Çözüm sürecini konuşuyoruz diye kayyım uygulamalarını unutmadık. Van’da kayyım, çocuklara açılan kreşi neden kapatır? Kadınlara verilen ulaşım kartlarını neden iptal eder? Halk için yapılan projeler neden durdurulur?

İstanbul’da belediyesine kayyum atananların itirazı ile Van’da, Hakkari’de halkın gasp edilen iradesine karşı yükselen itiraz aynıdır. İstanbul’da iradesi gasp edilenle Mardin’de iradesi hiçe sayılan yurttaş, aynı şeyi söylüyor: “Elinizi irademizden çekin.”

O nedenle barış ve demokratik bir toplum için birlikte ve daha güçlü bir ses çıkarmalı, ortak mücadeleyi büyütmeliyiz."

Kaynak: Haber Merkezi